Mankürdizim (II)

Mankürdist anlayışa yönelenler giderek daha çok dikkat çekmeyi başarmaktadırlar. Toplumun hemen her kesiminde bunun örneklerinde rastlanılsa bile İslamcı olarak bilinenleri daha çok ilgi uyandırmaya devam etmektedirler. Bu çerçevede Sn Mehmet Pamak’ın bir makalesi önemli bir temsil özelliğine sahip görülebilir.(1)

Bir defa kullandıkları retorik her şeyden önce ikilidir. Bir yandan kavim adlarını gizlemeye özen gösterirken bir yandan da tartışmalı konular etrafında bazı kavimlerin adlarını özellikle vurgulamaktadırlar. Bir kavmin adının gizlenmesine karşılık diğerinin adının ısrarla söylenilmesindeki uyumsuzluğa, münasebetsizliğe ise hiç dikkat etmezler.

“Türkiye’de kurulan sistem, İslam şeriatını tehdit ve düşman konumuna oturtup, ümmet bilincini dışlayarak ve hilafeti kaldırarak, laik batıcı Kemalizmi, Türk ulusalcılığını, pozitivizmi ve sekülerizmi içeren resmi ideolojiyi dinleştirip bütün topluma dayatınca; başlangıçta İslami kimlik, İslam hukuku/şeriatı, ümmet bilinci ve Müslüman halk ötekileştirilip, düşmanlaştırıldı”
Türkiye’de Kemalizmin halk ile sorunlu olduğu şüphe götürmez. Ancak ötekileştirilen halk kimdir adı nedir? Bir ırka vurgu yapmamak için genel anlamda “Müslüman halk” deyiminin kullanıldığı da düşünülebilir. Ancak yazının devamına bakıldığında durumun farkı görülecektir:

“Daha sonra bu tercihin kaçınılmaz sonucu olarak, Türk ulusalcısı resmi ideoloji önünde engel görülen Kürt kimliği, Kürt anadili de ötekileştirilip, düşman ve tehdit algısının 2. sırasına yerleştirildi.” Böylece Türk adı ancak eleştiri konsu olan hususlarda kullanılırken ve Türkler anlatılırken genel olarak “Müslümanlar” yada “Müslüman halk” deyimi içinde ele alınırken ve bu tutum İslam hassasiyeti ve bütün kavimlere eşit ve adeletli davranmak diye açıklanırken aynı hassasiyetin Kürt adı veya Kürt Halkı veya Kürt Ana dili gibi atıflarda hiç hatırlanmammış olması İslami hassasiyetin dışında bir şey olmalıdır.

Sözde bu İslami hassasiyet uğruna Türkiye adı bile uygun bulunmaz. Çünkü: “Sistem içi bir düzenleme olarak, Anayasa’da “Türk” kelimesi yerine “Türkiye” veya “Anadolu” benzeri daha kuşatıcı sözcükler kullanılarak, diğer kavimleri bir kavmin kimliğini kabule zorlayan dayatmalar sona erdirilmelidir.”
“Kimlik ve kültür dayatmalarının sona erdirilmesi, en azından Müslümanlar için İslami kimlik dışında üst kimlik tanımlamasına gidilmemesi, Müslüman olmayan kavimler açısından da “Türkiyeli halklar” ya da “Anadolu halkları” misali ortak kimliklerin öne çıkarılması, mahalli renk ve inisiyatiflerin önü açılarak, ulus devlet yapılanmasının sona erdirilmesi ve merkezi yönetimin her tarafa yayılan, her alanı kuşatan ve farlılıkları yok edip tek tipleştiren otoritesinin sınırlandırılması mutlaka sağlanmalıdır.”
Türkiye adı bir kavmi çağrıştırdığından kapsayıcı bulunmaz. Çünkü Türkiye’de yaşayan herkes Türk olmadığına göre yalnızca Türklerin adından kalkış yapılarak ülke adının Türkiye olması doğru bulunmaz. Ancak aynı yazar tarafından şu cümlelerde yazılır: “Yerel ve yerinden yönetimlere fırsat ve geniş inisiyatif veren bir sistem oluşturulmalı, bu çerçevede Kürdistan halkının da siyasi hakları tanınmalı, yöneticilerini özgürce belirlemesine ve yönetime katılımına imkân veren şartlar oluşturulmalıdır.” “Yerel ve yerinden yönetimlere fırsat ve geniş inisiyatif veren bir sistem oluşturulmalı, bu çerçevede Kürdistan halkının da siyasi hakları tanınmalı, yöneticilerini özgürce belirlemesine ve yönetime katılımına imkân veren şartlar oluşturulmalıdır.”
Neresidir bu Kürdistan? Bunun tartışması bir yana, Kürdistan adı verilen yerde meskun olanların hepsi Kürt müdür? Hayır değildir. Türkiye denilen yerde, herkes Türk olmadığı için Türkiye adının kullanılması kapsayıcı olmadığından bunun yerine Rumca bir kelime olan Anatolia’dan bozulma Anadolu adını teklif eden Sn Yazar aynı hassasiyetini Kürdistan adı için göstermiyor. Niçin acaba? Bu kuşatıcı İslam hassasiyeti yalnızca Türk ve Türkiye gibi adlar için mi bir çeşit filtre görevi görmektedir? Adına İslami hassasiyet denilen bu tutumun Mankürdizmin bir tezahürü olduğundan şüphe edilebilir mi? Doğal olan ve doğru olan, eğer bir kavmin adının bir toprak parçasına verilmesi yanlış ise bu durum bütün kavimlerin adları ile bilinen ülkeler için geçerli olmalıdır. Arabistan, Gürcistan, Ermenistan, Rusya, Yunanistan, Kürdistan, Çeçenistan vb. Ancak bu adlarının kullanılması son derece doğal sayılırken Türkiye adına yöneltilen bu itirazların makul tarafı olabilir mi?
“Kürt Açılımı” tartışmaları için tekliflerini esirgemeyen Sn Yazar hiç çekinmeden PKK’lıların savunmasını da üstlenmiştir. “Öncelikle muhataplar konusundaki önerimiz şudur; Kürt sorununa çözüm aranırken, DTP ve PKK’nın muhatap kabul edilip, çözüm için görüşlerinin dikkate alınması önemli olmakla beraber, onlar dışında geniş tabanı olan diğer Kürt kesimleri, PKK ve DTP tarafından asla temsil edilemeyecek olan Müslüman Kürtler de muhatap kabul edilmeli, onların konu hakkındaki tespit ve önerileri de dikkate alınmalıdır. PKK’ya ve DTP’ye yönelik bütün operasyon ve yargısal baskılar durdurulmalıdır.”
Haklı olarak bu cümlelerde PKK savunması nerede denilebilir? Bu Sn Yaza’a göre Kemalizm ve ona dayanan güçler Müslüman Türkler için muhatap olabilir mi? Hayır yazıya göre Müslüman Türkler için Kemalizm ve ona ayalı güçler muhatap alınamaz çünkü Müslüman Türkleri Kemalizm ve ona bağlı güçler temsil edemez. Gerçi yazı da Müslüman Türkler deyimi yoktur. Yalnızca “Müslümanlar” vardır ama meselenin açıklığa kavuşması bakımından Müslüman Türkler deyimini kullanmaktayım. Kemalizm Müslüman Türkleri temsil yeteneğine sahip değil iken Komünist PKK, Müslüman Kürtler için nasıl muhatap alınacaktır? Bu mantıkla Ebu Cehil Müslüman Arapların temsilcisi olarak muhatap alınmalı sonucu çıkarsa şaşırtıcı olmaz. Eğer İslam inançları bakımından olay ele alınırsa “ancak mümin olanlar birbirlerinin velisidirler” kuralı gereğince Komünist PKK’nın Müslüman Kürtler için muhatap alınmasını istemek bu İslami kuralın çiğnenmesidir. PKK tarafından katledilen mazlum/mağdur Müslüman Kürtlerin/Zazaların ve Türklerin kanlarına da saygısızlıktır. Her ne kadar “PKK ve DTP tarafından temsil edilemeyeceği de vurgulanan Müslüman Kürtlerden” söz edilse bile bu vurgu bir çeşit örtmedir. Eğer Müslüman Kürtler PKK temsilinin dışında tutulursa, PKK’nın temsil edeceği varsayılan Kürtler hangileridir? Yoksa Sn Yazar PKK’nın Yezidileri mi temsil etmesini savunmaktadır? Ama yazının hiçbir yerinde Yezidi adı geçmiyor.

Sn Yazar PKK’lıların rahat etmeleri için de bir takım tedbirler teklif etmektedir: “PKK’ya ve DTP’ye yönelik bütün operasyon ve yargısal baskılar durdurulmalıdır. Bir taraftan açılım çalışmaları yapılırken, diğer taraftan ateşkesle sonucu bekleyen dağdakilere saldırılar ve onları çatışmaya zorlayan operasyonlar sürdürülürse, bu hem açılıma gölge düşürür, hem de çatışmalar sonucu ortaya çıkan cesetlerle açılım lehine gelişen havayı tersine çevirecektir.”
Gerçekten bir barış isteniyorsa ve çatışma olmasın kimse ölmesin deniyorsa niçin PKK’lılara silahlarınızı bırakın teklifini yapamıyor Sn Yazar? O zaman kimse ölmeyecektir. Dolayısı ile Kürt açılımının ölü PKK’lılara yapılacağı gibi akıl dışı iddialar da ileri sürülmeyecektir. Zaten operasyonlar Kürtlere değil PKK’lılara yapılmaktadır. Ancak Sn Yazar PKK’lıları Kürtler anlamında ve Kürtlerle eşit bir anlamda kullanmaktadır. PKK’lıların ne dağda ne ovada rahatlarını bozacak bir girişimin yapılmasını uygun görmemektedir. Onların rahat etmesi içinde bütün operasyonların durdurulmasını istemektedir.

“Türkiye’de Kürt kavminin kavmi kimlik ve anadili bu anlamda bir savaşın muhatabı kılınmıştır. Bir an önce bu tâgûti savaş durdurulmalı ve azgınlıkla gasp edilmiş bütün hakları Kürt halkına iade edilmelidir.” Türkiye’deki rejim sebebiyle, Türkiye’de yaşayan herkes gibi Kürtlerin de çok önemli mağduriyetler yaşadıkları inkar edilemez. Ancak Türkiye’de yalnızca Türkler ve Kürtler yaşamıyor ki. Türk ve Kürt olmayan, Arap, Abaza, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Zaza vb. topluluklarda Türkiye’de yaşamıyor mu? Kürtlerin uğradıkları mağduriyetler için bu kadar duyarlılık gösteren Sn Yazar diğer toplulukların adını niçin hatırlamıyor? Çünkü onun bakışına göre Türkiye esas itibarı ile Türklerden ve Kürtlerden oluşmaktadır. Geri kalalar ise ancak diğerleri başlığı altında ele alınmaktadır. Bu sınıflandırmanın son derece sığ ve Türkiye’deki toplum yapısına aykırı olduğu açıktır. Aynı zamanda Kürt ırkçılarının da bakışını yansıtmaktadır. Hiçbir geçerliliği yoktur. Adalet ve hak hukuk adına Kürtlerin mağduriyetini konuşanların adı geçen toplulukları hatırlamamalarına ne demeli? Şunu da hatırlamak gerekir ki Osmanlı döneminde Kürtçe eğitim yapılırken Cumhuriyet ile birlikte bu Kürtçe eğitim yasaklanmış değildir. Osmanlı döneminde aslında Türkçe eğitim bile yapılmazdı. 1830’larda başlayan zorunlu ilköğretim uygulaması İstanbul dışında uzun süre uygulanamamıştır bile. Cumhuriyet döneminde ise Türkçe zorunlu ilköğretim uygulaması bütün ülkeye yaygınlaştırılmıştır. Kürtçe ile de eğitim yapılmasını istemek ayrıdır ve bunun haklı makul tarafları da vardır. Ancak “ Kürtçe üzerinde 85 yıllık bir yasaktan” söz etmekte apayrı bir yetenek olmalıdır. Çünkü daha önce Kürtçe eğitim yapılmakta iken sonradan bu Kürtçe eğitim yasaklanmış değildir. Bu son derece avami ve bir propaganda dilidir. Gerçeği yansıtmaz. Siyasal önyargıların tekrarıdır.

Mankürdist anlayışı tercih edenlerin en çok sevdiği isimlerin başında Mahmut Esat Bozkurt gelmektedir. Çünkü önyargıları için Bozkurt’un sayıklamaları bulunmaz / tükenmez bir hazine gibidir. Alıntı yapa yapa bitiremezler. Her yazılarında ona yer verirler. Kazara Bozkurt’un sayıklamaları olmasa, yasaklansa söyleyeceklerinin önemli bir kısmı buharlaşıp yok olacaktır. Oysa Müslüman Türkler içinde Bozkurt’un hezeyanlarının yeri nedir, adını bilen hatırlayan var mıdır, sayıklamalarını ciddiye alan var mıdır? Bunlara hiç dikkat etmezler.

“Laik devlet adına dini ve dindarı kontrol altında tutmak ve yönlendirmek üzere kurulmuş laik bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın işgali altındaki cami ve mescidlerde yıllardır sürdürülen Türk ulusalcılığına dayalı resmi din propagandası sona erdirilmelidir.”
Hakikaten Sn Yazarın anlamlı bir teklifi ile daha karşı karşıyayız. Camilerin rejimin doğrularının tekrarlandığı mekanlar olmaktan çıkarılması hayati bir konudur. Diyanet gibi resmi bir kuruluş eliyle bu işin yapılması da inandırıcı değildir. Diyanetin kaldırılması halinde camileri ele geçirmek için ortaya çıkacak meydan savaşlarını kim nasıl engelleyebilecektir? Sonra bu grupların Türk, Kürt, Zaza, Aarap, Arnavut, Gürcü, Abaza ulusçuluklarını aynı camilerden tekrarlamayacaklarını hiçbir garantisi de yoktur. Yani Türkiyedeki rejime bağlı olan Diyanetin Türk ulusalcılığı yaptığı bunun yerini alacak resmi mahiyette olmayan sivil grup/cemaatların ulusalcı anlayışlara camilerde yer vermeyecekleri gibi bir görüş yalnızca bir fantezidir. İnandırıcılıktan hayli uzaktır. Bu cümleleri yazan zatında bunlara inandığı şüphelidir. Ama her şeye muhalefet etmiş olmak için bunları yazabilmiştir.

PKK’lıların affedilmeleri hakkında da Sn Yazarın görüşleri her türlü cömertlik sınırlarını aşmaktadır. Ona göre: “Faşist muhalefetin ve statükocuların baskıları sonucu hükümetçe yapılan “PKK’lılar için affın söz konusu olmadığı” açıklaması ise anlamsız ve saçma bir açıklama olmuştur. Kim kimi affedecektir? Bunca yıl Kürt halkına bunca zulmü yapanlar, asimilasyon, inkâr, tehcir politikalarıyla, işkence ve katliamlarla Müslüman mazlum Kürt halkının geleneksel de olsa dindar çocuklarını Stalinist – Marksist bir örgütün saflarında dağa çıkmaya, ölmeye ve öldürmeye zorlayanlar dururken bu zulmün muhatapları mı af dileyecekler? Esas af ve özür dilemesi gerekenler işte bu büyük zulüm bataklığını oluşturan Kemalist Türk ulusalcısı zalim kadrolardır. Faşist, militarist despotların, ideolojik taassupla yürüttükleri zulüm politikalarıyla ürettikleri Kürt sorununun çözümü sürecinde, hem zulmederek, işkence ederek dağa çıkmaya, ölmeye, öldürmeye zorladıkları ve böylece hayatlarını kararttıkları Kürt çocuklarından ve ailelerinden, hem de zorunlu askerlikle onların karşısına çıkardıkları ve ellerine pimi çekilmiş bombalar verip ölmeye ve öldürmeye zorladıkları asker çocuklardan ve ailelerinden özür dileyip af talep etmeleri gerekir.” “Bugüne kadar yapılan zulümlerden dolayı Kürt halkından özür dilenmeli, zulmedenler Tarih önünde mahkûm edilmelidir. Devlet, PKK’yı doğuracak zulüm bataklığını oluşturduğu ve Kürt gençlerini silahlanıp dağa çıkaracak her türlü teşviki (masum insanlara potansiyel suçlu muamelesiyle, akıl almaz zulümleriyle, Diyarbakır ceza evi işkenceleriyle) yaptığı için, hem PKK’nın yaptıklarının da birinci sorumlusu, hem de devlet politika ve çetelerinin yaptığı zulümlerin sorumlusudur. Bu sebeple devlet, zulmü doğrudan ve tek taraflı olarak kendisi başlattığı gibi, karşıdan (silah bırakma dahil) hiçbir adım beklemeden ve hiçbir şart da koşmadan, bu zulmünü yine tek taraflı olarak kendisi durdurmalı, kendisiyle ve zulümleriyle yüzleşmeli ve gasp ettiği bütün haklarını Kürt halkına, tek taraflı olarak ve hiçbir şart ileri sürmeden geri vermelidir.”
Sn Yazar Kürt Halkı ile PKK’yı bir ve aynı görmektedir. Çünkü ona göre PKK, Kürtlere yapılan zulmün sonucudur. Elbette inanılmaz bilgi yanlışlıkları vardır. Bir defa PKK 1976 sonbaharında oluşturulmuştur. 1979’da Öcalan Suriye’ye kaçmıştır veya oraya gitmesi sağlanmıştır. Özellikle 1979 ve 1980’de Güneydoğu bölgesinde faaliyet gösteren bütün Kürt grupları PKK tarafından yok edilmiştir. Bu yok edilme esnasında din iman ayırımı da yapılmamıştır. PKK’nın dışındaki bütün gruplar çok kanlı bir şekilde tasfiye edilmişlerdir. 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştiğinde bütün bunlar olup bitmiştir. Yani PKK’nın Diyarbakır Cezaevindeki işkencelerin sonunda oluştuğu iddiaları tümüyle hayal ürünüdür. Siyasi bir propagandadır. Diyarbakır cezaevinde insanlık için, Türkiye için yüz kızartıcı işkenceler yapılmıştır. Ama PKK’nın ortaya çıkışı bu Cezaevi işkencelerinden yaklaşık 3-4 yıl öncedir. Bu yanlışı Sn Yazar muhtemelen bilerek tekrarlamaktadır. Ayrıca dikkat edildiğinde PKK’nın ortaya çıkışı da varlığı da son derece makul ve meşru görülmektedir. PKK’nın varlığı makul olunca yaptıkları meşru olur mu? Bir defa yaptıklarının sorumluluğu da Devlete ait sayılmaktadır.

Aynı PKK’nın örgüt içi infazları hakkında bir açıklama bu yazıda yoktur. Aynı PKK’nın kendisine itaat etmeyen Kürtlere, Zazalara ve Türklere yönelttiği katliamlar için bir açıklama yoktur. Aynı PKK’nın Türkiye’nin genelinde giriştiği kitlesel boyutlardaki terör eylemleri için bir açıklama yoktur. Şimdi Devlet adına PKK için bir affın uygun olmayacağı ama PKK’nın Devlet görevlilerini affetmesini teklif etmektedir Sn Yazar. Bu teklifi bu kadar açıklıkla henüz Murat Karayılan ve Cemil Bayık yapmış değildir. Dolayısı ile iş kalmıştır PKK’nın ne zaman af kararı çıkaracağına. Artık Kandil’deki PKK’lıların alacağı bir af kararı ile birlikte bu sorunda çözülmüş olacaktır Sn Yazara göre.

“Kürt halkını birbirine kırdırma sonucu doğuran, JİTEM’le birlikte suç örgütü haline dönüşen “koruculuk” uygulamasına son verilmeli, “JİTEM” kuruluşu dağıtılmalı, Ergenekon gibi devlet çetelerinin PKK ile ilişkileri ortaya çıkarılmalı, adil bir yargılama sonucunda tüm suçlular cezalandırılmalıdır.”
Sn Yazar’ın insan aklını ve vicdanını zorlayan saptırmaları görülmektedir. Eğer Kürt halkına yapılan katliamların ve işkencelerin sonucu olarak PKK ortaya çıkmış ve PKK’nın yapıp ettikleri makul hatta Devlet görevlilerini de affetmesi beklenmeli ise bu PKK’nın Jitem ile Ergenekon ile ne ilişkisi olabilir? Yani bu Devlet bir taraftan Kürt halkına katliamlar işkenceler yapmış diğer taraftan da bütün bunları engellemek için bütün bunlara karşı direnmek için Jitem ve Ergenekon aracılığı ile PKK’yı oluşturmuştur diyebiliyor Sn Yazar. Belli ki yazdıklarını okumamaktadır. Belli ki yazdıklarının arasında bir uyumun bir tutarlılığın olmasını gerekli görmemektedir. Hem Devlet işkence yapmaktadır hem de yıllarca kendisinin işkencelerine karşı direnecek PKK’yı ihdas etmektedir diyor Sn Yazar. Bütün bunları nasıl bir ruh hali içinde yazabildiği ayı bir uzmanlık konusu olmalıdır. Ama Mankurt hikayesini hatırlatan bir durum kendini göstermektedir. Hatta bu durum o kadar ileri seviyedir ki alıntı yapılan cümleler aynı yazı içinde yer alabilmektedir.

Koruculuk, açıktır ki PKK’ya karşı mücadele etmek için kurulmuştur. Bu yüzden PKK tarafından ısrarla kaldırılması istenilmektedir. Sn Yazar’a göre Devlet hem Jitem ve Ergenekon’u aracılığı ile hem PKK’yı oluşturmuş hem de o PKK ile mücadele için Koruculuğu oluşturmuştur. Sn Yazar Koruculardan da şiddetle nefret etmektedir. Niçin? Muhtemelen bazılarının sırtını devlete dayayarak kan davası güttükleri, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yaptıkları için olmalıdır. Bu yüzden koruculuğun suç örgütüne dönüştüğünü iddia etmektedir. Aynı işleri daha uluslar arası boyutta PKK’da yaptığı halde onu bu işleri sebebiyle Sn Yazar kınamamaktadır. Demek ki bu suçları ancak PKK’nın yapma hakkı içinde görmektedir.

“Uzun yıllardır süregelen büyük ihmalin sonucunda yoksulluk ve işsizlikte diğer bölgelere nazaran mukayese edilmez bir geriliğe ve tam bir ekonomik sefalete mahkûm edilmiş bulunan Kürdistan halkının, ekonomik durumunu diğer bölgelere eşitleyecek, en zaruri ihtiyaçlardan olan sağlık ve eğitim alanında, diğer bölgelere nazaran oluşmuş bulunan büyük uçurumları kapatacak, özellikle de büyük göç olgusunun yol açtığı derin yaraları saracak, yaygın ıstırapları dindirecek tedbirlerin bir an önce alınması mutlaka ve acilen sağlanmalı, bölgeyi diğer bölgelere yetiştirecek, yaklaşık yüz yıldır açılan mesafeyi kısa sürede kapatabilmeye fırsat verecek ayrıcalıklar tanınmalıdır.”
Sn Yazar Devlet tarafından uzun yıllardır ve kasıtlı olarak Kürdistan halkının yoksullaştırıldığını da iddia etmektedir. Kürdistan adı ile hangi illeri kast etmektedir? Bunu açıklamış değildir. Ama diyelim ki Doğu ve Güneydoğu illerini kast etmiş olsun. O illerden Türklerin yaşadıkları il ve ilçeler ile Kürtlerin yahut Zazaların veya Arapların yaşadıkları il ve ilçelerin hangilerinde hangi Devlet yatırımı hizmeti arasında nasıl bir farklılık tespit edebilmiştir Sn Yazar? Yahut ta Çankırı, Sinop, Burdur, Maraş, Kırşehir gibi illerin hangisinde nüfusun etnik yapısı sebebiyle hangi Devlet yatırımı fazladan yapılmıştır? Sn Yazarın yazısında bu sorular için tek bir örnek yoktur. Niçin? Unuttuğu için mi? Herkesin bildiği bir konu için örneğe gerek yok diye düşündüğü için mi? Hayır böyle bir örnek bilmediği için, böyle bir örnek olmadığı için. Devlet yatırımları hizmetleri bakımından çok büyük kusurların kabul edilemez ihmallerin olduğu örnekleri vardır ama bütün bunların ırk farklılıklarına göre oluştuğu iddiası külliyen uydurmadır. Sn Yazar böyle bir örnek bilseydi bu örneği abartarak tekrar etmekten kaçınmazdı. PKK’lılar eskiden beri Kürtlerin de meskun olduğu bölgelerdeki hizmet eksiğini, “Siz Kürt olduğunuz için bu hizmetler yapılmamaktadır” diye açıklarken aynı bölgelerde görülen yol, okul, hastane, fabrika vb hizmetleri ise, “Devlet Kürtleri sömürmek, sömürüyü kolaylaştırmak için bunları yapmaktadır” diye açıklamıştır. Sn Yazar’ın Türkiye’de rastlanan yoksulluk hakkındaki görüşleri ile PKK’nın görüşleri arasında inanılmaz benzerlikler vardır.

Elbette, Kürt ve Kürdistan meselesi ele alınırda eski yer adlarına değinilmez ise konu eksik kalmış olur. Nitekim bu durumu dikkate alan Sn Yazar:”Kürt halkının gasp edilmiş bütün haklarının iadesi yukarıda zikredilen değişimlerle sağlanırken, baskıyla değiştirilmiş bütün yerel coğrafi isimlendirmeler de iade edilmelidir. (Bu konuda İbrahim Sediyani’nin ciddi emek mahsulü olan “Adını Arayan Coğrafya” kitabından istifade edilebilir). Kürt halkına küfreder gibi Kürdistan dağlarına yazılan “Ne Mutlu Türküm diyene” yazıları ve her sabah Kürt ve diğer halkların çocuklarına baskıyla söyletilen “Türk’üm.., varlığım Türk varlığına armağan olsun” ifadelerini ve “Atatürkçülüğe bağlılık” sözünü içeren Kemalizm dininin amentüsü mahiyetindeki and, Kürt çocuklarının hem Kürt hem de İslami kimliklerine aykırı, Türk çocuklarının da İslami kimliklerine aykırı olduğu için bütün ülkedeki eğitim sisteminden bir an önce kaldırılmalıdır.”
Aslında aynı konuların tekrarı yapılmaktadır. Türkiye adı bile kuşatıcı bulunmazken ve bunun yerine Rumca Anadolu teklif edilirken Sn Yazar Kürdistan adı için bir teklifte bulunmuyor. O adı Kürt halkının doğal bir hakkı hem de gasp edilmiş bir hakkı olarak görmektedir. Aynı bakış açısı ile Türkiye adı da Türk halkının hakları arasında görülemez mi? Hayır görülemez o çünkü o ad Sn Yazar tarafından kuşatıcı kuşatıcı bulunmamaktadır. Ancak görüldüğü gibi “Kürdistan dağları” deyini kullanabilmektedir. Kürtler için gördüğü bir hakkı Türkler için görmemektedir. Üstelik bu bakışını da İslam, hak, adalet, insanlık, hukuk, erdem gibi kavramlarla süslemeye çalışmaktadır. Şimdi bu Kürdistan Dağlarının bulunduğundan söz edilen yerlerdeki değiştirilen eski coğrafi yerel adlar hangileridir? Muhtemelen Doğu Anadolu’daki eski adları kat ediyor Sn Yazar. Yalnız bu adların büyük çoğunluğu Ermenicedir. Ermenice isimlerin değiştirilmesi niçin Kürtlerin bir hakkının gaspı olsun? Ermenice isimlerin Kürtler adına dava konusu edilmesinin mantığı nedir? Burada bir tutarlılık ramak beyhudedir. Çünkü Türkiye adı yerine Rumca Anatolia/Anadolu adının istenilmesi gibi Doğu Anadolu’da da Türkçe adlar yerine Ermenice eski adlar talep edilmektedir. Bu arada mühim sayılan bir kitaptan da yararlanılabileceği de hatırlatılmaktadır. Ya bu kitapta hazırlanmamış olsaydı ülkemizdeki bu ciddi sorun nasıl aşılabilirdi?
“Daha önce Kürt halkının varlığını, kimlik ve dilini inkâra dayalı bütün uyduruk bilgiler, ilk ve ortaöğretimden üniversitelere kadar bütün eğitim müfredatı taranarak ayıklanmalı ve yeni ders programları, eğitim müfredatları Kürt varlığını ve dilini kabule uyarlanmalıdır.”
Hani Türk ırkçılarının sıkça tekrarladıkları bir sloganları vardır: “Her şey Türk’e Göre ve Türk Tarafından” diye. Şimdi Sn Yazar, bu bakış açısını tersine Kürtler için çevirmeye çalışarak, Türkiye’de Türk ve Kürt olmayan insanların sorunlarını da yok sayarak görmeyerek bütün eğitim programlarının adeta “Kürtlere göre ve Kürtler için” yeniden düzenlenmesini savunmaktadır. Eğitim programlarında Kürtlerinde dikkate alınması doğal ve kaçınılmazdır ama bu değişimin Kürtlerle sınırlandırılması isteği bir Mankürdist yaklaşımdır. Çünkü Türkiye’yi Türklerden ve Kürtlerden ibaret gören bir yaklaşımın sonucudur. Türk ve Kürt olmayanlarında insani ve kavmi durumlarını hesaba katmayan bakış açıları insani ve adaletli olmaktan uzaktır ve Türk ırkçılığına karşı Kürt ırkçılığına sığınmadır. Doğru bir tutum değildir.

“Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, bugün egemen ideolojinin müntesipleri Kürtlere yapılanın milyonda biri bile kendilerine yapıldığında dağa çıkacaklarını söylüyorken, hatta MHP kendisine bir zulüm yapıldığında değil, Kürtlerin haklarından bir kısmı verildiğinde dahi dağa çıkacağını söyleyebilmekteyken, bunca zulüm ve işkence sebebiyle dağa çıkmış olanların, henüz hiçbir somut hak iadesi sağlanmadan, uğrunda bunca bedel ödedikleri temel haklar iade edilmeden dağdan inmesini beklemek ne mümkün ne de makuldür.”
Sn Yazar bir taraftan PKK’nın varlığını Jitem ile Ergenekon ile ilişkilendirirken diğer taraftan da PKK’lıların dağdaki faaliyetlerini şehirdeki terörlerini Kürt halkının menfaatları için olağan ve gerekli görebilmektedir. Eğer gerçekten PKK ile Jitem ile Ergenekon ile ilişkili ise dadaki ovadaki faaliyetlerinin Kürtlere ne faydası olacaktır? Kürtlerin gasp edilen haklarının somut olarak iade edilmesi şartını ileri sürmektedir dağdan iniş için. Dağdakiler inerse “DTP’liler Öcalan’a baskılar artar” diye endişe içindeymişler. Sn Yazar bu endişelere de hak vermektedir. Görüldüğü gibi Türk ırkçılığına, Kemalizme muhalefet etmek iddiası ile İslam için yola çıktığını iddia edenler Kürt ırkçılığında demir atmışlardır. PKK’nın Kürt Sorunu için ileri sürdüğü iddiaları sahiplenmişlerdir. Mankürdist anlayışla Kürt ırkçılarının bütün nakaratlarını Öcalan’ın rahat etmesine kadar sahiplenmişlerdir. PKK’lılara dağdan inin bu kan dursun diye içerden ve dışardan telkinlerin yapıldığı bir dönemde, PKK’lılara dadan inmeyin oraya çıkmanız doğrudur, orada yaptıklarınız doğrudur diye telkinlerde bulunulmaktadır. PKK vahşetinden katliamlarından Kürt sorunun çözülmesine bir katkı umulmaktadır.

İsteyen Türk ırkçısı isteyen Kürt ırkçısı olabilir. Hatta PKK’lıda olabilir. Yarın mahşerde hesabını Allah’a verir. Ancak bu tercihlerin İslam ile İslamcılık ile örtülmesi büyük bir ayıptır. İslam’ın istismarıdır. Pek çok ülkede İslam’ın istismarının değişik örnekleri görülmüştür. Türkiye’de de başta Türk ırkçıları olmak üzere pek çok kişi ve çevre İslam’ı istismar örnekleri ortaya koymuştur. Marksist bir katil şebekesi adına din istismarı yapılarak, onun yapıp ettiklerinin savunulması örnekleri ile ilk kez karşılaşılmaktadır.

1-Mehmet Pamak, Kürt Sorununa Sistem İçi Çözüm Arayanlara Somut Öneriler. Haksozhaber.net, 6 Ekim 2009

print

Bir cevap yazın