Dünden devam…
Mumbai’de patlayan bombalar; Hint Medeniyetini, Batı Medeniyet dairesinin içine almayı amaçlayanlarca patlatılmış bombalardı. İstanbul’da ise İslam Medeniyetine karşı Batı Medeniyet dairesinin, en ahlaksız saldırıyı yapan siyasi lideri Danimarka Başbakanı Rasmussen, bir Batı sembolü olan ve Batı’nın güvenlik şemsiyesi olan NATO’nun başına getirildi. Yani Batı’nın güvenliğini katıksız bir İslam düşmanı olan Rasmussen’in başında olduğu NATO sağlayacak. Hedefteki düşman kim olabilir diye ben de sizler gibi merak ediyorum. Rasmussen tek söz sahibi olmayacak elbette ama gözümüzün içine bakarak aday yapılması da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Geçen hafta Pakistan resmi makamları bir açıklama yaparak Amerikan uçaklarınca (insansız saldırı uçakları) öldürülen Pakistan vatandaşı sayısının 360’ı geçtiğini bildirdiler. ABD, Pakistan’ın Türkiye’den sonra dünyadaki en büyük müttefiki ve dostudur. Sırf bu saldırılar bile artık haritada Pakistan diye bir ülkenin artık var olmadığını göstermektedir. Ve bu işi bu yıl bilemediniz önümüzdeki yıl Rasmussen’in liderliğine geldiği ve 11 Eylül sonrası yeni roller biçilen NATO yapacaktır. Obama’nın da dış politika söyleminde Afganistan Sorunu’nun merkez ağırlığa sahip olduğunu ve bu sorunun kaynağının Pakistan olduğuna olan inancı göz önüne alırsak Pakistan artık geçmişte kalan bir isimden başka bir şey değildir. En azından Cinnah’ın düşlerini süsleyen harita şimdiden değişmiş durumdadır.
Evet, görüldüğü gibi kapitalizm hem krizini tımar etme derdinde hem de yeni haritaları hayata geçirme peşindedir.
Bu arada unutmadan söyleyelim; Batı’nın NATO şemsiyesi altında yeni bir dünyayı biçimlendirme toplantısı yaptığı gün, Kuzey Kore (Çin ile müttefiktir ve olası bir ABD–Hindistan İttifakının da en büyük düşmanıdır) nükleer bomba denemesi yaptı. Bu kontrol edilemez bir çatışmanın çok da uzakta olmadığını göstermektedir. Bu çatışma ise bir değil bir çok haritayı etkileyecektir.
Türkiye bu senaryoların neresinde diyecek olursak; Türkiye’nin yerini yada konumunu tanımlamaya çalışalım.
Davos’ta şişen balon ne yazık ki hem de İstanbul’da çok çabuk söndü. Böylece Davos’un da bir kurgu olduğu ortaya çıktı. Ayrıca İslam Dünyasının Liderliği safsatasının ancak ve ancak Batılı büyüklerin öngördüğü biçimde gerçekleşebilecek bir şey olduğu anlaşıldı. Düşünsenize, hem bir dünyanın liderliğine soyunuyorsun hem de sana alenen en can alıcı yerinden vuran birisini içinde olduğun bir askeri organizasyonun başına getiriyorsun. Bu nitelikte birinin düşman olarak kimi göreceğini de anlatmaya gerek yok herhalde. Düşmanına “beni sen koru” diyen bizden başka biri yoktur herhalde.
AB Sürecinde yeni adımlar atmak isteyecek olan Türkiye, bu ziyaret ile ortaya konan tabloya göre Heybeliada Ruhban Okulu ve Ermenistan konularında zor günler yaşayacaktır.
Kürt Sorunu olarak eskiden Güneydoğu Anadolu Bölgesi odaklı sorunlarla uğraşan Türkiye artık Kürt Sorunu adı altında güneyinde resmi ve yeni bir otorite ile muhatap olmak zorunda kalacaktır. Her ne kadar adı devlet olarak konmasa da sonuçta orada devlet olma vasıflarının hepsini bünyesinde taşıyan bir otorite artık vardır ve etki alanı daha da genişleyecektir. Devlettir, çünkü orada diplomatik görevleri olan Türk yetkilerinin sıradan vatandaş muamelesine muhatap edildiklerini ve seslerini çıkaramadıklarını daha 2005 yılında bizzat kendi gözlerimle gördüm. Şu an durum mutlaka daha da ileri seviyelerdedir. Eğer ki oradaki otorite bir devlet değilse böylesi muameleye devlet görevlisinin (uluslararası misyonu olan görevliler) karşı çıkabilmesi gerekirdi. Başkaları ne derse desin ben kendi şahit olduklarıma dayanarak Barzani Yönetimini bir devlet olarak tanımlamaktan çekinmiyorum.
Devamı yarın…