Ölümü Yaşamak..

Yasam bazen çok sıkıcı ölüm gibi sessiz olabiliyor..
Diyojen’e sormuşlar : ”Yasam ile ölüm arasında ne fark vardır ?” diye
Diyojen : “Hiç bir fark yoktur.” demiş. O zaman neden yasıyorsun demişler?
O da hiç bir fark olmadığı için demiş.

Sessizliğin derin hissiyatı içinde dünya hayatının boşluğunu yansıtan güzel bir çıkarım bu. Amaçsızca geçirilen zaman dilimi çitlerinin arasına sıkışmış bir yaşamın kısa bir özeti. Söylenmesi gereken onca sözün ardına saklanmış bakabilmenin ve görebilmenin arasındaki o ince çizgiyi bulup çıkartan bir takım düşünce tarzlarının neredeyse hepsini kapsayan düşündükçe güzelleşen bir yazıt. Felsefenin büyüleyici güzelliğini ve asıl amacını yansıtan, insanları düşündükçe düşünceye iten mükemmel bir sorgu. Yazılacak oncalar yüzlerce ve belki de binlerce cümleye rağmen yorumların yetersiz kalacağı sarhoşluğun o keyifli anında bile insanın aklını başına getirebilecek bir farkındalık hissiyatını ortaya çıkaran bir düşünce tarzı.

Zamansızlığın ve mekânsızlığın akıl almaz gücü içinde karanlığın en çok arttığı anda bir yıldız parıltısı görmek gibi bir şey bu. Hiçliğin akıllara durgunluk veren güzelliğini keşfetmenin yanı sıra varlığın unutulduğu ve yaşadığına kanaat getirmek uğruna bir tokat yemek gibi bir şey. Çocukluğun gün gelip bir anda olgunluğun yerini aldığı anlardan birini yaşar insanoğlu. “Anladığını anladığım anı hatırladığını ve anımsattığını anladığını anlamamış gibi davrandığım için şimdi gene anladığını anlatmaya çalışmanı anlamsız buluyorum. Bugünde dışarda rüzgâr var, dünya sustu ve anlamsızlığımı anladım.” diyor her insan artık. Bütün bu anlamların içinde anlamsızlığının nedenini bulmak için savaşıyor insanoğlu daha çok.
***
Sıkıcı bir gün müydü bu çelişkilerimin sebebi yoksa gerçek dünyayla daha yeni mi tanışıyordum. Mantığım mıydı bu düşüncelerimin nedeni? Bu arada mantık? Düşünme ve akıl yürütme sanatını mı icra etmeye çalışıyordum yoksa sessizliğin beni düşünmeye sevk ettiği duygu seli içersinde mi geziyordum? Kendi kişiliğime ve doğama ait kendi egomu tatmin edebilecek bir erişi düzeyinde yapabildiğim bir çılgınlık mıydı bu? Susuz geçirilen günlerin ardından hayata susamış olduğumu hissetmek gibi bir şeydi yaşadığım saniyeler. Susamış olduğum şey kendi hayatım mıydı yoksa görmem gereken yaşam gerçeklerini mi yaşıyordum. Neydi beni bu kadar düşündüren? Bir şeylerin eksikliğinden şüphe etmeye başlıyordum artık. Yaşanılan süreç ne kadar kusursuz görünse de yapmam gereken daha çok şey olduğunu düşünmeme karşın bazı eylemleri yapmadığımı fark ediyordum yavaş yavaş. Bahanelerde avutuyorum kendimi. Kurunun yanında “yaş”ın da yandığı bu sanal dünyada gerçeğin böyle olmadığını her koyunun kendi bacağından asıldığını düşünüyorum.

Küçük bir kelebeğin altında yatan tırtılı aklıma getiriyorum bir an. Tırtılın ölümüyle kelebeğin dünyaya gelmesini düşünüyorum. Kelebeğin yaşamı ile ölümü arasında hiçbir fark olmadığına kanaat getiriyorum. Kısa bir yolculuk gibi geliyor bütün bunlar. Güzelliğin resmini tanıyorum artık. Tırtılın başkalaşımı ile güzelleşiyor her şey. Belki de başkalaşım geçiren kelebeğin kendisidir diyorum. Peki, ben hangi durumu temsil ediyorum. Tırtıl hayatında mıyım yoksa kelebeğin son zamanlarını mı tadıyorum. Belki de bu bir başkalaşımın resmiyet kazandığı anlardan biri. Ben neye dönüşüyorum o zaman?

Kimliksiz insanların ne olduğuna dair tahminlerde bulunmak gibi bir his bu. Sıkıntıların arttığı dakikaların cinnet noktasına geldiği mekânlarda sebepsizce yapılan fiillerin tek kaçış noktasıdır o anlar. Paha biçilmez dakikaları yaşamak gibidir bizi biz yapan değerlere anlam aramak. Değerlerin anlamlarını bulmak ve anlamlı bir hayatı keşfetmek için bütün bu çabalarımız.

Kısacası farkı fark etmenin tadına varmaktır bir nevi ölümü yaşamak. Yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgiyi fark etmektir hayatı güzel kılan. Çizgiye baktığınızda göremezseniz o farkı, görmek için bakmanızı tavsiye ederim o ayrıntıyı.

print

Bir cevap yazın