Yıllar önce internetin ve e-maillerin bu kadar sık kullanılmadığı (belki de olmadığı?) dönemlerde heyacanını kendine pek saklayamamış birisi olarak çok sevdiğim Ahmet Turan Alkan’a mektup yazmıştım. O ilk mektuba gelen cevap, beni çılgına çevirmişti doğrusu. Sen koskoca Ahmet Turan Alkan kalk, onca işinin gücünün arasında, küçük karisinin mektubuna cevap yaz! Ne büyük bir saadetti Allah’ım.
İnternetin yaygınlaşmasıyla bilgiye olduğu gibi takip ettiğimiz yazarlara da daha hızlı ulaşabiliyoruz. Hatta kimi yazarlarla dostluğa giden bir bağlantı kuruyoruz internet üzerinden. Sadece yazarlara ulaşmakla kalmıyor ayrıca okuduğumuz yazılar için taktirlerimizi ve tezhiplerimizi de hemen yorum olarak sunabiliyoruz.
Biz bunu yapıyoruz fakat, gazetenin gizli gözü bizi sürekli takip ediyor. Eğer bir köşe yazısının altına yaptığınız yorum birilerinin hoşuna gitmiyorsa, yayınlanmıyor. Yapılan yorumlar sansürleniyor. Elbette hakaret içeren ya da anafikri küfürlerin olduğu bir yorumun yayınlanması hoş değil fakat düşüncenizi aktardığınız bir yorumun sansürlenmesi sizi hem üzüyor hem de şaşırtıyor.
Yazarılara ve haberlere yorum yazabilme özelliğinin yanı sıra gazetelerin internet sayfalarından blog da edinebiliyorsunuz. Blogun ne olduğunu artık bilmeyen kalmamış olabilir; fakat ben yine de bir parça olsun açıklama yapmak istiyorum.
Yazarları tarafında gerek kendi yazılarını gerekse alıntı yazıları paylaştıkları web tabanlı günlük diyebiliriz blog için. Şiirlerini, hikayelerini, denemelerini, gördüklerini, hissettiklerini herşeyini yıllarca günlüklerde biritirmiş biri olarak bloga geçiş benim için hem kolay hem zor oldu.
Yazmak benim benim bir karakterimdi (o zamanlar) fakat yatağımın içine girip üzerine abanıp yazdığım ve herkeslerden sakladığım bir günlük anlayışından çıkıp, artık en mahrem duygularımı paylaşamayacağım ayrıca her okuyana bir de yorum yazmaya izin veren bir düzey içine girmiş oldum. Üç sene blogcu’da edindiğim blog sayfamda hem aynı blogdan arkadaşlarım hem de internet üzerinde gezinirken gelip beni bulan okurlarım oldu. Çok güzel yorumlar aldım almasına ama bunun yanında inanılması güç, poşetlik küfürleri içinde barındıran yorumlarda okudum. Elbette bu tür yorumları derhal sildim. Ama sadece bu tür yorumları sildim. Beni yalancılıkla suçlayacak şekilde gelen sert yorumları bile okurun bilgisine bıraktım.
Beni bu yazıyı yazmaya teşvik eden şey HT internet gazetesindeki blog sayfam oldu. Şu anda böyle bir sayfa yok. Yani defalarca baktım, yok. Kullanıcı adımı şifremi kontrol ettim, blog arama bölümünden blog ismimi arattım. Yok! Bildiğim blogculardan birinin sayfasını bulup, arkadaş listesine baktım. Orada da yokum! Allah, Allah!
Hani birçok yazımı yayımlamadıklarını biliyorum. Hatta bazı yorumlarımı ve bana gelen yorumları.. ama bu seferkinin biraz fazla olduğunu düşünmeye başlamışken, bir daha deneyeyim dedim. Adımı ve şifremi yazdığımda blog sayfamın ekrana geldiğini gördüm! Yani bana uygulanan yayın yasağı kalkmıştı ya da varolan teknik neden ortadan kaldırılmıştı ve artık görünebiliyordum.
Her ne kadar bir sözleşmeye tabi olsa da yayınlanmayan yazılar ve yorumlar için bir mazeretin verilmesi gerektiğini ve bu kadarcık bir şeye de hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Not: HT’den tanıştığımız beni yazarportal’de de -bir şekilde bulup(?)- takip eden sevgili arkadaşıma teşekkürlerimi sunuyorum.