Cumhuriyet döneminin ikinci büyük eğitim proje ise tek amacı “öğretmen olmak” olan idealist, çalışkan, öğretmenlik ruhuna uygun gelişmiş, bu mesleği her yerde ve şartta yapmak isteyen, zeki, çalışkan ve başarılı “halk çocuğu” gençlere “üniversite kapılarının açılma” projesidir…
Bu proje, Yüksek Öğretmen Okulları projesidir, bu kurumlarla en ideal noktaya ulaştırılmıştır. Cumhuriyetin o zor yıllarında bilimsel düşünceyi köye kadar götüren Köy Enstitülerine dayalı geliştirilmiş bu yüksek tahsil kurumları, bilim temelli eğitimi öne almıştır. Sadece bu özellikleriyle çok özel bir yere sahiptirler. Eğitim kurumlarımızda bilimsel temelli devrimlerin yarattığı etkiler ve bunların sebep ve sonuçları çağdaş yöntemlerle ne yazık ki öğretilmemektedir. Tarihi misyonunu tamamlamış olsa bile ders alınacak çok yönleri vardır.
Yüksek Öğretmen Okulları projesi ile sadece “elit”ler, “burjuva” mensupları, “beyaz yakalılar”, “papyonluların” çocukları üniversiteyi okumayacaktı, “hizmetkâr” olarak görülen ve öyle kalması istenen köy kökenli-halk çocuğu gençler de üniversiteyi okuyacaklardı…
Endişeleri vardı egemen güçlerin; iyi eğitilmiş bir eğitim kadrosu, ordusu, geldikleri yer ve iyi bildikleri vatan toprağı Anadolu’ya yayılacak ve orta öğretimde, özellikle lise çağındaki gençlerde “uyanış” hareketini gerçekleştireceklerdi…
İşte bundan korktular!
Bilgili, eğitimli, kişilikli, ufku geniş, milli ve manevi değerleri bilen, vatansever, medeniyetçi bir kadro tarafından eğitilen liseli gençler, idealist ve bilgili, sorumlu yetişeceklerdi… Bilgi yüklü meslek mensubu olduklarında, emperyalizme, sömürüye, yobazlığa, karamsarlığa geçit vermeyeceklerdi. Milli ve manevi değerlerin istismarını yapan, bunların sırtında “rant” kazanan, Atatürk’ü kalkan yapıp mevki, ticareti yapanlara meydan kalmayacaktı…
Hâlâ Güneydoğuda ana sorun olan feodalizmi bir “hükmetme”, “idare etme” biçimi olarak görenler ve onların “devletteki uzantıları” bunu asla istemezlerdi…
Bu okulların yetiştirdiği idealist vatansever öğretmenle aracılığıyla milli ülkü öğrenen halk çocukları sayesinde, “nüfuz” ve “din ticareti” yapanlara inanacak “kara cahil” insan sayısı azalacaktı ve onlara bu sahtekârların söylemlerine inanmalarına engel olunacaktı…
Bunu istemediler…
Kimler mi?
Evrensel kimlikli “sömürü düzeni” ve onların “yerli uşakları…”
Türk milletinin kendi değerlerine sahip çıkması söz konusu olduğunda, derhal yerli ve yabancı güç odakları işbirliği yapar ve böyle bir hareketi, projeyi kaynağında kurutur ve önderlerini de saf dışı bırakırlar…
Öğretmen yetiştiren tüm kurumların kapatılması, kökünden kesilen meyve ağacının akıbetini yansıtır. Kesilen meyve ağacının yeni meyve veremeyeceği gerçeğini, hangi bahaneler uydurulursa uydurulsun gizlenebilir mi?
Yüksek Öğretmen Okullarının kapatılma gerekçelerini “…anarşist, milliyetçi yetiştiriyorlar…” diye gerekçe yazan “dikta” kafalılara buyurun somut örnekleme yapalım… Okyanus ötesi emirler gereğince militarist bir yaklaşımla yapılan bu tasarrufların ülkeye ne kadar zarar verdiğini bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır…
12 Eylülden önce anarşinin merkezi olan ODTÜ, İTÜ, Ankara SBF, İstanbul Hukuk Fakültesi neden kapatılmadı da sadece Yüksek Öğretmen Okulları kapatıldı?
Bunun cevabını o günün “dikta” kafalı zatları verebilir mi?
Çünkü ağababaları öyle emir buyurmuşlardı…
Anadolu halk çocuğunun üniversite okuyup üstelik eğitim ordusuna katılması emperyalizmin hiçbir şeklinin işine gelmezdi…
Onun için kökünden kestiler meyve veren ağacı!!!
Yetmedi, Yüksek Öğretmen Okullarına öğrenci kaynaklığı yapan, bu okulları insan kaynağı olarak besleyen Öğretmen Okulları da kapatıldı…
Neden, niçin, sebep neydi?! Bu sorunun cevabını veren var mı.
Eğer “anarşist yetiştiriyor…” gerekçesi geçerli ise, “anarşinin merkezi” durumundaki bazı kurumlara neden hiç dokunulmadı?!
O zaman “… Anarşist-milliyetçi yetiştiriyor…” gerekçesi mi bahane oldu, diye sorgulamalar yapılır… Ki, öyle görünüyor!
Pek iyi “…milliyetçilik…” duygusunu, milli değerleri taşıyan öğretmen kadroları kimin zararınadır?!
İşte işin püf noktası buradadır… Anadolu’nun uyanışını, “milli uyanışı” istemeyen tüm odaklar güç birliği yaptılar ve istediklerine ters ürün veren “meyve ağacını” kökünden kestiler…
Elbette ki bu budamanın bir ürünü de olacaktı… Bunun sonucu olarak bugün milli idealden yoksun, her an cumhuriyetin kuruluş ve milletin kurtuluş felsefesine, “ulusal-milliyetçi” felsefeye aykırı faaliyetler zinciri gelişti. Ulus devlet felsefesi zayıfladı. Emperyalistler ve içteki işbirlikçileri “ulusal-milli-milliyetçi” ne varsa yok etmeye çalışmaktadırlar. Bunun kendiliğinden olduğunu hiç kimse söyleyemez. Bunun temelinde emperyalist güçlerin amaçları vardır.
Dünyaca “Türk Eğitim Modeli” olarak tanınan ve bugün isminden başka eseri kalmayan Köy Enstitüleri-Yüksek Öğretmen Okulları modelinin yok edilmesinde işte bu sebepleri aramak gerekir.
Sonuç olarak, Köy Enstitüleri ve devamında Yüksek Öğretmen Okullarının kapatılma tasarrufu, sebebi “kendinde saklı” olan bir “ocak söndürme” hareketidir…
Öğretmenler günü olarak seçilen 24 Kasım gününün, öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin “hüzün” dolu bir günü olmasına sebep olan dar kafalı çapsız idarecileri burada tekrar kınıyorum.
Tanrı mesleği olarak bilinen “öğretmenlik” mesleğine gönül veren, onun çilesini çeken tüm öğretmenleri, öğretmenlik mesleğini ve öğretmeni anlatmak için kürsüye çıkan öğrencinin “öğretmen geçmişin öğreticisi, geleceğin kurucusudur” ifadesinde kendini bulan tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler gününü kutluyorum.
Bana ilk harfi öğreten ilkokul öğretmenim Eşref Çakmak’ı saygıyla, sevgiyle anıyorum.
NOT: Lütfen unutmayalım!.. “Eğitim ve öğretim (talim ve terbine)’nin amacı: Sadece “ilim-bilim” değil, aynı zamanda harekettir. Aksiyondur. Yani yaşam biçimidir. Yaşam biçimine, olumlu, iyi ve ilmi anlamda davranışlarımıza yansımayan bir eğitim ve öğretim sistemi kesinlikle anlamsız, amaçsız ve başarısız demektir” (H.S./MNS)
(*) 22.11.2009, Prof Dr Ramazan Demir / www.r-demir.com