Marksizm’in Altın Günleri

halildag.JPGHalil DAĞ

KONSEPT

Siz dostlara ilk merhabamı diyeceğim bu yazıya başlamadan önce ilk günümde ne yazsam diye uzun uzun düşündüm, bir türlü karar veremedim en sonunda dönüp dolaşıp yeniden altın günlerini yaşayan Marx ekseninde üç beş kelime serdetmekte karar kıldım. Sürç-i lisan edersek şimdiden affola!.

Keynes sonrası ekonomik uygulamalarla birleşen Fordist Üretim Tekniği 1960’larda önemli ölçüde bir ekonomik refah dalgası yaratmışken 1974’lere kadar olan yıllar “Kapitalizmin Altın Çağı” olarak tarihe geçti. Bu ekonomik genişleme dönemi mali sistemdeki kurumsallaşma ve genişleme ile birleşince; Petrol Krizine rağmen batı ekonomileri, günümüze kadar kapitalist sistemin sürükleyici gücü olarak gelmeyi becerdiler.

Ancak bu süreç Marksist söylemin favori kavramı olan “sömürü” düzleminde gerçekleşti. Çünkü batı ekonomik sistemi çok uluslulaştıktan sonra teknolojik bilgi birikiminin de desteği sayesinde emek ile bağını koparmıştır.  Özellikle 1980 sonrası süreçte yaratılan katma değerin büyük bir kısmının emek dışı kesimlerde gerçekleşmiş olması günümüz insanlığının yoksulluğunun temel nedenlerinden birisidir ve şimdilerde yaşanan sorunu kalıcı hale getiren en önemli faktördür.

1980’ler Amerikan üreticisinin yükselen piyasalar karşısında rekabet gücünü kaybettiği yıllar olarak asıl dönüm noktasıdır. Modern Çağın son krizi (Çünkü kapitalizmin bundan sonra bir kriz daha yaşama şansının olmadığını düşünüyorum) olan Mortgage Krizinin altyapısı olan Mortgage Sistemi o yıllarda bu gerilemeye karşı bir çözüm olarak devreye sokulmuştur.

1960-70’lerin küreselleşmesi ile üretim üsleri Amerika dışına kaymaya başlayınca Amerikan üretim sistemi başını Japonya’nın çektiği Asya Kaplanları karşısında tutunamaz duruma gelmiştir. Buna çözüm olarak ABD yönetimi yurtiçi tasarrufların ülke içinde kalmasını sağlayacak olan ipotekli satış modelini devreye sokmuştur. Bu sistem; iktisatta çok iyi bilinen “Sürekli Gelir Hipotezi” üzerine kurulmuş bir sistemdir. Bu da ömür boyu sömürü demektir.

Bu sisteme göre yerli tüketicinin konut ihtiyacı karşılanırken, onun birikimleri Toyota yada daha başka bir “çekik gözlü” markanın sevdasıyla ülke dışına çıkmayacaktı. Ayrıca konut sektörü aşağı yukarı tüm girdileri ülke içinden karşılanabilen tek sektördü. Bu sayede tüketici nihai harcaması ile (bu harcama yaklaşık otuz yıl kesintisiz olarak sürecek bir bağımlılık içermektedir.) birikimlerini ülke içinde harcamakta, satışı yapanlar ise tüm girdilerini yine ülke içinden karşılayarak paranın dolanımı ile yeniden değer yaratmaktaydılar.

Özal’ın icadı olan TOKİ Sistemi de bizde aynı amaçla ortaya konmuştur. Temel maksat, ülke içi üretim gücü sınırlı miktardaki tasarrufları massedemiyorsa, bu birikimlerin yurtdışına kaçmasını (Bu anlamda ithalat, kaynakların yurtdışına transferinden başka bir şey değildir.) önleyecek üretim modelleri geliştirmektir. Mortgage ve bizdeki TOKİ sadece bu amacı gerçekleştirmek için üretilmiş modellerdir.

Ancak pür kapitalist diğer modellerde olduğu gibi bu modeller de artık değer ve emek gelirlerini hedef alan modeller olduğu ve kapital gelirleri sistemce korunduğu için sonunda zorlama sistem iflas etmek durumunda kalmıştır. Çünkü bu modeller zaten sınırlı geliri olanların gelirlerinin ömür boyu ipotek altına alınması üzerine kurulmuştur.

Ülkemizde TOKİ bu işi yine emek gelirlerinden toplanan vergilerle yapmaktadır. Dar gelirliler her halükarda bir kısır döngü içerisinde sefaletinin saltanatını sürerken devletin dar gelirlinin geliri ile ürettiği konutların tüm girdilerini devlete kapitalist sermaye satmakta ve alttaki daha da fakirleşirken kapitalist bir kat daha zenginleşmekte ikisi arasındaki mesafe gittikçe artmaktadır. Amerika’daki durum da bundan pek bir farklı değildir ve kapitalist burjuva kesimi kendini besleyecek olan emek geliri sahiplerini sömürüde çizmeyi aşarken kendi kanına da zehir katmaktadır. Zaten sermaye kesimini çaresiz bırakan da varlığına göz dikilecek bir kitlenin ve sömürü alanının kalmamış olmasıdır.

Krizin patlak vermesine neden olan olaylar zincirini pas geçerek bugünkü duruma biraz bakmak lazım.

Çöldeki bedevinin ettiği yağmur duasını andırır bir biçimde tüm dünya liberal aydınlarının Obama Duası ettiği günümüzde, krizin mazisinden çok nasıl çözümleneceği üzerine fikirler üretilmeye çalışılmakta. Bu noktada eski bir gelenek yeniden canlanmış durumda.

Bu kapitalizmin kadim bir geleneğidir. İktisat biliminin –ahlaksız- yansızlığından da istifade eden bir gelenek hem de. Bu gelenek yoksullar ve tek varlığı emek olanlar üzerinde yeni ipotekler yaratılmasına dayanır ve varlıklı kesime yeni mülkiyetlerin kazandırılması ile sonuçlanır. Sonuç olarak her kriz insanlığı biraz daha bağımlı hale getirirken varlıklı burjuva kesimi –kendi içindeki seleksiyonu bir kenara bırakırsak- daha da varlıklı bir hale getirir.

Kapitalizm her krizinde sömürüsünü biraz daha derinleştirmiş, elini insanlığın cebine biraz daha derinden daldırmıştır. Yine yapılmak istenen şey budur. Tüm kurtarma paketleri içerisinde yoksul insanlara düşen pay ne kadardır acaba bir hesabı yapılmış mıdır?

Sistemin yaşatılması için bir bedel ödenmesi gerekir gibi gizli ve ahlaksız bir savunma öteden beri fısıldanmaktadır ama nedense bedeli hep mağdurlar ödemekte, suçun faili maalesef hükmü yazan makamda ve kalemi kıran kişi sıfatıyla oturmaktadır.

Üretim imkanları bileşiminin batı dışındaki coğrafyalarda köklü bir yükseliş trendi yakaladığı bu dönemde batının yaşadığı krizin öncekiler gibi kolay atlatılması pek mümkün görünmüyor. Çünkü şimdiye kadar olan hep talep daralmasına bağlı üretim krizleri ve buna bağlı gerçekleşen diğer finansal krizlerdi. Ayrıca şimdiye kadar çözüm olarak getirilen talep artırıcı maliye politikaları veya sıkı para politikaları yek vücut olan kapitalist sistemin krizleri atlatmasını sağlamaktaydı.

Son yirmi yılda ise eski kıtanın kalabalık toplumları yarattıkları sinerji ile batının üretim gücünün çok çok ötesine geçtiler. Bu durumda batının ortaya koyacağı talep artırıcı yada benzer politikalar üretim yeteneğini kaybetmiş batıdan çok eski dünyanın yoksul toplumlarına yarayacaktır. Bu da batının bu krizi çok rahat atlatamayacağını, üretimi elinde tutan ile üretim avantajlarını kaybeden eski efendinin yakın zamanda rolleri değişeceğini göstermektedir.

Yaşadığımız günlerde Marks’a çok iş düşmekte. Rahmetli eğer ki -Marksistlerin yobazlığından sıyrılabilip- ben buradayım diyebilirse ortaya koyacağı fikirler gerçekten de Obama’nın daha da derinleştireceği ve gittikçe siyasallaştıracağı krizi çözmekte çok işe yarayacaktır. Çünkü “Yüce Kurtarıcı Obama” bu krizi eski usullerle çözmekte zorlanacaktır. Ya eski hükümranları eski kölelerinin ayağına götürüp ebedi bir barış imzalayacaktır ya da eski hükümranlar, hükümranlık hakkına bağlı olarak Çin, Rusya, Pakistan artık her nereye diş geçerse oraları özgürleştirmeye kalkışacaktır.

Tüm dünyada global sistemin ekonomik, politik ve diğer tüm unsurları ile birlikte tıkanmaya başladığı günümüzde, bizde de krize getirilen çözüm önerileri batılı kapitalistlerin önerilerinden pek farklı değildir. Varlıkların adaletli bir paylaşımını aklına bile getirmeyen kesimler, şimdiye kadar krizlerle insanlığın kanını içtikleri yetmiyormuş gibi şimdi de insanların ahretlik kefen parası olan işsizlik ve emeklilik fonlarına gözlerini diktiler.

Görülen odur ki para her yerde aynı rengi taşımakta ve sahiplerine aynı ruh iklimini yaşatmakta. Bunu değiştirecek halimiz ve ilahi kudretimiz maalesef yok ancak devlete ve kendini yönetici sayanlara birkaç şey önerecek kadar dilimiz dönmektedir.

İnsanlık -daha doğrusu insanımız- üç beş kuruş harçlıkla sevinecek yada birkaç günlük-haftalık nevalelerle teselli bulacak bir haleti ruhiyeye sahip olmaya başlamışsa dönüp işlenen günahın büyüklüğüne bir daha bakılmalıdır.

Ekonomi yöneticileri şunu unutmamalıdır;

İnsanlar, üretilen malları alabilmek adına ne kadar fazla gelire sahip olursa üretici o kadar güçlü olur. Aksi durumda Mortgage Sisteminde olduğu gibi tüketicilerin el konacak bir sürekli geliri yoktur. Çünkü herkesin bildiği gibi asıl tüketici olan emek geliri sahiplerinin tüm gelirleri zaten vadesi yılları alan ipoteklerle el konuşmuş durumdadır.

Üretilebilecek tek çözüm bu sefer fedakârlığın varsıl kesimce yapılması, yoksul kesimin şimdiye kadar yapılanların karşılığı olarak güçlü desteklerle ve kalıcı olarak toplam refaha ortak edilmesidir.

Çünkü refah harcatır. Her harcama da yine üreticiye kar olarak döner. 

Bu ilk yazıyı bu kadar uzun tutmayı düşünmüyordum.

Ancak dilin kemiği yok, söylenecek söz de çok.

Geriye hoşgörünüz ve affınız kalıyor.

Marks bu yazının neresinde derseniz, Marks aslında bu yazının her yerinde. Fakat alışıldık Marksist üslupla bakarsak Marks öldü yaşasın Marksizm!… 

Saygı ve Selamlarla

print

Bir cevap yazın