Hepimiz çok iyi farkındayız ki hayat değişiyor. Hem de daha işin en başından itibaren.
Bir kere o kız bakma, kahve, söz, nişan, nikâh gibi aile kurulumunun temel direkleri birer birer yıkılmakta. Beğenseniz de beğenmeseniz de aileler artık flörtler, düzeyli beraberlikler, ön evlilikler ile oluşuyor. Dua edelim de ‘tuvalette sevişme’ işi yaygınlaşmasın.
Bu serbestliğe karşı tedbir midir bilemem ama kısırlık da hızla artıyor. Neredeyse her mahallenin kendi tüp bebek merkezi var. Spermin yumurtayla buluşması yorgan altında sıcak bir döşekte değil, laboratuarda ‘soğuk bir cam tüpte’ ittire kaktıra gerçekleşiyor çoğu zaman.
Nihayet ana rahmine ulaşan çocuklara ise orada da rahat huzur yok. İkide birde ‘ultrason darbeleri ile sarsılmadan’ dünyaya gelen bebeklerin sayısı giderek azalmakta.
Ev doğumları tarihe karışıyor. Artık hemen hiçbir çocuğun ebesi de yok. Hiçbir annenin suları gelmiyor; hiçbir anne günlerce doğum sancısı çekmiyor. Dünya ‘sezaryen çocukları’ dünyası oldu. Normal yolla hayata merhaba diyen çocuklar parmakla gösteriliyor.
Bir an önce çalışmaya başlaması ve acilen fazla kilolarından kurtulması gereken annenin sütüm olsun diye helva, tahin pekmez, süt, yoğurt, bal, kaymak yemesi mümkün olmayınca da ‘anasının ak sütünü emmiş’ neslin yerini ‘hazır ithal mama’ ile büyüyen çocuklar alıyor.
Aileler küçülüyor
Aileler küçüldükçe küçülüyor.
Sobada dünyanın en lezzetli kestanelerini pişiren dedelerimiz, huzur evlerinde ‘huzur içindeler’. Saçlarımızı okşayarak, sırtımızı kaşıyarak masal anlatarak bizi uyutan ninelerimizin yerini de boyalı saçlı Moldavya’ lı kadınlar aldı çoktandır.
Sıcacık çoraplar, kazaklar, atkılar ören teyzelerimiz de halalarımız da, ceplerimizi harçlıkla dolduran amcalarımız, dayılarımız da uzak bir diyardalar. Evlerimiz sessiz sakin. Evdeki her şey de bizim. ‘Kardeş kavgası’ da yok, ‘kardeş payı’ da.
Yiyecekler hazır
Evde yapılan yemeklerin yerini hazır yiyecek ve içecekler almış durumda. İşten yorgun argın gelen annenin pazara gidip patlıcan almaya da, patlıcanı soyup içinin harcını hazırlayıp karnıyarık yapmaya da pişirmeye de zamanı yok.
Ne hamur açıp börek yapan kadınlar kaldı, ne domates kaynatıp salça yapanlar, ne de pilav için pirinç ayıklayanlar. Çalışan kadın, annelerimizin saatlerini, hatta günlerini alan yemek işini eve girmeden bir süpermarkete uğrayıp ‘mikrodalgada iki dakikada taze yapılmış yemek haline dönüşen’ hazır yiyeceklerden seçerek birkaç dakikada hallediveriyor.
Sabahtan akşama kadar sokakta koşan oynayan, üstü başı pislik ve çamur içinde, fakat yanaklarından kan damlayan sağlıklı çocukların yerinde şimdi televizyon karşısında kımıldamadan oturan, bir elinde gazoz, bir elinde gofret olan dünyayı umursamayan tontonlar var.
Düzeyli birlikteliklerin eseri olan, sezaryenle dünyaya gelen, anne sütü nedir bilmeyen, doğduğu günden itibaren aşılanmaya başlayan, her ateşi çıktığında ağzına ‘geniş spektrumlu antibiyotikler’ dayanan, steril ortamlarda tertemiz büyüyen, çocuklar yetiştiriyoruz.
İşte bunlar, modern zaman sendromunun çocukları.