MİSAK-I MİLLİ
Birinci Dünya Savaşı İttifak Devletlerinin yenilgisi ile buna karşılık İtilaf Devletlerinin de başarısı ile sonuçlanmıştır. Osmanlı Devleti de yenilen İttifak Devletlerinden birisi idi. Savaşa girerken sahip oluğu toprakların neredeyse dörtte üçünü savaşta kaybetmiştir. Üstelik savaştan çekilmesinin resmi belgesi sayılan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesinden sonra da elde kalan topraklarının da bir bölümü daha hızla İtilaf Devletleri tarafından işgale devam edilmiştir.
Osmanlıların vatanı neresi olacaktı? İşgale uğrayan bölgelerin ne kadarı vatan diye sahiplenilerek kurtarılmaya çalışılacaktı? Kısaca Osmanlı ülkesinin sınırları hangi bölgeleri kapsayacaktı?
Mondros Mütarekesinden sonra esasa olarak önemli ölçüde bu soruların cevabı sayılacak çalışmalar olmuştur. Erzurum ve Sivas’ta yapılan kongrelerde ülke sınırları olarak Mondros Mütarekesi günü esas alınmıştır. Çünkü mütareke gününe kadar Osmanlı ordularının elinden çıkan bölgeler ile, mütareke günü Osmanlı ordularının elinde bulunan bölgelerin durumu ayrı ayrı ele alınmıştır.
23 Temmuz 1919’da Erzurum’da yapılan Kongrenin kapanış bildirisinin altıncı maddesinde: “Düvel-i İtilafiyece, Mütarekenin imza olunduğu 30 Teşrin-i Evvel 1334 (30 Ekim 1918) tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her mıntıkasında olduğu gibi Şark-ı Anadolu Vilayetleri’nde de ekseriyet-i kaahireyi İslamlar teşkil eden; ve harsi, iktisadi tefavvuku Müslümanlara ait bulunan ve yekdiğerinden gayri kabili infikak özkardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskun Memalikimizin, mukaasemesi nazariyesinden bilkülliye sarfinazarla mevcudiyetimize, hukuki tarihiye, ırkıyye, diniyyemize riayet edilmesine; ve bunlara mugayir teşebbüslerin, terviç olunmamasına; ve bu suretle tamamı ile hakk ve adl’e müstenid bir karara, intizar olunur.”
Erzurum Kongre kararlarında açıkça, ülke için 30 Ekim 1918 günü Osmanlı ordularının elinde bulunan yerler bir ulusal sınır kabul edildiği gibi, Kongre kararlarının hiçbir maddesinde de “Türk” adı yer almamıştır. 4 Eylül 1919’da Sivas’ta yapılan Kongrede de bu madde aynen kabul edilmiştir.
20-22 Ekim 1919’da Heyet-i Temsiliye üyeleri ve İstanbul Hükümeti Temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında yapılan görüşmelerin sonunda imzalanan tutanakta da (Amasya Mülakatı veya Amasya Protokolü), birinci madde olarak “Mondros Mütarekesi ile tespit edilmiş sınırların korunması asgari bir talep olarak” yer almıştır.
Amasya görüşmelerinde alınan kararlara bağlı olarak toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi 28 Ocak 1920’de İstanbul’da yaptığı toplantıda ülke sınırları hakkında değinilen kararları kabul etmiş ve “Misak-ı Mili” diye ilan etmiştir. Dönemin İstanbul gazetelerinde de Meclisin bu kararı “Ahd-ı Millinin Sulh Esasları”(İleri Gazetesi), “Ahd-ı Milli Programı”(Vakit Gazetesi), “Misak-ı Milli Programı Sureti” (İkdam Gazetesi), , “Mebusan Meclisinde Milli Haysiyet Şahlanışı” (Tevhid-i Efkâr), “Meclis-i Mebusan’da Ruzname Harici İttihatçı Pervasızlığı” (Alemdar), başlıkları ile yer almıştır.
Misak-ı Milli’nin birinci maddesinde: “30 Ekim 1918 gününden önce düşman işgaline uğrayan ve çoğunluğunu Arap nüfusun oluşturduğu bölgelerin kaderinin buralarda yaşayanlarca verilmesi ve mütarekenin çizdiği sınırlar içinde din, ırk veya amaç bakımından Osmanlı-İslam çoğunluğunca yerleşik bölgelerin tamamının bölünmez bir bütün oluşturduğu” vurgulanmıştır.
Misak-ı Milli kararı altı maddeden oluşur. Hiçbir maddesinde, Türk, Türkler, Türk Milleti gibi isimlendirmeler yer almamıştır. Yalnızca Üçüncü maddesinde “Türkiye sulhune ta’alluk edilen Garbi Trakya 0vaziyet-i hukukiyesinin tespiti de sekenesinin kemal-i hürriyetle beyan edecekleri araya tebe’an vaki olmalıdır” cümlesi içinde Türkiye adı kullanılmıştır.
Misakı Milli metni hiçbir değişikliğe uğramaksızın Nutuk’ta (M. K. Atatürk) ve İstiklal Harbimizde de (Kazım Karabekir) yer almıştır.
Misak-ı Milli’de öngörülen sınırlar hangi bölgeleri kapsamıştır? Türkiye’nin güneyinde Hatay ilinin güneyinde başlayarak Halep’i (Suriye), Musul, Erbil, Kerkük ve Süleymaniye’yi de içine alan çizgi Türkiye’nin güney sınırı sayılmıştır. Mondros Mütarekesine bağlı olarak boşaltılan, Kars, Ardahan ve Batum illerinde ise halk oylaması istenmiş halkın kararına göre bu üç ilin geleceğinin belirlenmesi istenilmiştir (Mad.2). 1913 İstanbul Antlaşması ile Türkiye sınırları dışında kalan Batı Trakya’da ise yine ora halkının görüşü ile kararı verilmesi kararlaştırılmıştır (Mad.3). İstanbul’un ve Marmara Denizi’nin her türlü saldırıdan korunması icap edeceği kuralına bağlı olarak, Çanakkale ve İstanbul boğazlarından ise ticari taşımacılığın serbestçe yapılmaya devam edileceği (Mad.4), azınlıkların yararlanacağı hukukun ancak komşu ülkelerdeki Müslüman azınlıkların yararlanabildikleri ölçüde olabileceği (Mad.5) ve kapitülasyonların kaldırılmış olacağı (Mad.6) kararları ilan edilmiştir.
Misak-ı Milli denilen bu kararlara hangi ülke hangi gerekçeyle nasıl bir tepki göstermiştir?
Birinci Dünya Savaşı içinde Osmanlı topraklarını en çok işgal eden ülke İngiltere olmuştur. Bütün İtilaf Devletleri Misak-ı Milli kararlarına tepki göstermiştir ama değinilen sebepten dolayı en büyük tepkiyi de İngiltere göstermiştir. Çünkü bu kararlar ile İngiliz işgaline giren bütün Arap yarım adasında bir halk oylamasının yapılması istenildiği gibi Mondros Mütarekesinden sonra yapılan işgallerde hiçbir şekilde tanınmamış ve yüz yılların birikimi olan Kapitülasyonların artık geçersiz sayılacağı ilan edilmişti. İngiltere’nin Arap yarım adası için o günün Türkiye’si için öngördüğü yol haritalarının tanımadığı açıklanmıştır. Bu kararların alındığı yerde çok önemlidir. İtilaf Devletlerinin işgali altındaki İstanbul’da bu kararlar alınmıştır. Bu yüzden Misak-ı Milliye en büyük tepkiyi İngiltere göstermiştir. Çünkü bu kararlar doğrudan İngiliz emperyalizmine karşı alınmış kararlardır ve İngiltere’nin işgallerine yeni sömürgeler siyasetine karşı da bir meydan okuma olmuştur. İngilizler bir süre kararların iptal edilmesini, değiştirilmesini telkin etmişler ancak istedikleri yapılmayınca bu kararları alan Meclise karşı İngilizler doğrudan saldırıya geçmişler, Meclisi işgal ederek kararların alınmasına öncülük eden Rauf Orbay ve arkadaşlarını tutuklayarak Malta adasına götürmüşlerdir.
Lozan Antlaşması ile Misak-ı Milli kararları önemli ölçüde ihlal edilmiştir. Bu antlaşma ile Hatay, Halep, Musul, Erbil, Süleymaniye ve Kerkük Türkiye sınırları dışında kalmıştır. Misak-ı Milli kararları esaslı şekilde Lozan’da çiğnenmiştir. Bu yüzden TBMM’de, Lozan görüşmelerine karşı büyük bir muhalefet oluşmuştur. Mustafa Kemal Paşa ise muhalefete karşı 27 Şubat 1923’te “Misak-ı Milli şu hat bu hat diye hiçbir vakitte hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey milletin menfaati ve Heyet-i Celile’nin isabet-i hazarıdır. Yoksa haritası mevcut bir hudut yoktur.” diye Lozan’ı savunmuştur.
Misak-ı Millinin ilan edilmesiyle “Osmanlı İmparatorluğunun dağıldığını, Osmanlılık, İslam Birliği, Turan politikalarının da reddedildiği” iddialarının yanında, “Kürdistan’ın bölünen sömürülen ülke durumuna” getirildiği savunmalarına da rastlanmaktadır.
Oysa en kötü dönemde, işgal altındaki başkentte bile, Türkiye’deki azınlıklara verilecek hakların ancak “komşu ülkelerdeki Müslüman azınlıklara verilenlere tekabül etmesinin” bir şart olarak ortaya konulması bile İslam Birliği politikalarının bir etkisi yahut bir uzantısı olarak görülebilir. Türkiye’deki Hıristiyan azınlıklar söz konusu olduğunda komşu ülkelerin Müslüman azınlıklarının hatırlanması ve onların durumlarını gözeten cümlelerin bile bu kararda yer alması bile tek başına , Misak-ı Milli kararlarını alan Meclisin kendisini komşu ülkelerdeki Müslüman azınlıklara karşı sorumlu gördüğünün belirtisi olacak niteliktedir. Üstelik Arap nüfus çoğunluğunun olduğu bölgede bile halk oylaması yapılmasının istenmesi doğudan o bölgeyi sömürme isteğinden çok o bölgenin sömürgeci ülkeler tarafından yapılan işgaline de bir itiraz olarak görülebilir. Yine o bölge halkının (Arapların) Osmanlıdan ayrılmayacaklarına olan güven duygusunda bir açıklamasıdır. Belki halk oylaması yapılsaydı diyelim ki Hicaz’da farlı bir sonuç ortaya çıkabilirdi. Ama Meclisin beklentisi, Türkiye’den yana bir halk tercihinin olduğundan yana görünmektedir.
Misak-ı Milli kararlarının “Kürdistan’ın” bölüşülmesinde bir zemin oluşturduğu iddiaları ise hayli mizahi değeri yüksek bir iddiadır. Üstelik bazı iddia sahipleri Kürdistan’ın bölünmesine başlangıç olarakKasr-ı Şirin anlaşmasını göstermektedir. Bu anlaşma ile Kürtlerin bölünmesinden daha çok Türklerin bölünmüş olmasını dikkate almayan bu iddiaların inandırıcılığı ve ciddiyeti hayli zayıflamaktadır. Üstelik bu iddiaların bir sonucu olarak “Paradigmanın iflasını” ilan etmekte en az iddialar kadar ciddiyet ve güvenilirlilikten uzaktır.
Önce Kürt Ulusalcılarının sonra Sol-Marksist çevrelerin Misak-ı Milliyi mahkum eden görüşlerin bazı İslamcı çevreler tarafından da sahiplenildiği görülmektedir. Bir dönem bazı İslamcıların, Türkçülükle İslamcılığı cem etme çabaları gibi günümüzdeki bazı İslamcılarda da Kürt Ulusalcılarının ve eski Marksistlerin görüşlerine sığınma eğilimleri etkili olmaya devam etmektedir. 1920’lerde ki İngiliz emperyalizminin Misak-ı Milli için gösterdiği tepkinin etkilerinin günümüzde başka kanallar marifetiyle bazı İslamcılarda da tezahür etmesi yalnızca bir rastlantıdan öteye bir durum olmalıdır.
K A Y N A K Ç A
1-Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, C.1/Devre 4/İctima Senesi 1/Onbirinci İnikad 17-2-1336.
2-TBMM Zabıt Ceridesi, C.lll, s.1315.
3-Prof. Fahrettin Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, Ankara, 1993 .
4-Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul Tarihsiz.
5-Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, MEB Yayınları, İstanbul 1973.
6-Prof. İlker Alp, Misak-ı Milli, Misak-ı Milli ve Türk Dış Politikasında Musul, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1998.
7-Prof. Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, Doz Yayınları, İstanbul Tarihsiz.
8-Prof. İsmail Beşikçi, Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Alan Yayıncılık , İstanbul 1990
9-Prof. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul 2002