Milli Devlet ve Milli Eğtim (III)

İyi bir eğitim, mutlaka iyi eğitilmiş “eğitici” kadrosuyla gerçekleşebilir.

Sistemi ve uygulama programları bu kadrolara rehberlik eder.

Eğitim kadrosu iyi yetişmiş bir Türkiye’nin, evrensel sermaye ve emperyalizmin muhtemel tehditleri karşısında “bilgi donanımlı” bir nesli yetiştirmesi zorunludur…

İyi eğitim görmenin, iyi eğitim kadrolarıyla mümkün olabileceğini tüm siyasi iradeler, “kurtarıcı” olarak ikide bir sahneye çıkanlar da dâhil, herkes bilir ve söyler; fakat ne hikmetse ısrarla yanlış yapmaya devam ederler… 

Birazcık geçmişe gidelim; ilkokul, ortaokul ve lise aşamaları için ayrı ayrı olmak üzere “ideal öğretmen” yetiştiren kurumlar; Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları (6 ve 3 yıllıklar), Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulları ve bu kurumlar arasında dikey ve yatay geçişler yapabilen bir sistem vardı. Bunu bugünün öğretmenlerinin belki de çoğu hatırlamıyor bile…

Peki, böyle bir sistem ve ayrı programların günün şartlarına göre değiştirilerek-geliştirilmesi kimin zararına olurdu?

Kimin menfaatlerine ters olabilirdi?

Her yönüyle bilgi ve görgü yüklü böyle eğitim kurumlarından yetişen başarılı “idealist” insanlar, Cumhuriyet’in temel ilkelerini, çağdaşlaşmanın ilkelerini, ekonomik ve sosyal kalkınma modellerini Anadolu’ya yaymaya devam etmeleri kimleri rahatsız ederdi? Cumhuriyete bağlı öğretmen yetiştiren tüm kurumların içinden en başarılı, zeki, çalışkan gençlerin seçilip gönderildiği ve en üst düzey eğitimin verildiği Yüksek Öğretmen Okullarıyla (Yüksek Muallim Mektepleri) birlikte öğretmen yetiştiren bu kurumların kapatılması bir planın, stratejinin sonucumuydu?

Konu irdelendikçe benzer soruları çoğaltmak mümkündür. Konuya başka bir boyutta bakıldığında, başka sorgulamalar da yapılabilir. Örneğin; Yüksek Öğretmen Okullarından mezun olan öğretmenler Türkiye’nin gerçeğine uygun “elit öğretmenler” değil miydi?

Anadolu’nun “Yeniden Uyanışı” için bu öğretmenler “kötü” temsilciler miydiler; buradan yetişen öğretmenler, milli uyanışı körükleyecek beyinler miydi?

Köyde-kasabada-kentte farklı modelleri olan “feodalizm”in, “elit” tabakanın, kentli “eşraf”ın, “aristokrat”ların, “beyaz yakalıların”, “papyonluların” karşısına yeni bir kadro mu çıkıyordu?

Azınlıkta olan bu sınıf ve gurup temsilcilerine “hizmet eden” köy çocuklarının okuyup üniversite bitirmeleri onların felaketi mi olurdu?!

Gerçekten söylendiği gibi bu okullar “anarşist”, “milliyetçi” yetiştiriyor muydu?

Evet, tüm bu soruların cevabı var ve olacaktır da…

Bir öğretmenin yaşam hikâyesini çok gerçekçi bir anlatımla yansıtan “Işığı Arayan Genç” isimli anı romanımın bir bölümünde, bu konuyla ilgili bir “hayıflanma”, “vatan için iç acıma” duygularımızı ifade ederken, konuyu irdelemiştik. Özetleyelim; Cumhuriyet tarihinde, eğitim alanında iki büyük proje sahneye konulmuştur; Köy Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen Okulları projeleri olmak üzere…

Bu projelerin ilki, ülkeyi top yekûn kalkındırma amacına yönelik bir proje idi. Kalkınmayı köyden başlatan bir proje… Çünkü Türk toplumu köylü bir toplumdu. Köy çocuğunu eğitip yine köye eğitimci olarak göndermeyi hedeflemişti…

Bu projenin yürümesi ve sonuç vermesi durumunda rahatsız olacak olanlar kimler olabilirdi? Tabii ki Anadolu’da hiç eksik olmayan “ağalık=feodalite”, yapıyı sürdürmek isteyenlerle “şeyhlik”, “tarikatçılık” ismi altında “din ticareti” yapanlar… Bunun için de bir bahane uydurulmalı ve siyasi iradeye baskı aracı olarak sunulmalıydı… O zaman yapılacak iş çabuk tarafından bahane yaratmak! Bahane kolay ve çabuk bulundu…

Köy Enstitülerin bazılarında okuyan öğrencilerin hem kız hem de erkek karışık olması “bağnazların, dar kafalıların, yobazların, ağaların, emek sömürücülerin” aradıkları bir fırsattı… Bunu çok kolay istismar edebilirlerdi… Ve ettiler de…

Onlara göre bu okullar “tehlikeli” kurumlardı! Bunun için bir bahane öne çıkarılmalıydı, çıkarıldı ve bağnazlıkları bahane edilerek gereken “damga” vuruldu…

Damga: “…Köy Enstitüleri komünist yetiştiriyor…”

Bu yalan yaygınlaştırıldı…

Hem de 1946 yılında bir Amerikalı uzmanın hazırladığı rapora dayandırılarak…

Kaldı ki bu uzmanın ülkesinde, köyde-kentteki okullarda kız-erkek ayrımı olmaksızın karma eğitim yapılıyordu… Fakat böyle bir eğitim kurumunun genç Türkiye Cumhuriyetine uygun-layık (!) görmüyordu.

Amacı, köy kökenli çocukların okuyup aydınlanmasını engellemek, sonra da, köye gidip emperyalistlerin amacının hilafına, aydınlatma görevinin yapılma potansiyelini temelden ortadan kaldırmak… Basiretsiz aklı-evvel politikacılarımız da, “..Batıda bir örneği olmayan eğitim kurumu neden bizde olsun, başımız dert mi açalım” diye kastedici kararlar aldılar. Ülkenin kalkınması, toplumun aydınlanması için gerekli olan Köy Enstitülerini katlettiler, yok ettiler…

(NOT: Evrende sosyal varlık olarak insan, gerektiğinde dost seçer, anne-baba ve kardeş seçemez. Türk milleti “dost” da seçemedi. Bu nedenle Türk milletine “dost” olmak bahanesiyle besledikleri niyetler sonunda bir şekilde yansıyor. Tarih boyunca Türk milletine yönelik menfur emelleri olanlar fırsat buldukça ortaya çıkmış ve faaliyetler yapmışlardır. Tıpkı birinci dünya savaşında bizi sırtımızdan vurdukları gibi… Demokrasi vaadiyle gelen ABD’nin bayraklarını öpmekten hiç tereddüt etmeyenlerin ne hallere düştükleri gibi…

Buyurun size “kanlı demokrasi” ya da “kirli savaş” sonuçlarını bırakıp gidiyorlar. Bir millet haysiyetinden ödün vermeye başladığı andan itibaren o işin sonu gelmez… Kafa yapısı bu olan insanların her devirde olduğu gibi bugün de var. “Yabancı bir ülke hâkimiyetinde daha özgür olurduk, dinimizi daha özgür yaşardık…” diyen zihniyetin güçlenerek bugünlerde arz-ı endam etmesi, geçmişten gelen yanlış eğitim kararlarının ürünüdür.

Bunu söyleyen “genç” görünümlü “yaşlı beyinleri” suçlamak doğru değildir. Bunu söyleyenler bir düşünceyi değil, bir “şartlanmayı” dile getirmektedirler.

İnandıkları kutsal kelamın sıkça tekrarladığı ifade; “düşünenler ve aklını kullananlar için nice ibretler vardır” bile dar beyinlere etki edemiyor. İşte bu zihniyetin önceki sahipleri, sadece Türk milletine has, patenti bize ait olan eğitim projelerini kökünden yok ettiler.)

Emperyalist güçler ve onların yerli ortakları artık amaçlarına ulaşmıştı…

Ondan sonrası nasıl olsa gelirdi… Ve öyle de oldu…

Bu okulların esas hedefi olan “köylüyü eğiterek kalkındırmak” ideali saptırıldı… Okulların kolu kanadı budanarak, isimleri değiştirilerek işe başlandı… Her ne kadar yine de “köy-kasaba ilkokul öğretmeni” yetiştirmeye devam etseler de esas hedef saptırılmıştı… Her şeye rağmen kurumlar varlıklarını, sınırlı da olsa, devam ettirdiler…

“Öğretmen Okulları” ismiyle daha sınırlı bir eğitimle göreve devam ettiler. Yeni statüleriyle bu okullardan mezun olanlar belli süre köyde çalıştıktan sonra isterlerse ve başarılı olurlarsa ortaokul öğretmeni olmak üzere Eğitim Enstitülerine dikey geçiş yaparlardı… Ve bilgi, kişilik yoğun insanlar yetiştirdiler; bu genç ve idealist kuşak ülkenin gerçeklerine uygun, düzeyli bir eğitimden sonra ortaokullara öğretmen oldular…

print

Bir cevap yazın