Son bir kaç gündür kamu görevlileri arasındaki en önemli gündem maddelerinden bir tanesi Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği “Sendika aidatına ilişkin düzenleme“dir. Avrupa Birliği’nin öngördüğü sendikalılık oranını yakalayabilmek için hükümetin sendikalara ve memurlara bir nevi rüşvet olarak verdiği bu ödenek Türkiye’de kamu kesimindeki emek gücünün pazarlık etme şansını ortadan kaldıran gayrı ahlaki bir uygulama olarak memurlara önemli ölçüde zararlar vermekteydi.
Kamu Sendikacılığı Ve Sendika Aidatı;
Avrupa Birliği normlarında sendikalılık oranına ulaşmak için hükümet 2007 yılında yaptığı bir hamle ile Türkiye’de memurların sendikalılaşma oranını artırmaya yönelik olarak sendika üyesi olan her memurun sendika aidatını ödeme kararı almıştı. Daha sonra hükümet-sendika pazarlıklarında bu “ballı kaymağın” farkına varan sendikalar hükümet ile her zam pazarlığında bu konuyu gündeme getirdiler. Süreç içerisinde sendikalar hükümettten sendika üyesi olan memurun sendika aidatının devletçe ödenmesinin yanında sendika üyesi olan memura devlet tarafından 5 ila 10 TL arasında ödenek verilmesini de sağladılar.
Bunu memur için başarılmış büyük bir iş olarak memurun önüne koyan sendikalar, memurların önüne getirdikleri üyelik formunu “Dolduruver şunu, üyemiz ol, nasıl olsa aidatını devlet veriyor, üstüne bir de 10 TL maaşına ek ödeme yapıyor” diyerek doldurtmaya başladılar. Bu yolla ülkemizdeki sendikalı memur sayısı bir anda fırlarken memurların gerek özlük hakları gerekse maaş gelirlerinin toplamı piyasa koşullarında reel olarak hızla erimeye başladı.
Örnek vermek gerekirse;
2007 yılının Toplu Görüşme döneminde, hükümet daha masaya oturmadan memurlara “120 TL seyyanen zam” fikrinde olduğunu beyan etti. Ancak toplu görüşme yetkisini elinde bulunduran işgüzar sendikalar bu teklifa daha baştan “hayır” dediler. Devamında yapılan pazarlıklarda ise masadan “Memurlara 60 TL zam ve sendikalara da üye olan her memur için 5 TL sendika aidatının devlet tarafından ödenmesi” şeklinde bir anlaşma ile kalktılar.
Yani bu anlaşma ile sendikaya üye olacak her memurun üyelik aidatını devlet verecek, sendika da hakkını aramak için hiç bir şey yapmadığı memurun üyeliği sayesinde kasasına “kelle başına” 5 TL atacaktı. Bu uygulamaya geçilmesi hızlı bir şekilde sendikalar arası üyelik ve güç dengesini de değiştirdi. İktidar yanlısı olduğu ileri sürülen bazı sendikalar ve bunların konfederasyonları arkasındaki iktidarın yarattığı baskının da etkisiyle üye sayısını hızla artırırken pazarlık masasının birinci aktörü konumuna gelirken kimi sendikalar da pazarlık masasının tamamen dışında kaldılar.
Yandaş Sendikacılık;
Memur sendikacılığında böyle bir uygulamaya geçilmesi memurların temel özlük haklarının ve maaş benzeri gelirlerinin korunmasına çok büyük bir darbe vurmuştur. Çünkü, “kendini memura kabul ettirmek, memur için yaptıklarını memurlara beğendirmek gibi bir zorunluluğu kalmayan sendikalar“; toplu sözleşme masasından memurların haklarını geliştirerek değil kendi kasalarını doldurarak kalkmışlardır.
Tüm modern sistemlerde sendikalar, temsil ettiği kişiler için yaptığı çalışmalar sayesinde üye kazanabilmektedir. Bu zorunluluktan dolayı sendikalar deyim yerindeyse “kıran kırana, dişe diş” mücadele etmektedirler. Böylesi bir sendikacılık anlayışı da her halükarda memurların haklarının mütemadiyen artırılmasını sağlamakta, memurlar da hakkını arama konusunda en hünerli sendika hangisiyse üyelik tercihini ondan yana yapmaktadır.
Ancak bizdeki uygulama yüzünden memurun hem bir aidat yükümlülüğü olmadığı hem de üyeliği sayesinde maaşında cüzi de olsa bir artışın olması memurları, ayrım yapmaksınızın “siyasi iktidara yakın sendikalara” yönlendirmektedir. Bu aynı zamanda memurların da aşırı düzeyde politize olmasına yol açmakta, sendikaları memurlar için bir çaba gösterme yükünden kurtarırken gerçek sendikacılığı da öldürmektedir.
Diğer yandan memurlara sendika üyesi olmanın yanında bir şey kazandırmayan bu tarz bir sendikacılık anlayışı, sendikaları memurların haklarını arama ve koruma konusunda adım atmaktan kurtarmaktadır. Henüz yasal mevzuatın memurun haklarını koruyacak şekilde geliştirilmiş olmamasından dolayı memurların böylesi bir sendikalaşma ve pazarlık karşısında bir şey yapma şansı da yoktur. Diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi memurların henüz “iş yavaşlatma, grev, lokavt” gibi sendikal eylemlere girişmesi memurlara bir hak olarak tanınmamıştır. Memurların haklarını korumak için gerek bireysel gerekse toplu olarak girişimde bulunması hala “suç” kapsamındadır. Özellikle birden fazla memurun aynı konuda ortak hareket etmesini suç sayan mevzuat hükümleri dolayısıyla memurların gerek sendikal olarak gerekse başka yollarla hak araması mümkün değildir.
Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi ülkemiz sendikacılığı açısından tam bir utanç olan düzenlemeyi iptal ederek memur sendikacılığı konusunda deyim yerindeyse tüm taşları yerinden oynatmıştır. Çünkü, zaten dar gelirli kapsamında olan memurlar bu uygulamanın kalkması ile aylık olarak hem 10 TL’lik devlet yardımından mahrum kalacak hem de üyeliğinin devam etmesi için her ay sendikaya 5 ile 10 TL arasında değişen bir meblağı ödemek zorunda kalacaktır. Durumun bu noktaya gelmesi ülkemizdeki bedavadan sendikalı olma furyasının önünü kesecektir. Yani sendikalar zahmetsizce üye yaptığı memurlar için devletten kelle başına aldığı sendika aidatından mahrum kalacaktır. Bu durumda hem hiç bir şey yapmadan iktidarı arkasına alan sendikalar üyelerinden olacak hem de hak arayan ve çalışan sendika ile kelle hesabı yapan sendikalar arasındaki eşitsizlik ortadan kalkacaktır.
Bunun getireceği en önemli yenilik yada fark ise; bundan sonra hızla üye kaybeden sendikaların üye sayısını koruyabilmek ve artırabilmek için sendikal faaliyetler bakımından önce kendi aralarında “kıran kırana” bir mücadeleye girecek olmalarıdır. Arkasından ise pazarlık masasında değişen dengeler sonucu sendikalar ile hükümet arasında “dişe diş” pazarlıkların görülecek olmasıdır.
İşsizlik Ve Eğitimli Kesimin İşsizliği;
Her ne kadar birilerini teğet geçse de ülkemiz ağır bir ekonomik kriz yaşıyor. İşsizlik had safhaya varmış durumda. Özellikle eğitimli kesimin işsizliği % 30’lar olarak ifade edilmekte. 1,5 milyon civarında üniversite mezunu her yıl ara vermeden mütemadiyen daha yüksek puanlar alarak ön sıralara geçebilmek için KPSS sınavına girmekte. Eğitim sistemi neredeyse felç olmuş durumda, ülkenin eğitim sisteminin öğretmen açığı 100 binin üzerinde. Öğretmen adaylarının bir kısmı ise hiç yoktan iyidir kabilinden ücretli öğretmenlik denen bir komediye mecbur bırakılmış durumda. Ve böylesi bir ortamda güç bela kamu hizmetine intisap etmiş emek sahiplerinin emeğinin sendikalarca suistimal edilmesinin Anayasa Mahkemesi’nce engellenmesi milli gelirin bölüşümü açısından oldukça önemlidir. Çünkü yüksek enflasyon karşısında nominal ücretlerin hızlı bir şekilde eridiği günümüzde sabit gelirli memurların reel ücretleri tarihinin en kötü dönemlerinden birisini yaşamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin bu kararı gelecek açısından iki konuda önemlidir;
Bunlardan birisi sendikaların gelir kapısı olan üye sayısını artırmaları artık memurlar için verdikleri mücadeleye endeksli olması sabit gelirli memurların lehine gelişmeler yaratacaktır. İkinci önemli gelişme ise, sendikaların sosyal sorumlulukları açısından olacaktır. Çünkü sendikalar için “yattığı yerden kasasını doldurma” dönemi sona erdiği için sendikalar asli görevlerine yani sendikacılığa dönecekler ve bu da dolaylı olarak işsizlik özellikle eğitimli kesimin işsizliği üzerinde etkiler yaratacaktır.
Çünkü sendikalar toplum nezdinde sempatilerini artırabilmek için sosyal sorumluluklarını hatırlayacak, sadece üyeleri için değil aynı zamanda ülkenin büyük bir ayıbı olan “KPSS, Memur Atamaları, Öğretmen Atamaları” gibi konularda da çalışmalar yapmaya başlayacaktır.
Bunun işsizlik üzerinde ne gibi bir etkisinin olacağına gelince;
Doğrudan çözümler üretmese bile sendikaların böylesi bir rahatlıktan mahrum olması onları, toplumda daha geniş kitlelere ulaşmaya, önemli ölçüde bir kamuoyu gücü elde etmeye zorlayacaktır. Bu ihtiyaç sendikaları özellikle memur adaylarının ve işsiz üniversiteli gençlerin sorunlarına eğilmeye yönlendirecektir. Kim ne derse desin önümüzdeki dönemde sendikalar sadece çalışan kesimin temsilcisi olmayacak işsizlikle boğuşan gençlerinde en önemli temsilcilerinden birisi olacaktır.
Çünkü;
Kendine kitlesel destek arayacak olan sendikaların memurların yanında işsiz gençlerin sorunlarına da eğilmesi ve gerçek sendikacılığa dönüş yapması iktidarın da memur ve öğretmen alımları kousunda kafasına göre hareket etmesinin önüne geçecektir. Özellikle öğretmen açığının 100 bini geçtiği bir eğitim sisteminin yetersizliği ortadayken sendikaların ve onların yaratacağı kamuoyunun desteğiyle diğer kesimlerin baskısına hükümetin ve hükümetlerin duyarsız kalması mümkün değildir. Bu konuda hükümeti birşeyler yapmaya zorlamak ve başarılı olmak üye sıkıntısına düşecek sendikalar için adeta bir can simidi olacaktır.
Hele de şu yaşanan krizin tek çözümünün ivedilikle işsizliğin azaltılarak toplumun moral değerlerinin yükseltilmesinden geçiyor olması bu konuda sürpriz gelişmelerle karşılaşacağımızın en önemli işaretlerinden birisidir. Ancak bu konuda işsizlikle boğuşan genç kesimlere de önemli bir görev düşmektedir. Onların da elden geldiğince organize bir şekilde hareket ederek yaşadıkları sorunlar konusunda, sendikaları ve diğer sosyal organizasyonları daha duyarlı hale getirmeleri gerekmektedir.
Eğer ki gençlik arkasına böylesine güçlü sivil ve sosyal kesimleri alırsa ne Bakanlıklar ne de Milli Eğitim Bakanlığı; ihtiyacın yüzbinlerle ifade edildiği bir ortamda milletin gözünün içine baka baka, “şaka gibi 3-5 bin kişilik memur ya da öğretmen” atamalarıyla insanların duyguları ve hayalleriyle oynamaz. Yetkili kurumlar bu şartlarda daha gerçekçi politikalarla hem ekonomik krizin çözülmesine katkıda bulunur hem de binbir emeğin mahsulü yüzbinlerce diploma hakettiği kıymete kavuşur.
Ümit dolu güzel günler dileğiyle…