Yaşım 65, on yıl sonrayı görebilir miyim bilmem. Bu yazıyı yaşayacak ve on yıl sonrasını görecekler için yazdım. Beyin fırtınası seminerlerinde, fikirler torbaya konulduktan sonra filtre edilirler. Çok fikir vardır. Ama bu çok fikir ile uğraşmak ve neticeye varmak zor olduğu için fikirler filtre edilir. Benzer fikirler bir araya getirilerek iki fikre indirgenir.
Genellikle bu iki fikirden birisi devrimci, diğeri ise mevcudun içinden çözüm arayan fikirlerdir.
İnsanoğlu yaşadığı yere benzediğinden, mevcut düzenin içinden çare arar. Çünkü devrimci fikirlerin kişiyi zora sokan, belirsizlikler taşıyan yanları vardır.
Tabi bazen, düzen içinde kalarak bulunan reformcu düşünceler de işe yarar. Belli bir süre daha aynı düzen içinde kalınarak durum idare edilebilir.
Ancak, halk öyle bir noktaya gelir ki, sorunlar yeniden yapılandırma olmaksızın çözüme kavuşamaz.
Beki de devrim kavramı dünya üzerinde en çok kafa yorulan ve üzerinde tartışılan bir kavramdır. Hala da gerçek manası üzerinde bir anlaşmaya varıldığını sanmıyorum.
Yaşadıkları sorunlar ile ilgili halkın önünde çözümler bakımından daima iki seçenek vardır. Birisi devrimci çözüm, diğeri de mevcudun içinden çıkabilecek çözümlerdir.
Çözümler dediysem, matematik probleminin çözümünde olduğu gibi, kişilerin samimiyetle yaklaştığı ve çözüme varmak istediği cinsten çözümler değildir.
Halkın sorunları ile ilgili çözümlerde, söz konusu olan tarafların menfaatleridir. Emekten yana olanlar doğal olarak kendilerinden kendi çıkarlarından yanadır. Egemen sınıflarda kendi menfaatlerinden yanadır.
Kim iktidar olursa onun çıkarları daha çok kollanır.
Yani emekten yana olanlar laf olsun diye kendi çıkarlarından yana politikaları destekliyor değildirler. Kendi çıkarları öyle olduğu içindir. Egemen sınıflar da laf olsun, ya da entelektüel varlıkları için kendi çıkarlarını savunmazlar. Çıkarları öyle gerektirdiği için öyle davranır, öyle eylemleşirler.
Yani çözüm meselesi öyle kültürel mesele, ya da entelektüel bir oyun değildir. Sorun iktidar sorunudur.
Mustafa Kemal’in vefatından bu yana, Batının zorlamaları ile hep egemen sınıfların çıkarları kollanmıştır.
Amerikancı İslam-i zenginlerin, öyle bağırıp çağırdıklarına bakmayın, yetmiş yıldır, onların çıkarları kollanmaktadır.
Sınıflar arasındaki bu iktidar kavgası; bazen laik/anti-laik, bazen ordu siyasi iktidar, bazen Kürt/Türk, bazen Alevi/ Sünni şeklinde görünse de, iktidar mücadelesinin bir sürecidir.
Dolayısı ile her türlü sorunun kaynağında iktidar vardır.
Egemen sınıflar çıkarlarını sürdürmek için her yola başvururlar. Emekçi sınıflar da öyle. Zaman zaman her iki tarafında düzen dışı olması bundandır. Öyle durumlar oluşur ki, egemen sınıf kendi koyduğu kurala bağlı kalmaz. Kalırsa iktidarını kaybeder, ya da başkaları ile paylaşır.
İçinde yaşadığımız süreçteki kavga, Amerikan destekli, işbirlikçi, üretmeyen sınıf ile halk arasındadır. Bu iktidar kavgası, bazen şekil, biçim ve renk değiştirerek ortaya çıksa da, gerçeğinde tektir. Egemen sınıflar ile halk arasındaki kavgadır.
Halkın temsilcisi bazen ordu olur, bazen sendika olur, v.s. Bazen de hiç temsilcisi olmaz. Olmaz, çünkü egemen sınıflar, halkın örgütlü olmasını doğal olarak istemezler.
Halk örgütsüz ve öndersiz olursa, ya da halkın çıkarları çarpık ve sahte olarak temsil edilirse, devrimci çözümler gündeme gelmez.
Hep düzen içinde çözüm aranır. Oysa düzen artık düzen olmaktan çıkmış ve mafyalaşmıştır. Çünkü egemen sınıflar kendi koydukları kurallar üzerinden iktidarlarını sürdüremezler.
Yukarda çerçevesini çizmeye çalıştığım yerden, önümüzdeki on yılın sonuna bakarsak; devrim olmaksızın bir çözüm görünmemektedir.
Neden devrim derseniz? Egemen sınıflar iktidarlarını sürdürmek için demokratik kuralları kullanamazlar. Zor kullanmak zorundadırlar.
Diyelim ki, bir tek kurşun atmadan milli kuvvetleri tamamen teslim aldılar ve polis devletini kurdular. Bu durum bile onlar için çözüm değildir. İla nihaiye sürdürülemez. Baskı arttıkça örgütlenme yer altından sürer. Sonra yer üstüne daha şiddetli olarak çıkar.
1876, 1908, 1923 devrimleri böyle olmuştur.
On yıl sonra ki günler, Tayyiplerin, Gül’lerin Özal’ların isimlerinin dahi telaffuz edilmediği günler olacaktır.