Güzel İnsan Şakir Çalışkan’a İthaf Ediyorum.
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki herkesin etnik aidiyeti kendisi için önemli bir değerdir. Başkalarının o “değeri” eleştirme ve derecelendirmeye hakkı ve haddi yoktur. Başkaları yalnızca o etnik aidiyet değerine “saygı” göstermelidir.Bu kural bütün etnik aidiyetler için geçerlidir. Çünkü etnik aidiyetler kişinin isteğine tercihine bağlı olmaksızın, ilahi iradenin tasasrrufu ile ortaya çıkar. Etnik aidiyet doğrudan doğruya bir kişiyi, değerli veya değersiz eden bir hususta değildir. Kişinin değeri, kendi tercihleri ile ortaya koydukları işleri ile, ahlakı ile ilgilidir. Hiç kimse mensubu olduğu etnik aidiyeti sebebiyle üstün veya aşağı değildir. İnsanın mensubu olduğu etnik kökene göre değerli değersiz sayılması doğrudan doğruya ırkçılığın kendisidir. Bunun istisnası da yoktur.
Türkiye’de çok eskiden beri siyasi cinayetler işlenmektedir. Son dönemlerde işlenen cinayetlere bakıldığında hemen akla gelenler: (1):5 Şubat 2006’da, Trabzon’da, Santa Maria Katolik Kilisesi rahibi Andrea Santoro katledilmesi. (2):19 Ocak 2007 de, İstanbul’da, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, katledilmesi. (3): 18 Nisan 2007 de, Malatya’da, 5 kişi, Zirve Kitabevi’nde çalışan, biri Alman üç Hıristiyanı, ellerini, ayaklarını bağlayıp, boyunlarını keserek katledilmeleridir.
Rahip Santa Maria’nın adını bile hatırlayan olmadığı gibi her halde hangi milletten olduğunu bilenler de oldukça azdır. Malatya’da koyun keser gibi (ki bir koyunun da o şekilde kesilmesinin isabeti bir yana) kesilenlerin de ne adları nede milletlerinin anılmadığı, katledilme yıl dönümlerinde, insani duygularla bir araya gelen kalabalıkların öfkeyle “Hepimiz Almanız”, “Hepimiz İtalyan’ız”, “Hepimiz Türk’üz” diye bağırdıkları görülmedi, duyulmadı. Ama aynı kalabalığın artan bir öfkeyle “Hepimiz Ermeni’yiz” diye bağırmaya devam edebildikleri görülmektedir. Hatta bu toplantıya katıl(a)mayanların da “haberim olsaydı bende giderdim” diye bir çeşit üzüntülü açıklamalarına şahit olmaktayız. İnşallah önümüzdeki yılın 19 Ocağında giderler!
Bu toplantılar ister istemez Hrant Dink’in şahsını ön plana çıkarmaktadır. Hrant Dink’in katledilmesini lanetlemek için “Bizde Ermeni’yiz” demek şart değildir. Gerekli de değildir. Zaten işin içine Hrant Dink’in ırkı (Ermeniliği) katılırsa o takdirde, Ermeni olanların bu cinayeti lanetlemelerinden daha doğal bir şey de olmayacaktır. Ama Türk olanların, Kürt olanların, Zaza olanların “Biz Türk’üz”, “Biz Kürdüz”, “Biz Zazayız” bu katliamı lanetliyoruz demeleri daha anlamlı olmaz mı? Ama bu anlamı, bu dikkati atlayarak ve “Ermeni olarak” bu cinayeti lanetleyenler, işi burada bırakmayarak, Türklerisorulamaya, onların tarihlerini aşağılamaya kadar işi götürüyorlar. Yanlış olan budur.
Türkler de elbette her topluluk gibi, iyilerden kötülerden, akıllı olanlardan akılsız olanlardan oluşmaktadır. Bütünüyle melek gibi bir özelliğe de sahip değillerdir. Ama onların tarihlerinin bir bölümü Hrant Dink cinayeti sebebiyle ele alınarak mahkum edilmeye çalışıldığında, ki bazı çevrelerin yaptığı odur, bu yanlıştır, haksızdır, ayıptır. Çünkü en azından bu olayların iki tarafı vardır. Aslında iki değil daha çok tarafı vardır ama o başka bir konudur. Olayların sorumluğunu yalnızca bir tarafa yıkmaya ve o tarafı mahkum etmeye çalışmak insanlık ve adalet duygularını incitmektedir. Hrant Dink’in oğlu eline tutuşturulan kağıdı okurken “Ermeniler yüz sene önce avdık, şimdi yem olduk” derken bu tek taraflı, haksız ve insafsız bakışı tekrarlamaktadır. Hadi diyelim ki o Hrant Dink’in oğlu olarak bu cümleleri tekrarladı. “Hepimiz Ermeni’yiz” diye bağıranların bu tür açıklamaları derviş sadakatiyle onaylamalarına ne demeli? Tarihte bilinen Türk-Ermeni mücadelelerinin sonunda ve aslında doğrudan mu mücadelenin belki içinde de olmadığı halde sırf Ermeni ırkından olduğu için hayatını kaybeden Ermenilerin acılarına duyarlı olmak takdir edilecek bir “asalettir”. Ancak bu asalet Türk tarafının da sırf, dini ve ırkı sebebiyle maruz kaldığı katliamları, acıları görmezlikten, duymazlıktan gelirse, asalet olmaktan çıkmaz mı?
Hrant Dink niçin öldürüldü? İddialara bakılırsa Ermeni olduğu için öldürüldü. Pekiyi Rahip Santa Maria İtalyan ırkından olduğu için mi öldürüldü? Hayır onun rahip olduğu için öldürüldüğü zımnen söylenerek İtalyanlığı yani ırkı hiç dikkate alınmıyor. Bu görüşte bir tutarsızlık yok mudur? Malatya’da Zirve Kitapevinde kesilenler niye kesildi? Türk ve Alman ırkından oldukları için mi? Dikkat edilirse onların da ırkları hiç haber değeri taşımıyor. Ama sıra Hrant Dink’e gelince bütün insani tutumlarının (haklı haksız) önüne ırkı konularak ele alınıyor. Bu tutumda bir yanlışlık, bir tuhaflık yo mudur?
Hrant Dink’in katledilmesinden sonra “Büyük bir iştahla Hrant abinin bütün yazılarını” okuyanlardan değilim. Ama tartışma konusu olan, hatta mahkeme konusu olan yazılarından birinse 13Şubat2004tarihli yazısında: “”Türk”ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.
Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun.Bu farkındalığın asıl sorumlusu ise Diaspora’ya yayılmış Ermenilerden ziyade Ermenistan yönetimleridir. Ermenistan hükümetlerinin sorumluluklarının bilincinde olmaları ve gereğini yerine getirmeleri aslolandır…” demektedir.
Benzeri yazıları da elbette hatırlanabilir. Ancak Hrant Dink’in bakış açısının çokta makul olmadığı ortadadır. Yetiştiği ortam, muhatap olduğu çevreden duyduğu telkinleri, yeterince araştırmadan duygularının etkisiyle olduğu gibi kabullenerek bu görüşleri tekrarlamış olabilir. Ancak bu görüşlerden bir barış sonucu çıkacağı bu sonca hizmet edebileceği ise şüphelidir. Bir ayırım bile yapma ihtiyacı duymadan “Türklerden boşaltılacak pis kandan” söz etmesine karşılık onun bu yazıları hiç tartışma konusu edilmemektedir. Niye acaba Türklerin kanı pismiş? Kim nasıl boşaltacakmış o pis kanı? Yüz yıl önce Tşnak ve Hınçak partileri öncülüğünde yedi düveli arkalarına alarak Türklerin kanlarını boşaltmaya yeltenen bazı Ermeniler bunu beceremediler. O dönemde Hıristiyan sömürgeci yedi düvelin bazı Ermenilerin yanında yer almalarına karşılık “Anasır-ı İslamiye” denilen Müslümanların tamamı ise tek bir cephe halindeydiler. Ancak o Anasır-ı İslami’ye cephesinde günümüzde büyük bir çatlak oluşmuştur. Anasır-ı İslamiyenin bazı kesimleri Hıristiyanlarla (Ermeni-Yahudi-Amerikalı) aynı safta olabilmeyi içlerine sindirmiş durumdadırlar. Hrant Dink’in tarafında bir değişiklik yok ama bu tarafta büyük değişikliklerin olduğu görülmektedir.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun bile Hrant Dink’in katledilmesinin ardından onun için yazdığı “Fırat” adlı şiiri ise kendi bileceği iştir. O şiir bu konularda kimin tutumunu değiştirebilir? Yazıcıoğlunun şiiri sebebiyle kimse Hrant Dink’in yukarıda değinilen yazısındaki “Türk’ün akıtılacak pis kanı” cümlesini çıkarmamıştır. Aksine Hrant Dink cinayeti bahane edilerek bütün Türkler ve onların tarihleri bir yaymyamlık geçmişi gibi kapkara gösterilmeye çalışılmaktadır. Evet Ermenistan’da bir Türk katledilse, acaba Erivan’da on binlerce insan “Hepimiz Türk’üz” der mi, diyebilir mi? Diyemeyecekleri açıktır. İsviçre, Fransa gibi ülkelerde “Ermenilere soykırım” yapılmıştır demek bir yasa gereğidir. Aksini söyleyenler ise cezalandırılmaktadır. Oysa Türkiye’de “Evet Ermenilere soykırım uygulanmıştır” diyenlere bir ceza verilmez. Verilmeyişi de doğrudur. Çünkü bir görüşün yanlış olması o görüşün sahibinin tecziyesini gerekli etmez. Aksine yanlış görüşlerin söylenmesi, vatandaşa bir mukayese imkanı verir Doğruların daha iyi anlaşılmasını, doğruların değerinin daha da artmasına yol açabilir.
İslam Dünyasında “azınlıktan” olmak hiçbir zaman aşağılama konusu olmamıştır. Aksine en iyi zamanlarını kendilerini İslamdan sayan yönetimler döneminde yaşamışlardır. Bir zamanlar Endülüste önemli bir Müslüman topluluğu vardı. Ama şimdi yoktur. Bir varmış bir yokmuş gibi. Masallardaki gibi yok edildiler. Aynı akıbete İslam dünyasında Hıristiyanlar uğramadı. Uğramayışları da iyi oldu. Bizansatan gördükleri zulümlere karşılık Selçuklulardan gördükleri iyi idare sebebiyle dönemin Ermeni Patriği Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’a teşekkür etmiştir.
Çok kültürlülük yeni sömürgecilik anlayışı ile birlikte İslam dünyasının aleyhine işletilmiştir. Hıristiyan azınlıklar, sömürgecilerin doğal bir müttefiki gibi istihdam edilmişlerdir. Başlangıçta Osmanlıların hak ve adaletlerinin bir göstergesi sayılan “millet sistemi” 18. yüz yıldan itibaren Osmanlıların en büyük zaafı haline gelmiştir. Osmanlıların yok olmasında da en önemli sebepler arasında yerini almıştır.
Bu yüzden çok kültürlülük öyle her dönem imrenilecek gerekli görülecek bir konu da değildir. Hz. Peygamber’in bilinen “Medine Sözleşmesi” bile bu konunun doğrudan bir gerekçesi olmaktan uzaktır.
Çünkü o sözleşmeye göre Yahudiler, etnik aidiyetleri ve dini işlerine dair hususlarda hak sahibi idiler. Siyasi konularda ise doğrudan Hz. Muhammed’e itaat etmekle yükümlü sayılmışlardır. Ancak günümüzde İslam dünyasında “azınlık” sayılanlar, ister Müslüman olsun, isterse gayri Müslim olsun çoğunluğun istikrarını bozmanın bir unsuru olarak batılı sömürgeciler tarafından kullanılmaktadırlar.
“Azınlık sayılanların” talepleri de tarihte bilinen, “Medine Sözleşmesi” veya “Millet Sistemi” misallerinden oldukça genişlemiş ayrılıkçılığın temeli, başlangıcı siyasi bir manivelası durumuna gelmiştir. Bu yüzden Hrant Dink cinayeti sebebiyle başlayan tartışmalarda “çok kültürlülüğün” yeniden özenilecek bir örnek uygulama diye hatırlanmasının isabeti de hayli şüphelidir.
Hrant Dink cinayetini, Türk-Ermeni mücadelesinin dışında ve Türkiye şartlarında seçilmiş iktidarın işini zora sokmak ve iktidara el koymak hevesleri içinde ele almak daha gerçekçi ve anlamlı olacaktır.
Konuyu bu bağlamından çıkarmak sorunu bir tarih tartışması içinde boğma sonucunu doğumaktadır. Ayrıca iyi niyetli olduklarını bildiğim ve sezdiğim bazı İslami çevre ve şahsiyetlere, Sait Halim Paşa’nın katledilme yıl dönümünde de onun için bir anma toplantısı yapmalarını ve “Hepimiz Türk’üz” demelerini teklif ediyorum.
K A Y N A K Ç A
1-Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu 1914-1923, TTK Yayınları, Ankara 1991.
2-Selami Saygın, Yeni Şark Meselesi, Ülke Yayınları, İstanbul 2003
3-Der. Okan Yeşilot, Değişen Dünya Düzeninde Kafkasya, İstanbul Kitapevi Yayınları, 2005.
4-Mustafa Çolak, “Tehcir Olayınının Propaganda Sürecindeki Doruk Noktası: ‘Talat Paşa Davası’”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 58, Cilt: XX, Mart 2004;
5-Hasan Babacan, Mehmed Talat Paşa 1874-1921(Siyasi Hayatı ve İcraatı), TTK Yayınları, Ankara 2005
6-Yay. Haz. Doğan Akhanlı, Talat Paşa Davası, Tutanaklar, Belge Yayınları, İstanbul 2003; Dilek Zaptçıoğlu, “Talat Paşa Davası”, Cumhuriyet, 23 Nisan 1993.
7-Emir Şekip Arslan, Sürgünde Üç Ölüm, Yay. Haz. Ömer Hakan Özalp, Truva Yayınları, 2004.
8-Arşavir Şiracıyan, Bir Ermeni Terörist’in İtirafları, Kastaş Yayınları, 1997.
9-Hikmet Özdemir, Üç Jöntürk’ün Ölümü: Enver, Cemal, Talat, Remzi Kitapevi, 2008.
10-Taner Akçam / Vahakn N. Dadrian, “Tehcir ve Taktil”, Divan-ı Harb-i Örfî Zabıtları, İttihat ve Terakki Yargılanmaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008.
11-Taner Akçam, Ermeni Meselesi Hallolmuştur, Osmanlı Belgelerine Göre Savaş Yıllarında Ermenilere Yönelik Politikalar, İletişim Yayınları, İstanbul 2008.
12-Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Yayınevi, 2002