Ne garip zamanları yaşıyoruz…İnsanlık bir mikrop salgınından kurtulmadan kısa bir süre içerisinde başka bir mikropla mücadele etmek zorunda bırakılıyor.Bir bakıyorsunuz kuşlar hastalanmış, bir bakıyorsunuz danalar delirmiş, bir de bakıyorsunuz maymunlar, domuzlar isimleriyle anılan salgınların oyuncuları haline gelmişler…Nasıl bir haldir bu anlamak pek mümkün değil!… Dünyanın veya insanlığın doğal yapısından kaynaklanan kaçınılmaz bir durum mu söz konusudur yoksa dünyayı ve insanlığı fesada uğratmak isteyen bir ya da birkaç zümrenin eliyle şerli ferli bir şeyler mi tezgâhlanıyor? Anlayabilmek zor…
Değil mi ki, AIDS, deli dana, kuş gribi ve arkasından domuz gribi ile uğraşıyoruz son çeyrek asırdan bu yana… İnsanlık sabaha endişeyle uyanıyor, kapısını araladığında mutlaka bir virüsle karşılaşmanın korkusuyla başlayan bir gün boyunca irrite edici bir endişe ile günü akşama kavuşturmaya ve yaşamaya çalışıyor. Arkasından virüs temizlikçilerinin medyadaki yoğun propaganda baskısına boyun bükmenin geldiği şüpheli bir enformasyon sürecini de ekleyecek olursak çıkın çıkabilirseniz işin içinden.
Yani öyle bir süreç ki bu; sanki çıkıverdiği söylenen virüslere benzer biçimde aynı dehşette virütik bir dünya ve aynı derecede şüpheli bir gidişatı yaşıyoruz bile diyebiliriz. Zaten olan bir şeye yeni bir isim veriyorlar da ortalığı velveleye mi boğuyorlar yoksa yaşadığımız zaman daha önceki zamanlarda yaşayanların maruz kalmadığı bir ya da birçok mikrobu mu üretiyor… Tevekkeli değil; hem zaten ‘biz doğduk ve kirlendi dünya’ diye şarkılarımızda da söylüyoruz ya..
Yinede bir gerçek orta yerde hiçbir çuvala sığmayan bir mızrak gibi duruyor; bu virüslerin ortaya çıktığını çığır çığır söyleyenlerde, ortaya çıktığı söylenen bu virüs için tasarlanan ilaç, aşı veya temizlik maddelerini üretenler de aynı ellermiş gibi bir durum yaşanıyor galiba. Tıpkı zavallı köylülerin kümeslerindeki kaz ve tavukları naylon torbalarda boğan kuş gribi metodistlerinin yaptığı gibi küresel kapitalistlerin yeni buluşu olan domuz gribi hakkında söylenenler de bu düşüncemizi kuvvetlendiriyor… Gerçi henüz orada burada domuzların boğazlandığını görmedik henüz.
Şunu söylemek mümkün mü bilemiyoruz; ama en azından üzerinde düşünmek gerekiyor. Malum, kapitalizm ve yeni versiyonu globalizm bilfiil kendi kurgu ve kuramcı sömürgecilerinin doymak bilmeyen hırslarıyla işlerlik kazanıyor. Denilebilir ki, sanki de bir dönem Ali Şeriati’nin söylediği gibi, bir yerlerde salt bir hastalığın eğitimini alan düşünsel gelişime benzer biçimde hem de fiilen üretilen bir hastalığa uygun tedavi ve korunma yöntemleri bütün insanlık üzerinde deneniyor. Sanki insanlığı heder ettiği öne sürülen bu virüsleri üretmekle servet üzerine servet katmayı hedefleyen bir teşhis ve tedavi süreci yaşanıyor… Dediğimiz gibi her bakımdan garip bir hal bu; yani orta yerde bir salgından söz ediliyor ve canhıraş bir aşılama ve ilaçlama yaygarası da bu salgınla birlikte bütün dünyanın gündemine boca ediliyor.
Oysa biliyoruz, ister bu kapitalist arzunun isterse bu yeni versiyonu globalist hezeyanın mecbur kalmadıkça, insanlığı koruma veya insanlığın zararına olan bir şeyden uzak durma gibi bir lüksleri yoktur. Adı üstünde Global kapitalizm; insanlığı ancak daha daha büyük kazançlar için deney tahtası ve bir araç olarak görüyor…
Bilinen gerçektir; Vestfalya bölüşümünden bu yana uluslararası birçok teşkilat ve örgüt küresel kapitalizm dediğimiz kişi ve gurupların yönlendirdiği büyük güçlerin güdümünde. Öyle ki; sömürgeci globalistler uluslararası antlaşmalarla istediklerini yaptırabiliyor, bir yanda asırlardan bu yana orada burada sayısız insan, çocuk ölüp giderken sarı butonlarla sanal yardımları dikte eden aptalca bir durum yaşanabiliyor.
BM örgütüne bağlı olan Dünya Sağlık Örgütü de maalesef bu örgütlerden bir tanesi. Bildiğimiz kadarıyla BM ile anlaşması bulunan her ülke Dünya Sağlık Örgütü’nün isteklerini yerine getirmek zorunda… (Bunun için Dünya Sağlık Örgütü Uluslar arası Sağlık Tüzüğü 2005’e bakabilirsiniz.)
Durumu çözebilmek için bütün dünyanın imzaladığı ve kendini bağıtladığı tüzükten aşağıdaki iki maddeye bakmak bile yeterli…
1-Aşılar, Ek 7 de belirtilen veya bu Tüzük kapsamında tavsiye edilen diğer hastalıktan korunma yöntemleri(proflaksi) uygun nitelikte olacaktır; DSÖ’nün belirlediği bu aşılama ve hastalıktan korunma yöntemleri, DSÖ’nün onayına tabidir. Talep edildiğinde, taraf devletler bu tüzük kapsamında ülkesinde yürüttüğü aşılama ve hastalıktan korunma yöntemlerinin (profilaksi) uygun olduğuna dair kanıtları DSÖ’ne sağlayacaktır.
2-Devletler, Birleşmiş Milletler Şartı ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak, kendi sağlık politikaları doğrultusunda yasa koyma ve bu yasaları uygulama egemenliğine sahiptirler. Bunu yaparken, UST’nün amaçlarını göz önünde bulundurmalıdırlar.” www.hssgm.gov.tr/mevzuat/uluslararasi…/Uluslarasisagliktuzugu.doc/ DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ ULUSLARARASI SAĞLIK TÜZÜĞÜ (2005)
Şimdi gelişmeleri izleyelim ve okuyalım; Bundan yaklaşık iki ayı aşkın bir süre önce (Bir yandan da ABD tarafından mı piyasaya sürüldü tartışması devam ederken) ilk defa Meksika’da ortaya çıkan A tipi H1N1 virüsü olarak da adlandırılan domuz gribi (dünyada binlerce kişinin ölümüne neden olan, domuz gribi olarak bilinen ‘2009 H1N1′ virüsüne karşı geliştirilen aşının içinde ‘domuz gribi virüsüne ait genetik materyal bulunmaktadır) kısa süre içerisinde bütün dünyayı tehdit etmeye başlıyor.. Yaşanan gelişmeler sonucunda 74 ülkede çok hızlı bir şekilde yayılan bu virüs için Dünya Sağlık Örgütü hastalıkla ilgili alarm seviyesini 5’ten 6’ya çıkarıyor…
Hemen bu gelişmelerin akabinde ise sıkı durun; Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Margaret Chan ( Çin asıllı olup Dünya Sağlık Örgütü`nde, 2005 yılında kuş gribinin insanları etkileyecek bir grip formu kazanmasına karşı yapılan hazırlıkları yürüttü.) örgütün griple mücadelede yeni öneriler ortaya koyacağını belirterek, ülkelerin gerekli düzenlemeleri buna göre yapmasını üye olan ve BM’lerde anlaşmaları bulunan bütün ülkelerden istiyor.. Ve devamla Dünya Sağlık Örgütü domuz gribinin kısa zamanda birçok ülkeye yayılan bir salgın haline gelebileceğini belirterek, tüm ülkelerden salgına hazırlık planlarını yürürlüğe koymalarını istiyor… tumgazeteler.com .
Bundan da öte bütün bu virüslü gelişim yaşanırken DSÖ nedense bütün dünyayı endişeye sevk edecek bir büyük beyanatı ortaya atmaktan da imtina etmiyor; Domuz gribi bütün garipliğiyle yayılırken başkan Chan açıklamasında, domuz gribi virüsünün şu an için durdurulamadığını kaydediyor.” http://www.dw-world.de/dw/article/0,,4321500,00.html
Medyanın aç ve düzeysiz ağına takılan haber bütün dünyaya yayılmakta gecikmiyor artık. Hastalığın kısa sürede yayılması ve tehlikesi basın organlarınca abartılıkça abartılıyor… Ve son noktada çözüm için gösterilen adres; domuz gribi aşısı. Tabi ki bütün bu süreçte her nasılsa ilaç firmaları daha önceden haberdar oldukları için çalışmalarını sürdürüyorlar…
Dünya genelinde paniğe sebep olan domuz gribinden nasıl bir fayda sağlanır, düşünmeye değer elbette, ama belirgin bir faydayı, sağlığı mikroplarla tehlikeye atılan insanlık değil tabii ki ilaç şirketleri alıyor.
Yoksa insanlığı mikroba boğan mikroplar (küresel kapitalistler) bu salgın öncesi kendilerine bağlı olan ilaç firmalarına ön hazırlık olmak üzere devasa yatırımlar mı yapmışlardır.
Değil mi ki; Global sermayenin elinde olan İsviçreli ilaç firması Novartis, A tipi H1N1 virüsüne karşı kullanılacak aşının ilk üretiminin gerçekleştirildiğini bildirerek bu pazardan pay almak için harekete geçmekte gecikmiyor. Ve aşının ilk serisinin ön klinik deneyler ve değerlendirmeler için kullanılacağını açıklayan şirket yetkilileri, aşı üretiminin Almanya’nın Marburg kentindeki tesislerinde üretmeye başlıyorlar.
Derken diğer küresel ilaç şirketleri de esip savrulan virütik salgına karışmakta gecikmiyorlar; Sanofi Pasteur şirketi, grip aşısı üretimini Swiftwater, Pennsylvania ve Fransa Val de Reuil’daki tesislerinde gerçekleştirdiğini duyuruyor hemen ve dünyanın önde gelen en büyük ilaç üreticileri de sırayla -Glaxo Smith Kline, Novartis ve Sanofi Pasteur isimli ilaç firmaları- domuz aşısını üretmeye başladıklarını duyuruyorlar..
Şimdi olayın perde arkasına bakalım; dünyada birçok devletin bütçesinden daha fazla sermayeye sahip olan İsviçre ilaç şirketleri Ciba-Geigy ve Sandoz birleşmesinden 100 milyar dolarlık bir dev olan “Novartis”; Glaxs ve SmithKline’ın birleşmesinden doğan % 7,5’lik pazar payıyla, kendi endüstrilerinin en büyük üçüncü firması oluyorlar. Ve gelinen noktanın parasal ifadesi; 600 milyon doz aşı üreten dünya ilaç şirketlerinin domuz gribinden 48 milyar dolar kazanması bekleniyor.
Dünyayı saran domuz gribi nedeniyle birçok ülke ilaç stoklamaya ve milyonlarca dozluk aşı kampanyaları yapmaya başlıyor. Bu durum domuz gribine karşı ilaç ve aşı üreten ilaç şirketlerine de büyük bir pazar yaratıyor. Dünya Sağlık Örgütünün baskısı sonucu birçok ülke aşı almak zorunda kaldığı için ilaç şirketleri milyonlarca doz aşı siparişi almaya başlıyorlar. Sipariş eden ülkelerin arasında Türkiye’de yer alıyor elbette. Türkiye ilkin Glaxo Smith Kline’dan 25 milyon doz, Novartis’ten 15 milyon doz, Sanofi Pasteur’den 3 milyon doz aşı siparişi veriyor. Sipariş edilen aşıları Glaxo Smith Kline, Novartis ve Sanofi Pasteur isimli ilaç firmaları üretiyor. Bu durumda sadece Türkiye için salgının toplam maliyetinin 640 milyon TL olacağı da belirtiliyor…
Görünen o ki, tamamen mikrop üretmeye ayarlı bir dizge içinde anlamını bulan küresel ve büyük mikroplar bütün dünyaya mikrop saçıyorlar. Sermayenin ellerinde devletleştiği küresel kapitalistler çeşitli desiselerle hazırladıkları planlarla hem insanlığı zehirliyor hem de sömürüyorlar.
Allah-u Teâlâ Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“İş başına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışan kimseler vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 205)
Günümüz sağlık sektörü maalesef sadece sömürge amaçlı kullanılıyor. Ve yine maalesef bu sektörde iyi kişilerin olması bu sektörün doğru yolda olduğunu göstermeye ve savunmaya yetmiyor. Öncelikle gerek yerel ve gerekse evrensel ölçekte tüm genel yönetimde olduğu gibi sağlık sektörünün yönetiminde de kan emici sömürgeci kapitalistlerin etkisini sıfırlamak gerekiyor.
İnsan sağlığı ile oynamanın önüne geçilmesi ise ancak sağlık sektöründe köklü bir değişime gidilmesi ile mümkündür.
Bu konuda ilmi değişikliğe gidilmesi kadar insanlığı sağlıklı kalkındırmaya sevk edecek fikirle değişiklikte gerçekleştirilmelidir.
Bu noktada ilk yapılacak iş; Dünya Sağlık Örgütü ile yapılan bütün antlaşmaları yeniden gözden geçirerek fesh edilmesidir.
Öncelikle de Müslümanlar kendi sağlık sektörlerini hem kendi ülkelerinde hem de dünya genelinde oluşturarak bu kuruma bağımlılıktan kurtulmalıdır.
Sağlık sektörü mikrop üreten değil mikroplarla mücadele eder hale getirilmelidir.
Sermaye yarışı yerine insanın daha sağlıklı bir yaşama kavuşması amaçlanmalıdır.
Sonuç olarak ta nerede yaşarsa yaşasın insan sağlığı üzerinden kazanç elde etme fikri yok edilmelidir.