Milletimin Üstün Yol Tarifi İle Alaca Karanlık Kuşağında Yolculuk
Sonunda enişteme resti çektik ve 16 yıl içinde ilk defa ablamı evden kaçırdım! Cumartesi akşamı Şehir tiyatrolarının Ümraniye Haldun Alagaş sahnesine gitmeye karar verdik. Sinemaya gitmek yerine, tiyatro daha iyi gelecekti. Bir saat önce gişedeydik ve 20:30 seansı dolmuştu. Bütün Ümraniyeliler’in tiyatroya gidesi tutmuş! Takdir ettik elbette, her ne kadar bizim için kötü olsa da.. “Ne yapalım, ne yapalım?” diye düşünürken, “Çamlıcalar’dan birine gidelim mi?” diye düşündük ve kalabalık gözümüzü korkutluğu için çok çabuk vazgeçtik bu düşünceden.Ablam yıllardır Fethi Paşa Korusu’na gitmemiş. Bindik arabaya, düştük yola.. Hava kararmaya başlamış, yollardaki trafik de artmıştı. Ben de ehliyet aksesuar olarak mevcudiyetini korumaya devam ederken, ablamın şoförlük deneyimi ise ev ve okulu arasında profesyonellik düzeyinde! Herkesin aksine, E5’te araba kullanmak yerine şehiriçinde dura kalka sürmeyi tercih ediyor. Ümraniye’den Üsküdar’a E5’ten çıkınca bir hayli tedirgin oldu. Aslında çok iyi kullanmasına rağmen hâlâ kendine güveni tam değil…
Altunizade’den Kısıklı’ya inen yol üzerinde hemem sağ girişlerden biri sizi Dilruba Restorant’ın bulunduğu Fethi Paşa Korusu’na çıkıyor. Ama hangi sağ girişin olduğunu bilmeniz için maalesef müneccim olmanız gerekiyor. Çünkü bir tane bile ilaç niyetine tabela bulunmuyor. Dolayısıyla girişi kaçırdık. İçimizdeki his giderek uzaklaştığımızı söylerken artık “birine soralım” dedik. “Hemen şuradan geri dönün, 500 metre ileride, ışıklardan sonra tabelasını göreceksiniz, sola dönün.” Birkaç tabela üst üste olmasına rağmen ne Dilruba’yı ne de Fethi Paşa’yı işaret eden bir levhaya denk gelemedik! Dönünce, birine sorduk. “Buradan giriş var mı, bilmiyorum ama sahilden (!) gidebilirsiniz” dedi. Hemen bir başkasına sorduk. “Soldan girin, düz gidin hemen karşınızda” Soldan girdik… Devam ettik… Karışmıza hiçbir şey çıkmadı elbette. Tekrar birine sorduk.
“Devam edin, ilk sağdan dönün, karşınıza çıkacak” derken yanındaki “geri gel biraz, bu yoldan devam et sonra sola dön” dedi.
onra kendi aralarında konuşmaya başladılar “niye geri aldırdın ki, devam etselerdi sonra dönerlerdi” dedi.
Diğeri:
“boşver abi, geri geri gitmeyi öğrensinler biraz..”
Güzel! Devam ettik. Üsküdar’ın daracık ara sokaklarından ilerlemeye çalışırken, gidiş geliş iskitameti olan bir sokağa girdik. Sokak, iki tarafına da park edilen arabalar yüzünden öyle daralmıştı ki ancak tek bir aracın geçebileceği kadar boşluk vardı. Yolda ilerlerken karşımıza bir servis aracı çıkıvermez mi! İyi niyet göstergesi zamanı gelmişti. Biz geri geri gitmeye başladık. Dört yol ağzına geldiğimizde arabamızın arkasını sağ yola çevirdik ve servisin geçmesi için bekleme moduna girerken, servis bizim durduğumuz yola bakan sinyalini yakmasın mı! İşte klasik erkek şoför, dedik döneceği zaman sinyal veren! Ne olacaktı şimdi? Ben sinirlendim elbette. “Şimdi mi sinyal verilir, kardeşim? Önceden nereye döneceğinin sinyalini verseydin de biz ona göre dönseydik?” dedim. Servis şoförü gençten bir delikanlı yanında da genç bir kız oturuyor. Delikanlı bir parça havalı… “Kim senin altına o arabayı verdi?” diye karşılık gevrek gevrek gülerek verdi. Ben durabilir miyim? “Sana kim ehliyet verdi acaba, daha nerede nasıl sinyal vereceğini bilmiyorsun?”
Etraftakiler konuya müdahil oldular. Onların baskısıyla sevris ileri devam etti. Biz de sağa döndük… Yine birine sorduk… Artık ümidimizi kaybetme noktasındaydık. Bir levha çok muydu? Derken bilin bakalım kiminle karşılaştık? Az evvel ki sevris şoförüyle! Plakamızı polise vermiş! Ablam pencereden fırladı. “Ver kardeşim! Ben tek yönlü yol girmedim, sen sinyal vermeden dönmeye çalıştın!”
Neyse alaca karanlık kuşağında ilerlemeye devam ettik. Kaç kişiye sorduk hatırlamıyorum. Nihayet korunun girişini bulduk… İstanbul boğazını ve Fatih Sultan Mehmet köprüsünü harika bir acı ile seyrederek çaylarımızı içip, hafiflemeye çalıştık…