Hazal SEYİTOĞLU
BEYİN RİTMİ
“1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felâket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”
Günlerdir düşünüyorum. Özür dilemek ya da dilememek… Bütün melese bu (mu?) Aslında bu yazı bir parça da olsa kendimi anlama yazısı olacak. Sürekli beynimde sorulardan örgüler örüyorum. Bir düz, bir ters. Özür dilemek istiyor muyum? Özür dileyebilecek miyim? Bugüne kadar kimlerden özür diledim? Kimlerden özür dilemesini bekledim? Bizim kültürümüzde “özür dilemek” var mı? Beni affet, demek midir bunun tam karşılığı. Affetmek sadece Allah’a mı mahsustur? Ya kul hakkı? Allah tüm günahlarımızı eğer bir daha yapmamaya söz verirsek (bu bir özür dilemek midir?) kabul edeceğini söyler ama kul hakkını affetmeyi kullarına bırakmıştır. Vesaire… vesaire…
Artık yazmalıyım. Yazdıkça, alt benliğim ve üst benliğim arasında bir yerlere sıkışmış olan düşüncelerim belki bir sürgün verebilir.
Bu kampanya başlayalı beri düşünüyorum. Yayımlanan hemen her yazıyı okumaya çalışıyorum. Hemen her yazar kendine göre kronolojiler çıkarıyor. Önce kim yaptı, sonra kim? En son Taraf Gazetesi yazarlarından Ayşe Hür, 21 Aralık Pazar günü “Gitme ey yolcu, beraber ağlaşalım!” başlığıyla yayımladığı yazısında “1878 Berlin Antlaşması uyarınca Ermeni vilayetlerinde yapılması gereken idari ve toprak reformları için baskı yapmaya başlanmasıyla telaşa düşen” İttihaçıların hazırladığı “radikal plan”ı, olayların perde arkasını görüntülemeden “ ‘Ermenilerden özür diliyorum’ kampanyası etrafında koparılan fırtınaları biraz daha iyi anlamak için, omurgasını, Turan hayallerini sona erdiren ve tehcirle ilişkisi olan Sarıkamış Faciası’nın oluşturduğu küçük bir kronoloji” hazırlamış. Kronoloji 1914’ten başlıyor.
Hemen 1878 Berlin Antlaşmasına bir gidelim. Bakalım neler olmuş?
“1877- 1878 Osmanlı- Rus savaşı Osmanlıların aleyhine olarak Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını o zamanki durumuna ve dış siyasetine uygun bulmayan İngiltere ve Osmanlı- Rus savaşlarından bir fayda sağlayamayan Avusturya- Macaristan devletleri, Ayastefanos Antlaşması’nı kabul etmediler.” Alman Başbakanı Bismarck’ın başkanlığı altında Berlin Kongresi toplandı (13 Haziran-13 Temmuz 1878).“Alman Prensi Bismarck “kongrenin Osmanlı Devleti’nin hususi menfaatlerini değil, Avrupa’nın menfaatini sağlamak üzere kurulduğunu ve Rumeli, devlete iade edildiğinden Osmanlıların şikayete hakları olmadığını soğuk bir lisanla söylediği görüşmelerin” 61. maddesi konumuzla ilgili olandır: “61.madde- Hükümet halkı Ermeni bulunan eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformu ertelemeksizin yapma ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir ve ara sıra bu konuda düşünülen düzenlemeleri devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya ve İtalya) bildireceğinden, adı geçen devletler konu edilen düzenlemelerin (reform.) yerine getirilmesini /yürütülmesini gözetleyeceklerdir.”
Bu maddenin oluşumunda belki de en önemli etkenlerden birini İstanbul’daki Büyükelçi Layard’ın Kont Derby’ye gönderdiği Gizli Rapor’dan yapılan alıntı ile anlayabiliriz. (F.O. 424/68, No. 644), 20 Mart 1878 ‘Babıalide yüksek mevkide bulunan bir Ermeni beni dün ziyaret ederek gizli kaydıyla şunları söyledi: Ermeni toplumunun ileri gelenleri yeni muhtar bir Ermeni vilayeti için bir anayasa tasarısı hazırlıyorlar ve bunu Berlin Kongresine sunmayı düşünüyorlar. İngiltere’nin de bunu destekleyeceğini ümit ediyorlar… Eğer Kongre Ermenilerin haklı isteklerini kabul etmezse, istediklerini alıncaya kadar tahrikte bulunacaklardır. Ayrıca yabancı yardımıyla bu işi başaramazlarsa, kendilerini tamamen Rusların ellerine bırakacaklar ve hatta Türk idaresinde kalmaktansa Ruslara katılmalarına bile razı olacaklardır.’
Zaman içinde bu 61. maddenin gereği “reformların yerine getirilmesini/yürütülmesini gözetleme” durumu “uygulama şeklinin doğrudan veya dolaylı müdahele esaslarına dayandırılma” şeklini almıştır: Mesela Salisbury’nin direktifleri doğrultusunda büyükelçi Layard’ın açıkladığı reform programı ve üç maddelik nota (8 Ağustos 1878) ile dokuz maddelik diğer bir projesi (24 Kasım 1879 12 T. Sani 1295), yine İngiltere, Fransa ve Rusya’nın müşterek hazırladıkları kırk maddelik reform programı ve on dört maddelik muhtıra (11 Mayıs 1895), ayrıca 1909 tarihli yirmi dokuz maddelik reform projesi ile 23 Mayıs 1914 tarihli yirmi üç maddelik reform programı bu çerçevede değerlendirilebilir.”
1977-1978 Osmanlı Rus savaşına kadar Devletin Ermenilere yaklaşımı, resmî belgelere de yansıdığı gibi “sadık tebaa/gönülden bağlı uyruk” iken ne oldu da bu hallere gelindi?
Anlaşılan o ki 1878’de Berlin Antlaşmasına kadar yoğurulan süreç, 61. madde ile mayalanmaya bırakılmıştır. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın desteklediği komitacılar Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) ve Sosyal Demokrat Hunçakyan Partisi (Hınçak) gibi Ermeni militan örgütleri, “1894’ten itibaren silahlı saldırılara ve halkı Ermeni halkını kışkırtmaya başlamışlar. Özelikle 1895-1904 döneminde Taşnak’a bağlı gerilla grupları Doğu Anadolu’nun birçok yerinde kanlı olaylara karıştılar. 1905’te örgüt üyelerince II. Abdülhamit’ekarşı düzenlenen Yıldız Suikasti başarısızlıkla sonuçlandı. Suikast hazırlıkları sırasında erken patlayan bir bomba nedeniyle parti kurucularından K. Mikaelyan öldü.”
“Bitlis ve Van’da Rus Başkonsolosluğu yapan General Mayevski 1912 tarihli bir raporunda şunları kaydetmiştir: “1895 ve 1896 yıllarında Ermeni komiteleri Ermenilerle yerel halk arasında öyle bir kuşku yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi imkansız hale gelmişti. Ermeni din adamları hemen hemen hiçbir dini eğitim gayreti içinde değillerdi. Buna karşılık, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar. Bu tür düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti ve dini görevlerin yerini Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı. 1895 ve 1896 yıllarında Asya Türkiyesi’nin pek çok vilayetinde çıkan ayaklanmaların sebebi ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffehtiler. Ermenilerin ayaklanması şu üç sebepten ileri geliyordu: 1. Bunların siyasi konularda bilinen tekamülleri, 2. Ermeni kamuoyunda milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi, 3. Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni din adamlarının telkin ve çabalarıyla yayılması” İşte kronolojinin sonuna doğru gelecek olursak, “bu terörist gruplar ve diğer Ermeni oluşumlarını yönlendirme ve destekleme işini ise başta Rusya olmak üzere İngiltere, Fransa ve Yunanistan gibi Avrupalı devletler üstlenmişti. Böylece Ermeni Komiteleri, Mayıs 1915 tarihindeki zorunlu iskân uygulamasına kadar 40 yıl sürecek olan plânlı, bilinçli ve Türklere karşı sürekli silâhlı terörizmle siyasallaşma yoluna girmişlerdi.”
Göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme: Tehcir
Nasıl tüyleri diken diken eden bir sözcük değil mi? Yüz yıllardır üzerinde yaşadığınız, onun için savaştığınız, kan döktüğünüz topraklardan “gidin” emri geliyor. Hem de öyle bir emir ki, ya kalıp öleceksiniz ya da gideceksiniz veyahut giderken yolda öleceksiniz. Şansınız (% ?) varsa yaşarsınız.
İçişleri Bakanı Talat Paşanın Değerlendirmesi ve Tehcirin (27 Mayıs 1915) Esas Gerekçesi
”Bütün bu gelişmelerden sonra Ermeni Sorunu ve yaşanan tarihi süreci, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Meclis-i Vükela’ya sunduğu arz tezkeresinde şöyle tahlil ediyordu (30 Mayıs 1915):
a- “Ermeniler, bölücü ve işgalci emeller taşıyan Avrupalı devletlerin etkisiyle de silâhlı isyanla/terör bölücü davranışlar sergileyerek, devletin işleyişini engellemişlerdir.
b- Bu tavırları ile diğer sadık halkı (Türk.Kürt.Çerkez…) varlığını korumaya zorlamakta, böylece devletin arzu etmediği olaylara sebebiyet vermekteydiler.
c- Problemleri ortadan kaldırmak için devletin fedakarânece sürdürdüğü uygulama ve reform çalışmalarının olumlu sonuçları görülmekteydi. Buna rağmen Ermeniler uzlaşmaz tavırlarını devam ettirmekteydiler.
d- Bu tutumları, sırf bir iç mesele olan bölgenin reformu işinin, dış bir mesele şeklinde devletler arası genel görüşmeler alanına çekilmesine yol açtı.
e- Bu yolla, Osmanlı ülkesinin bir kısmında yabancı devletlerin nüfuz ve kontrolleri altında bir idari yapılanma ayrıcalığı kazanmaya yöneldiler.
f- Türk Devleti’nin bütün bu yeni yapılandırma ve reformlarının, Avrupalı devletlerin etki ve baskısıyla, Osmanlı ülkesini bölünme ve parçalanmaya doğru çektiği birçok deneme ve üzücü gelişmelerle ortaya çıkmıştı.
g- Devletin idarî bağımsızlığı ve bütünlüğü, Avrupalı devletlerin baskısıyla yapılacak benzeri reformlardan, devletin imkânlarının elverdiği ölçüde sakınma ve korunmayı zorunlu kılmaktadır.h- Osmanlı Devleti’nin hayatî meseleleri arasında önemli bir yer işgal eden bu baş ağrıtan Ermeni probleminin, kesin bir biçimde ve tamamıyla çözüme kavuşturulması için, reform maksadıyla bir kere daha gerekli düzenlemeler plânlanarak yürürlüğe konulmuştur.i- Bütün bunlara rağmen bazı Ermeniler, tehcirden hemen önce (Nisan 1915’te Rusların doğu sınırından saldırmaları üzerine) amaçları doğrultusunda, savaşa girmiş bulunan devletleri aleyhine düşmanlarla fikir ve iş birliği yaparak, silâhlı isyana kalkmış (15 Nisan 1915 Van ve Sivas isyanları gibi), askeri birliklerimize ve korumasız halka silâhla saldırarak, şehir ve kasabalarda katliam, hırsızlık ve yağmalama suçunu işlemişlerdir.”
Bütün bunlar bir devletin kendi halkını sürmesine sebep olabilir mi? Elebaşları, çete başları yakalanıp, yargılanıp cezalandırılamaz mıydı? Bütün bu acı dolu hayat hikayeleri çıkmasaydı olmaz mıydı? Yaşın içinde kurular yanmasaydı, “Sarı Gelin türküsü” bu kadar acıklı olmasaydı?
Şimdi de aynısını Kürtlere mi yapıyoruz? Ne dersiniz? Gördüğümüz her Kürt’e PKK’lı terörist muamelesi mi uyguluyoruz? Dönem dönem onları da yok etmeye çalışmadık mı? Bir özür kampanyası da Kürtler için başlatacağız belki de yıllar sonra? Ya da dindarlar için? Uçakta namaz kılmasına dehşet ifade eden gözlerimizle baktığımız için? İçki içmeyenleri kınadığımız için, psikolojik baskı uyguladığımız için, başörtülüleri okullara almadığımız için, hapishanelerde çürüttüğümüz için, annelerine ne için öldüğünü açıklayamadığımız şehitlerimiz için özür dileme kampanyaları başlatır mıyız? Ama ileride şimdi değil..
Ben kimlerden, ne için özür dileyeceğim. Ben bir şey yapmadım ki! Çok mu sinir bozucu: Ben bir şey yapmadım ki, demek? Ama gerçekten çok üzgünüm çekilen acılar için.
Sarıkamış’ta donarak ölen için, Çanakkale’de vurulup alnından uzanıp yatan için, sürgüne gönderilirken yollarda ölen annelerin bebekleri için, Dağlıca’da Aktütün’de ölenler için, Diyarbakır cezaevinde işkence görenler için, kalbinim her köşesinden kan damlıyor. Hikaye olmuş hayatları beni kahrediyor. Peki hala Ermenilerden neden özür dileyemiyorum?
Kaynaklar: http://www.e-tarih.org
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/makale50.html Ali KARACA