Nereye Tam Üye Olacaktık?

Hatırlarsınız, AKP 2002 Kasım Seçimlerini kazandı. Aradan çok geçmeden, AB’ye tam üyelik propagandası yükselmeye başladı. Hem Cemaat Medyası, hem de Holding Medyası bir ağızdan bağırıyordu. Mandacılık kurtuluşun tek yolu olmuştu.  Slogan “Tek yol AB” idi.

Cumhuriyet Gazetesi de AB’yi destekleyenlere desteğini esirgemiyordu.

Bu propaganda ve psikolojik savaş, Kızılay’da Erdoğan’ın Avrupa dönüşünde gösterilere dönüştü. Sultan Recep artık Avrupa fatihi idi. Deniz Som’un ifadesi ile Fatih Sultan Recep olmuştu.

Gazeteler manşetten, AB zirvesinden müzakere tarihi alarak dönen Başbakan Ankara’da büyük coşku ile karşılandı diye verdi.

Muhalefet partileri de Avrupacı olduğu için hiçbir muhalefet yok gibiydi.

Ne AB ne ABD diyenlerin sesi duyurulmuyordu.

Bunları neden hatırlattım?

Cemaat Medyası ve Holding Medyası bu gün acayip manşetler atmış.

AB’ye başkan seçilen zevat için ağza alınmadık sözler ile saldırmışlar. Türk düşmanı, soytarı ve bunun gibi ifadeler.

Ne oldu, AB’ye tam üyelikten holdinglerimiz ve cemaatimiz vazmı geçti?

Başlarına bavul mu düştü?

Düşmedi…

Emperyal saldırıya o zaman karşı duranlar biliyordu ki, AB üyeliğini savunanlar Amerika’yı savunuyorlardı.

Biz biliyorduk ki, bunların Avrupacılığını kazırsanız altından Amerika çıkar.

Çünkü Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını ne AB istiyordu, ne de Türk halkı istiyordu. Sadece Amerika istiyordu.

Amerika biliyordu ki, Türkiye’yi AB kapılarına bağlarsam Avrasya’ya dönemezler.

Sonunda AB kapılarının sonsuza kadar kapalı olduğunu zaten bilen işbirlikçi kesim, artık Türk Halkının daha fazla kandırılmasının hem mümkün olmadığını hem de kendisi açısından fazla faydasının olmayacağını gördü.

Zaten Amerikan Açılımları ile birlikte, AB üyeliği gündemde olmamalıydı.

AB üyeliği siyasi şizofrenisi böylece son mu buluyordu?

Hayır.

Değişen şudur;  Amerika, Türkiye’nin ulusal pazarlarının kökten piyasacılığa göre yeniden düzenlenmesi görevini AB’ye tevdi etmişti.

Amerika, Türkiye’nin dış siyasetinin belirlenmesini, Amerikan periferisindeki ülkeler ile ilişkilerinin tanzimini zaten Avrupa’ya bırakmazdı.

Olan budur.

Direksiyonda bizzat Amerika kendisi oturmaktadır. Avrupa, sadece Amerika’nın boş bıraktığı alanlar varsa onu doldurur.

Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı ve Kıbrıs meselesinde Avrupa sadece Amerikan destekçisidir.

Aslında durum eskiden de böyleydi. Ama Tanzimatçılar konuyu bir müddet Avrupa üzerinden götürülmesinin daha uygun olacağını düşündüler.

Her halde Amerika Türkiye açılımlarını 2003 Irak çıkarması ile beraber yapamazdı.

Avrupa bundan böyle, yedek Amerikan gücü olarak devreye girer veya çıkar.

Asıl patron işe el koymuştur.

Soru şudur; Emperyal güçlere direnen bizler ne yapacağız?

print

Bir cevap yazın