On bin adet dağıtılan kitap, başkaldıran Türkmenler!

Mustafa KÖSE

TARİH BİLİNCİ

H.Avni Bey’in kitap olarak yayınlanan tek çalışması Trabzon ili Laz mı? Türk mü? adını taşıyan 24 sayfalık bir cep kitabıdır. Doğu Karadeniz’de yaygınlaşan Pontus ve Ermeni iddialarına cevap teşkil etmek üzere kaleme aldığı bu değerli çalışma, 1921 yılında Yeni Giresun matbaasında 10.000 adet basılarak bedava dağıtılmıştır. Kitabın basımına ve dağıtımına Milli Müdafaa Vekaleti’nin de maddi katkıları olduğunu Hüseyin Avni Bey’in şahadeti üzerine, Yeni Giresun Gazetesinde yayınlanan makaleden öğreniyoruz. (Yeni Giresun Gazetesi, 22 Eylül 1337, sayı 89 )

Hüseyin Avni Bey, Trabzon ili Laz mı? Türk mü?  adlı eserinde, Osmanlı devletinin dağılmasının altında yatan temel nedenin, İmparatorluğun bünyesinde farklı uluslar, farklı dinler,  etnik unsurlar barındırması, bunlar arasında ülke bütünlüğü için ortak bazı değerlerin oluşturulamamış olması ve ümmet toplumundan ulusal devlete geçilememiş olmasını göstermektedir.

Hüseyin Avni Bey’in Karadeniz Bölgesi’nin büyük oranda Türk asıllılardan oluştuğunu sade ve anlaşılabilen bir dille anlattığı bu kitapçığın 10.000 adet bölgede dağıtılması önemli bir karşı propaganda faaliyetidir, hatta en önemli halka ulaştırılan yazılı çalışmadır. Esasında kitabın kısa ve anlaşılabilir olması da halkın kolay anlayıp ilgi göstermesini sağlamaktadır. O yıllarda Ankara’ya bağlı olarak oluşturulan, Fevzi Paşa’nın başında olduğu, Anadolu ’da da örgütlenen M.M. Grubu(Müdafaa-i Milliye Grup ve Teşkilatı), A.A.(Anadolu Ajansı) gibi, İstihbarat ve karşı propaganda faa-liyetlerinde Hüseyin Avni Bey’in, çalışmanın merkezinde ve yönlendiricisi olduğu açıkça görülmektedir.

Eserin önemli görülen kısımları aşağıdadır; Birinci Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi devamında Karadeniz Bölgemizde Ermeni ve bilhassa Pontus Devleti kurulması çabalarına girişen ilgili azınlıklar ve destekçisi batılı devletler, bölgenin zaten hıristiyanlık’tan dönmüş ya da aslında hıristiyanların çoğunlukta olduğu topluluklardan oluştuğu gibi, gerçekle alakasız iddialarda bulunuyorlardı, çünkü bu toplulukların oranı gerçekte % 20’yi geçmiyordu. Hüseyin Avni Bey’in, doğu Karadeniz’in bazı ilçelerinde yaşayan, Türkçe’nin yanında farklı bir dilde bilebilen, yöresel olarak Laz denilen yurttaşlarımızla hiçbir sorunu yoktur, onların Vatan için geçmişten beri kahramanca savaşan atalarının torunları olduğu açıktır. Bu kelimeyi kullanması malum güçlerin istismar etme çabalarına karşı olmalıdır. Hüseyin Avni Alparslan yazılarında Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lugat-ül Türk adlı Türkçe’nin kaynağı olan eserinden öz Türkçe kelimeler alıp, Arapça, Farsça kelimeler yerine kullanmış hatta uyun düşen bazı kelimeleri de aslından türetmiştir. Yazılarında kullandığı yeni öz Türkçe kelimelerin yanında parantez içinde Osmanlıcasını da koymuştur..

Kitabından;  İLK SÖZ

(Devletler niçin parçalanır?)  Yol(din)ları, dilleri, dirlik(hayat-ı içtimaiye)leri bir olmayan birçok budun(kavim)un birleşmesinden ortaya çıkan hükümetler er-geç kırpılır! Parçalanır! İşte Osmanlı ülkesi! İşte Avusturya! Buna alan kalmamak için birbirine benzemeyen budunları bir nesne(şey) ile bağlamak, boyamak birbirine benzetmeye çalışmak gerek!  Balkan’a Giden Osmanlıların Tuttukları Yol: Balkan yarımadasına giden atalarımız İslam yaptıkları budunlara “Siz İslamsınız” diyecekleri yerde “Siz Türksünüz” demiş- ler. Üste olarak “ Türkçe bilmez, Tanrıdan korkmaz !” atalar sözünü ortaya fırlatmışlar! Demek İslam’a gelen Türk olacak, Türkçe öğrenecek. Ne güzel Türkleştirme yolu! Gök ulus(millet)un güç(kuvvet)lenmesi, artması için ne yüksek düşünce! Düşünmüş olanlar varolsunlar! Bu gidiş süreydi, sökel(mariz) olmaz, şimdiki kılığa girmez idik. Bugün bile Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Rumca söyleyen İslamlar “sen nesin?” diye  sorulan soru(sual)ya karşı “Elhamdülillah Türküm” diyorlar. Ne güzel dirlik! Ne güzel birlik! Bu, kurulmuş eski yolun izidir.

Ortada büyük bir suç var! O da bunlara Türkçe öğretememek. “Türküm” diyenlere Türkçe de öğretseydik Balkan yarımadası baştan- başa Türk olurdu. Kökleşir kalır idik. Acun(dünya)da ki savaş(muharebe)lar, göçme (hicret)ler, din ilişkileri (münasebet-i diniye) soyları, boyları birbirine pek çok karış- mıştır. Bunun için süzük(saf) bir soy bulabilmek güçtür. Bugünkü ölçeği(mikyas)  “milli vicdan”dır. Hangi bir ulus(millet)un dirliğine girenler, huyunu, gidişini gidenler, vicdanını taşıyanlar o ulustan sayılır. Öyle ya kişilerin alnında ulusluk damgası yok!  İkinci Mehmed Han İle Sonrakilerin Tuttukları Yol. Bundan Türklük Neler Geçirdi, Ne kılığa girdi?  İkinci Mehmed Han ile sonrakiler, eskilerin yürüdüğü bu güzel yoldan  sapmışlar! Bunlar Osmanlılığın kökü olan Türklüğü kudatacak (takdis edecek), koru- yacak, kayıracak, arttıracak yerde tersini yapmışlar! Türklere yan gözle bakmışlar, İl(memleket)’imizin öz çocukları olan Türkleri iş başından uzaklaştırmışlar da yerlerini yeni dönmelere vermişler! Böylece Türkler ile Türkleşmiş comak(Müslim)lar değerden düşürülmüş! Bayağı tutulmuş! Türk olanlar han sarayında ancak at çobanı, il(seyis) olabilirmiş.

Gün geçtikçe Türklüğün değeri, yüceliği daha çok düşürülür, kudalık (kudsiyet)’ı daha çok söndürülürmüş! Bunun önüne geçmek isteyen, kımıldıyan Türkler söğülür, ezilirmiş! ?  Git gide darda kalan, bunalan, sıkılan Türkler varlıklarını göstermek, kişioğlu olduklarını tanıtmak için ara sıra coşar, baş kaldırırmış! ? İstanbul elindeki yeniçeri demir değneğini bunların başına vurmakta gecikmezmiş!Türkler de baş indirir, boyun eğermiş! ? Açıktır ki, burada kastedilen Anadolu’daki Türkmen boy ve beylerinin, merkezi devletidevamlı tehdit etmesi karşısında iktidarını sağlamlaştırmak isteyen Osmanlı’nın, İstanbul’un fethi ve Balkanlarda ilerledikçe, bürokrasiden orduya kadar, bu bölgelerin insanlarını devşirme dediğimiz yöntemle ya da açıktan azınlıkları tercih etmesidir. Çünkü Türk beyleri bir şekilde yeni bir beylik kurabilmekte, hatta Osmanlı hanedanının yerine göz koyabilmektedir.

Bu süreçte gerçekten Türkmenler’in önemli bir kısmı, muhalif, isyancı duruma düşmüşler, kızıl baş ve celali olarak da suçlanmış ve ezilmişlerdir. Ancak uzun tarihi süreçte Osmanlı, gerek devşirme gerek farklı dinlerden olanlara devlette çok fazla görev vermenin bedelini ödeyecektir. Dikkat edilmesi gereken altı yüzyıl gibi uzun Osmanlı tarihinde H. Avni Bey’in yorumuna yollama yaptığımız bu uygulamalar çok karmaşık ve farklı dönemlerde değişik şekilerde geliştiği açıktır, ilgili olayların her birinin ayrıca ele alınması uygun olur kanaatindeyim. “ Türklerin kudasızlığını, değersizliğini gören, Balkan İslamları sonraya doğru, Türk olmakta bir assı (faide) görmediklerinden kendi dillerini, kılıklarını korumuşlar! Böyle- ce ilimizin kamu(her) yanı, dört bucağı Nuh Gemisine benzemiş! ? 

Balkanda göze çarpan örnek (numune)’ler bunu bize anlatmakta gecikmez! Dahası var! Git gide Türk- er dahi Türklükten kaçmağa başlamış, bulunduğu tiğre(Havali)deki soyun boyası ile boyanmağa uğraşmış, değer kazanmağa çalışmış. Ne için çalışmasın! ? Daha düne kadar İstanbul’da illerimizin kamu yanında, “eşek Türk!”, “katır Türk!”, “kaba Türk!” sözleri ağızlarda çalkalanıyordu.

Ali Paşa gibi büyük bir Türkümüz bile “Bizim kaba Türkçe…” demekten çekinmiyordu! Türklere söğmek için tüyler ürpertecek sözler yaratılıyordu.  İşte örnek :  “Türke fırsat verme ya Rab, dehre sultan olmasın! Ayağını çarık sıksın, asla rahat bulmasın! Günde bin bir değnek yesin, biri eksik olmasın!  Al turpi vur Türke! Yazık olsun turpa! “ Görüyorsunuz ya, yazık olan Türk değil!  Ey acun İslamları, bakınız; İslamlığın yıkılmaz bir sekü(kal’a)’süne, hilafetin dayanıklı bir köküne karşı ne kötü, ne ağır, ne acı sözler söyleniyor!  İstanbul’da; Türk olan Selanik tiğresinden gelenlere Arnavut, çoğu Türk olan Erzurum tiğresinden gelenlere Kürt, pek azı bırakılırsa bütün bütün Türk olan Trabzon Karadeniz’inden gelenlere Laz, yarısı Türk olan Halep çevresinden gelenlere Arap deniliyordu. Bunlar da kendilerini öyle gösteriyorlardı. Öyle ya, bayağı gösterilen, bütün gün sövülen Türklüğü üzerinde kim taşır?                 

Tarihin demesine, ülkemizde Türklerin başına getirilmiş işlere bakarsanız, Türklerin, başka ulusları yutamamış, kendi boyasına boyayamamış, tersine olarak yutulmuş, başka boyaya boyanmış olduğu göze çarpar! Eskilere, yenilere bakınız: Abbasi hilafeti çağ(zaman)ın da Bağdat ilinde koşup gelen Türkleri Araplık yutmuştur. Suriye, Mısır, Trablusgarp, Tunus, Cezayir, Fas illerinde kalmış Türkler de kılık değiştirmiş, Araplık içine girmiştir.  Balkan yarımadasına ergen(bekar) olarak geçen, kaldığı tiğrede kız alan, yerleşen Türkler dahi aldığı kızın soyuna karışmıştır. Evet, Türkçe yerine anadili geçmiştir. Kökgös Teren(şecere)lerini tutanlar bile karıştıkları, ulusun vicdanını taşımışlardır.

İşte örnek: Tepedelenli Ali Paşa torunları, Avlonyalı Ferid Paşa. Buna benzer binlerce Türkler. Türklükte binüçyüz, Osmanlılıkta beşyüz yıldan beri sürüp gelen bu gidiş; sonradan bunların üzerine tuğ diken son Osmanlı-Moskof Savaşı, Balkan Savaşı, daha içinden çıkamadığımız büyük savaş, işin nice olduğunu bize bütün çıplaklığıyla gösterdi! Türklüğe yan gözle bakmanın neye değdiğini anlattı!  Koca Osmanlı İmparatorluğu neden çöktü? Çok uluslu, çok dinli, çok etnik gruplu… Üstelik devlet yönetiminde çoğunlukla Türk’ten eser yok .. Osmanlı bütün bu toplumları barış içinde, diyalogla, iyilikle yaşatmış.. Zaman tünelinde doğruluk payı var tabii… Ya SAVAŞ çıkınca, içte ve dışta…  TÜRK askere,  Türk ASKERE…  Yukarda ne diyordu;   ilk TÜRKÇÜ’lerden,  Şehit Binbaşı Hüseyin Avni ALPARSLAN,  “Bugün için süzük(saf) bir soy bulabilmek güçtür. Bugünkü ölçeği(mikyas)  “milli vicdan”dır.

Hangi bir ulus(millet)un dirliğine girenler, huyunu, gidişini gidenler, vicdanını taşıyanlar o ulustan sayılır. Öyle ya kişilerin alnında ulusluk damgası yok! “  Ne anlama geliyor, ne diyor, Sakarya’da Şehit olmasaydı, daha kim bilir, büyük Milleti için neler yazardı, derdi… Dediğinin anlamı,  Mustafa KEMAL’in dediğini diyordu;

NE  MUTLU TÜRKÜM  DİYENE…

Dün böyleymiş, bugün durum ne?

TÜRK’E  KALKAN  ELLER  KIRILSIN !

Yararlanılan Kaynak: YÜKSEL, Ayhan, Tirebolulu Hüseyin Avni Alparslan ve Risalesi, TÜRK DÜNYASI TARİH DERGİSİ- EYLÜL 1995 – SAYI: 105

Açıklama:Hırçın Akardı Harşıt Çay’ı” yazımda, sona doğru açıklamamda kastedilen, tarih tezi araştırmamın sona geldiği idi, bunu yanlış anlayan değerli okurlardan sağ olsunlar yazılarıma devamım şeklinde mesajar geldi, yazılarımız devam edecek tabiî ki.. İlgileriniz bana güç verdi. Teşekkürler..

print

Bir cevap yazın