Bugünlerde herkesin “Acaba Türkiye bölünecek mi?” kaygısını yaşıyor olmasına karşın ben, son bölünmeden önceki “Vatan” ile bugünkü vatan topraklarının hukuki belgesi olan “Misak-ı Milli” üzerine değerlendirmede bulunmak istiyorum.
Hepimizin adımız gibi belleğine kazıdığı Misak-ı Milli ve onun getirdikleri, mevcut devletimizin uluslar arası arenadaki en önemli hukuki belgelerinden birisidir. Gerek ortaya çıkış koşulları gerekse bize getirdikleri birçoğumuzun iyi bildiği ancak yeterliliğini pek tartışmadığı bu hukuki dayanaktır. Ancak tam olarak neyin ifadesidir, ne şekilde ortaya çıkmıştır, neleri getirmiş ve neleri götürmüştür?
Bütün bunlar günümüz koşullarında yeniden tartışılmaya muhtaçtır.
Birinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü yıllarda, hem de Mondros Mütarekesi ile Osmanlı topraklarının fiilen işgal edilmeye başlandığı günlerde resmen ortaya çıkan Misak-ı Milli, Türklerin vazgeçilmez vatan sınırlarını belirleyen, uluslar arası arenada Türkiye Cumhuriyeti’ne meşruiyet kazandıran en önemli belgelerden birisidir. Ancak yeni Türk Devleti’ne bu meşruiyeti sağlamasına karşın Misak-ı Milli’nin, çok zor koşullar altında ortaya çıkan bir belge olduğu için eksik kalan yönleri de vardır. Özellikle çizilen sınırlar konusu bugüne kadar yeterince tartışılmamıştır. Oysa ki 1918’de Wilson Prensiplerinin[1] dünyaya hakim olduğu bir dönemde, Misak-ı Milli ile çizilen sınırlar, Osmanlı bakiyesi Türkleri ve Türklerle aynı kültür ve kader dairesinin içinde kalan toplumları kapsamaktan uzaktır.
Tarihin Üç Önemli Belgesi
Misak-ı Milli’nin çizdiği sınırların ne olduğu gibi tartışmalardan uzaklaşarak belgenin niteliğine ve özüne biraz temas etmeye çalışalım. Bu belge niteliği ve taşıdığı özellikler dolayısıyla devletler hukuku ve siyaset bilimi alanındaki en önemli üç belgeden birisidir.
Günümüzün siyasal sınırları ve güç dengesi nasıl ki “1648 Westphalia Anlaşması” ile belirlenmişse, siyasal otoritenin biçimi ve ulusların (özellikle üçüncü dünyanın) bağımsızlık haklarının özü bu üç belgeye dayanır.
- Bu belgelerden birincisi İngiliz Feodallerinin, Kral karşısında güçlerini pekiştirdikleri ve halkın egemenliğine giden yolu açan 1215 tarihli “Magna Carta Libertatum”’dur. Günümüz siyasal demokrasileri özü itibarıyla bu belgeyle doğmuşlardır. Yani mevcut siyasal sistemler bu belgeye dayanırlar.
- İkinci önemli belge ise “1789 Fransız İhtilalı” ile ortaya çıkan ve ulus-devlet düzeneğinin yeşerticisi olan “İnsan Hakları Beyannamesi”dir. Bu belge ile insan haklarına ve ulusal egemenliğe dayalı devlet sistemleri doğmuştur[2].
- Üçüncü önemli belge ise Türklere ait bir belgedir. Bilinen adıyla Misak-ı Milli. Bu belge, diğerleri gibi insan hakları, devletin biçimi, demokrasinin içeriğine ilişkin detaylar taşımaktan ziyade ilk ulusal (milli, daha doğrusu bir milletin kendi gücüyle topyekün ayağa kalkışı) bağımsızlık bildirgesi olarak karşımıza çıkar. Bu belgeyi özel kılan ise; imparatorluklar döneminde ulus-devlete dayalı ilk devleti çıkaran belge olmasının yanında o güne kadar sürmüş olan emperyalist egemen anlayışa karşı bir başkaldırı simgesi olmasıdır[3].
Misak-ı Milli sadece içe karşı verilen bir mücadele değil aynı zamanda uluslar arası bir meydan okumadır. . Bir başka önemli özelliği ise uluslararası sisteme karşı yöneltilen bir başkaldırı ve bir ulusal bağımsızlık bildirgesi olmasıdır ki diğerlerinden bu yönüyle tamamen ayrılır. Diğer ikisi devletin içinde krala ya da yönetime karşı bir çıkış iken Misak-ı Milli uluslar üstü ve hegemon sisteme karşı bir başkaldırıdır.
Magna Carta, zaten kralın gücünü paylaşan feodallerin, otoritesini biraz daha sağlamlaştırarak, bu durumu hukuki bir çerçeveye bağlamaktan öteye geçmezken, Misak-ı Milli, henüz resmen var olmayan bir devletin (daha doğrusu harita üzerinde parçalanmış bir devletin ardıllarının) sömürgeci emperyalizm karşısındaki eşsiz bir başkaldırısıdır
İnsan Hakları Beyannamesi ise; Onlarca önemli aydınlanmacı fikir adamının alt yapısını hazırladığı ve devletin, düzenin bir isyanla alaşağı edildiği bir zamanda ortaya çıkmış olmasına rağmen ortaya çıkışı ya da doğuşu itibarıyla bir olağanüstülük taşımaz. Misak-ı Milli’nin gerek ortaya çıkış koşulları gerekse belgenin muhatabı güçlerin o dönemdeki hakim konumu ve en önemlisi tüm imkansızlıklara karşın belgenin kısa sürede geçerlilik kazanması olağanüstülükler taşır.
—————————-
[1] Wilson Prensipleri, Lenin’in Şark Coğrafyası’ndaki ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını söylediği 1917’den bir yıl sonra Atlantik’in öbür tarafından ABD’nin başkanı W. Wilson’un Lenin’in düşüncelerine benzer şekilde ortaya koyduğu prensiplerdir. En önemli ilkesi self determinasyon ile halkların kendi kaderini tayin hakkıdır.
[2] Bu anlamda insan haklarına ilişkin daha sonra başka evrensel nitelikli beyannameler (Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi gibi) ortaya çıkmışsa da günümüz devletler sisteminin ve insan hakları kavramının temeli bu belge olarak kabul edilir.
[3] Daha önce ortaya çıkmış kimi ulus devletler belki ilk ulus devlet sayılabilir belki ancak bunların hepsi güçlü Avrupa devletlerinin himayesindeki mandater devletlerdir. Oysaki Türk Devleti güçlüye rağmen kurulmuş bir devlettir.