Normalde her meslek için özel bir gün tahsis edilmiş değildir. Mesela subay günü, mühendisler günü veya hakimler/savcılar günü yoktur. O halde öğretmenler gününün varlık sebebi nedir? Bütün toplumun ilgisini uyandırmak veya topluma bir şeyler benimsetme amacı olmalıdır. Ancak bu durumda da yeni sorular akla gelmektedir. Toplum öğretmenlerin nesini benimseyecek? Yahut toplum öğretmenlere niye ilgi gösterecektir? Öğretmenler günü sebebiyle yeniden topluma telkin edilmek istenen nedir? Elbette bu sorular çoğaltılabilir. Belli ki öğretmenlere dair bazı işlerin iyi gitmediğini
kabul edenler böyle bir günü ihdas etmiş olmalıdır. Öğretmenler gününün icadı değerli darbeci Kenan Evren’e aittir. Sayın Evren’in öğretmenler günü için seçtiği günde çok dikkat çekicidir: 24 Kasım.
Ne var bu 24 Kasım’da diye baktığımızda, Mustafa Kemal Atatürk, 24 Kasım’da Dolma Bahçe Sarayı bahçesinde yeni harfleri / Latin harflerini saray bahçesine celp edilen bir gruba öğretmeye çalışmış. İştebu günü de Sayın Evren Öğretmenler için uygun görmüştür. Koskoca Evren’in elbette bir bildiği olmalıdır. Yoksa 24 Kasımı niçin seçmiş olsun?
Her yıl Kenan Evren’in bu icadına bağlı olarak 24 Kasım günü öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır. Gerçi kutlama sözü de pek uygun değildir. Kutlama önemli bir işin/başarının yıl dönümlerinde yapılır. 26 Ağustos Malazgirt Zaferi veya 30 Ağustos Zafer Bayramı gibi. 24 Kasımda böyle bir içerikte yoktur. Üstelik Latin Harflerinin alınması veya öğretilmeye başlanılması da, Türkiye’de okuma yazma oranının dibe vurduğu bir dönemdir. Yani okuma yazma oranının yeni alfabe sebebiyle dibe vurmuş olmasının nesi kutlanacaktır? Ama Sayın Evren belli ki bunda bile kutlanacak bir şey bulmuştur.
Öğretmenler günü için, öğretmenlerin sorunlarına dikkat çekmek ve toplumun desteğini sağlamak gibi bir amaçtan kaynaklandığı da söylenebilir. Belki de öğretmenler gününün ihdas edilş amacı için en uygun açıklama bu olabilir. Ancak geriye dönülüp bakıldığında, bu günün icadının üzerinden 30 yıla yakın bir zaman geçti. Öğretmenlerin durumlarında bir düzelme var mı? Şikayetleri arttı mı azaldı mı?
Bu sorulara olumlu cevap vermek çok zor olacaktır. Şikayetlerde bir azalma yoktur aksine artış bile vardır. Öğretmenlerin çalışma şartlarının zorlaşmasına toplum mu yol açmıştır ki bunların düzeltilmesi içinde toplumun ilgisine ve desteğine ihtiyaç duyulmaktadır? Hayır bu sorunlar için toplumun bir sorumluluğu da iddia edilemez. Öğretmenlerin şikayetlerinin büyük çoğunluğu yönetimden kaynaklandığı halde yönetim bunu bilmezlikten gelerek adeta topu taca atmaktadır. Öğretmenler günü kutlamalarında da, sorunların asıl sebebi olanların baş köşede oturmaları ve ağırlanmaları eğlencelik manzaradır.
Ak Parti Türkiye’de yedi yıllık bir iktidar dönemi geçirdi. Bu önemin üç ayı dışında Hüseyin Çelik Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. Sayın Çelik’i övmeği görev sayan bir yazar, onun Hasan Ali Yücel ile en uzun süreli Milli Eğitim Bakanı olma konusunda rekabet ettiklerini övünerek ve elbette överek yazmıştır. Kendi adıma bu rekabeti kimin kazandığını Sayın Yücel’in mi yoksa Sayın Çelik’in mi kazandığını bilmiyorum. Madem çok önemli sayılmaktadır, Sayın Çelik’in Hasan Ali Yücel’in süresini geçmiş olması ve hevesini böylece almış olmasını diliyorum. Ama bu yedi yıllık dönem içinde öğretmenlerin sorunlarından bir teki çözülebilmiş midir? Hayır çözülmemiştir. Aksine yedi yıllık bir süre içinde Sayın Çelik fırsat buldukça, bir mikrofon yakaladıkça öğretmenlerin çalışmadığını, aldıkları maaşları bile hak etmediklerini, hatta onların beğenmedikleri maşan daha azına çalışmak için yeni üniversite mensuplarından n binlercesinin beklemekte olduklarını iddia ederek hakaret etmiştir. Öğretmenleri en fazla Sayın Çelik aşağılamıştır.
Üstelik bu aşağılamalarını zaman zaman Eğitim Bir Sen gibi, bir öğretmen sendikası toplantılarında yapabilmiştir. Milli Savunma Bakanlığı personelinin az çalıştığını maaşlarını hak etmediklerini iddia eden bir Milli Savunma Bakanını Türkiye hiç görmemiştir. Sağlık Bakanlığı personelinin az çalıştığını ve aldıkları maaşları hak etmediklerini iddia eden bir Sağlık Bakanını Türkiye görmemiştir. Ama Milli Eğitim Personelinin az çalıştığını, aldıkları maaşları hak etmediklerini, maaşları için fazla şikayet etmeleri hainde daha ucuza çalışmak için sırada bekleyen üniversite mezunu on binlerce gencin beklemekte olduğunu söyleyerek Öğretmenleri aşağılayan, tehdit eden bir Milli Eğitim Bakanı olarak Sayın Hüseyin Çelik’i Türkiye görmüştür. Öğretmenlerin hakları için var olduğunu iddia eden Eğitim Bir Sen toplantılarında böyle akıl dışı açıklamaları için Sayın Çelik bir tepkide görmemiştir.
Öğretmenler denilince nedense hep maaş konusu ön plana çıkmaktadır. Halbuki maaş sorunlardan yanlıca birisidir. Tek parti döneminde, öğretmenler, eğitmen, uzman, başöğretmen diye sınıflandırılırlardı. Sayın Çelik bunu büyük ve kurtarıcı bir buluş olarak üç yıl savundu. 2005’in sonunda uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sınavı yaptırdı. Sonra bu sınavları yeterli görmedi. Sınav kazananların aynı zamanda hizmet içi eğitim seminerlerine katılarak belli bir oranda sertifika sahibi olmaları şartını da getirdi. Türkiye’nin her tarafında bu seminerler yapılmaz. Mesela ilçelerde, köylerde yapılmaz. İlçelerde ve köylerde görevli olanlar kendi istekleriyle değil Banlık kararı ile oraya giderler. Oraya gittikleri için de adı geçen seminerlere katılamazlar sertifika alamazlar. Sertifikaları olmadığı için de uzman öğretmen baş öğretmen olamazlar. Sonra bu seminerlerin önemli bir bölümünde de sade suya tirit misali şeyler anlatılır ve sadece ders anlatmış, seminer vermiş gibi yapanlara ücret tahakkuk ettirilir. Yani bu seminerlerin öğretmenlerin bilgisine ve örgüsüne bir şeylerin kattığını iddia etmek te ancak bilgi ve görgüyü hafife almakla olabilir. Ama Sayın Çelik’in idaresi böylesi deva sorunları çözmek şöyle dursun arttırmakla geçirdi son yedi yılı. Kariyer basamakları sınavları ve terfilerinden geriye ne kaldı? 2005’ten bu tarafa niçin bu sınavlar bir daha yapılmaz. Sonra bu kariyer basamakları sınavları sonrasında, izcilik seminerlerine katılanların sertifikaları ile eser yazmış olanlara aynı puan verilerek, bilgiye ve çalışmaya Milli Eğitim alanında yer olmadığı gösterilmiştir Sayın Çelik’in Bakanlı döneminde. Buna rağmen Sayın Mehmet Sağlam’da hala TV’lere çıkarak bu komik uygulamaları heyecanla savunmaktadır.
Sayın Çelik, öğretmenlerin haftada ancak 15 saat çalıştığını bile iddia etmiştir. Çünkü onun tasavvuruna göre, muhtemelen öğretmenleri vardiya usulü çalışan işçiler olarak ördüğü için,öğretmenlerin günde sekiz saatten haftada kırk saat çalışması gerektiğini düşünmüş olmalıdır. Oysa mesleki durumları, hazırlıkları ve çalışma şekilleri itibarı ile vardiyalı işçilerle öğretmenler mukayese edilemezler.
Ama Sayın Çelik öğretmenlerin ancak 15 saat çalıştıklarını iddia ederek bu mukayeseleri yapabilmiştir.
Hekesçe bilinmektedir ki, öğretmenlerin siyaset yapmaları, parti örgütlerinde, belediye meclislerinde veya il genel meclislerinde görev almaları yasaktır. Bu yasakların kaldırılmasının da parayla pulla bir ilgisi yoktur. Yedi ılık süre içinde Sayın Çelik buna fırsat bulamamıştır. Kamu kuruluşlarında İşçi unvanı ile çalışanlar, belediye meclislerinde, il genel meclislerinde, partilerde görev alabilmektedirler. Ama benzeri haklara öğretmenler sahip değildir. Oysa öğretmenler bu toplumda en çok okuyan veya en çok okudukları kabul edilen kesim değil midir? En çok okuyanlara, siyaset yolu niçin kapatılmıştır. Öğretmenlerin atamaları, terfileri hakkında yüzlerce sorunları vardır. Bu sorunlar Sayın Çelik döneminde artmıştır. Onun Bakanlı süresi için Hasan Ali Yücel ile yarıştığını heyecanla yazan Sayın Nuh Gönültaş, acaba yedi yılın sonunda gelinen noktadan ne kadar memnundur?
Ak Parti yedi yıllık iktidar döneminde en çok milli eğitim alanında etkisiz ve zayıf kalmıştır. Gerçi Sayın Erdoğan, yapılan okulların sayılarını, okullara yerleştirilen bilgisayarları, dağıtan ders kitaplarını, ADSL bağlantılarını anlatmaktadır. Ama bunların hiç birisi doğrudan öğretmenlerin özlük hakları ile ilgili değildir. Öğretmenler günümüzde kendi okul müdürlerini bile seçme hakkına sahip değillerdir.
Öğrenciler sınıf başkanlarını seçebilir ama öğretmenler kendi müdürlerini seçemezler. Sayın Çelik, giderayak gece yarısı yedi yüzden fazla müdür tayin edere gitmiştir. Tayin ettiklerini hangi adalet ve liyakat ölçülerine göre seçmiştir? Bu adaletli seçimini son geceye niye bırakmıştır? B yedi yüz kişiyi yedi yıl geç tayin ederek bunların şah eser idarelerinden yedi yüz okulu yedi yıl niçin mahrum bırakmıştır? Ak Parti, Sayın Çelik’i yedi yıl Milli Eğitim Bakanı yaparak yedi yıl milli eğitim camiasına zarar vermiştir. Ancak yedi yıl sonra Sayın Erdoğan, Sayın Çelik’i görevinden alarak Mili Eğitim camiasına büyük bir iyilik yapmıştır. Milli Eğitim camiası Sayın Erdoğan’a ne kadar teşekkür etse azdır.