Mesela asırlardır değişimi esas alanlara karşı ifade edilen o meşhur! cümleyle başlayalım:
“Toplum değişmiyor ise sen -ona uyarak- değişeceksin” ne demek bu Allah aşkına!? Toplum değişmiyorsa biz uyacak idiysek bunca Peygamberin gönderilmesinin, bilge kişiliklerinin ortaya çıkmasının ne anlamı vardı ki? Bütün Resuller en azında inancın temel ilkelerinde topluma aykırı değiller miydi? Bir billgenin dediği gibi: “Dünyada en zor iş, en zor söz topluma: ’siz yanlıştasınız, doğru bende ’ sözünü söylemektir. Ama bütün Nebiler, (filozof ve bilgeler, A.AY) bu söylemle ortaya çıkmıyorlar mı?” sözü konuya ışık tutacak niteliktedir. Bunun adı “insan(lık)ın Allah’a doğru yürüyüşüdür.” Yani kutsal metindeki’…we inna ileyhi raciun’ kısmı… ’şüphesiz biz O’na doğru (yani yaratılışa inananlar için aslımıza doğru zira biz O’nun üflemesiyle varız, çamur işin maddi boyutudur) yol alıyoruz’.
Evet, bu yürüyüşte yol kazaları olabileceği gibi, yolu şaşırmak ve/veya yoldan çıkmak da mümkündür. Toplumsal bozulma, çürüme, kokuşma ve çökme bu sebeplerden dolayı kaçınılmaz olmaktadır.
Tabi benim söyleyeceklerim yeni şeyler değil, toplum mühendisliği hiç değil…
Biliyorum toplumla değişip dönüşme uygun şartlar, projeler, fedakârlıklar, bedeller ister. Ama en önemlisi doğru bir kılavuz, doğru tespit, hakkaniyet, merhamet, feraset, basiret, hikmet (yani ileri görüşlülük, olayları doğru okuma ve doğru çareler ortaya koyma yetkinliği) ister. Mademki hayatımızı büyük ölçüde dinler(imiz)in etkilediğine inanmışız; o zaman dinin katışıksız (yani halis, tertemiz) olmasına dikkat etmemiz gerekecektir. O zaman o dinin insanların özgürlüğüne önem verdiğini, özgürce karar vermelerinin gerekliliğini vurguladığını göreceğiz.
“Cemaatim, mezhebim, aşiretim vs. şunu istiyor o halde öyle yapmalıyım” anlayışının asırlardır bizlerden neler götürdüğünü bilmeyenimiz var mı bilmem? Ne zaman sonra “İnsanlık benden ne istiyorRabbim kendi halkı için benden/bizden hangi taleplerde bulunuyor?” sorularını sorup cevap arama yoluna gireceğiz, ne zaman? (Artık kuşatıcı olmanın zamanı geçti bile. Her dine, her inanca, her siyasi düşünceye tahammül etmek, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemek bizim yaşamımızda yer etmeli).
Öncelikle bu sorular ve aranacak cevaplar için olmazsa olmaz şartlar vardır ve bunların başında da insanın özgürleşmesi gelmektedir. Özgürleşebilen insan, ne yapacağını, kiminle, niçin, nasıl, hangi prensipler gereğince yapacağını bilen, kararlaştıran insandır. (Bu insanı -avfınıza sığınarak- ipini koparan kişi, yani ’beşer’ ile karıştırmayacağınızı umuyorum) Bu insan kaypak olmayan, iç hesapları olmayan insandır. Birey olabilen, kişi -the person- kişilik sahibi… Yani adam gibi adam. İşte bu insan 2. aşamaya gelebilmiş kişi/insandır:
(hemen parantezde şunu söylemem gerekti: sayacağım aşamalar başlı başına uzun uzadıya makale konularıdır)
Aydınlanabilen insan… Aydınlanmasını tamamlayabilen insan… Bu insan yazılı, tabii ve toplumsal ayetlerle, insanlığın tarih içindeki tecrübeleriyle aydınlanabilen insana dönüşür. Özgürlükten sonraki bu süreç karar verebilen, verilen kararları sorgulayabilen ve yanlışlara ’yanlış’ deyip direnebilen insanı oluşturur. Resul-i Ekrem’in bir değerli arkadaşı Halifeye: “bozulman halinde seni gerekirse şu kılıcımızla doğru yola getiririz” dememiş miydi? İşte özgür ve sorumluluk sahibi insanın tavrı. Fakat keşke diyorum kılıçla değil de, hukukla, seçimle değiştirme imkânına sahip olsalardı. (Ama o asırlarda pek de imkâna sahip değillerdi)
(Gerçi daha sonraları özgürlüğü sarımsak ve soğana değişen İsrailoğulları gibi makama, mevkiye değişenler -ki rahmetli Şeraiti bunu ’beşer’ olarak tanımlıyor-: “Halife sizi kılıcıyla kesse bile ses çıkarmayın zira fitne çıkar” demeye başladılar. Hem de özgürlük peygamberinin ’hadisi’ olarak yutturmaya çalıştılar”. Sanki Halife Hz.leri! nin yaptığı fitne değilmiş.) Evet, özgürleşen, aydınlanan insan bu yükten kurtulan ve 3. aşamaya gelebilen insandır.
Toplumsallaşan insan… Toplumsallaşan insan toplumun yani Allah’ın (günahkâr, hizmet bekleyen ve ayağa kalkması gereken) halkının insanı olmuş olur. Yoksa fildişi kulelerin insanı değil. Toplumun değil; örgütünün selametini, mezhebinin, aşiretinin, cemaatinin geleceğini her şeyin önünde tutar toplumsallaşamayan insan…
Toplumun huzur ve güvenini, sulh ve selametini, gelişmesini, ilerlemesini isteyen ve bu uğurda gayret/cehd eden insandır, toplumsallaşabilen insan. Zira artık bu insan 4. safhaya gelebilen insan olmuştur.
Bütün insanlar, canlılar ve cansız varlıklar için fayda sağlayan, iyiye, güzele, hayra, esenliğe hizmet eden; yararlı (ameli salih sahibi) insan. Ve bu değerleri üretebilen, üretmeye katkı sunan insan olmuştur. Yani adam gibi adam;
Din, mezhep, siyasi düşünce, ırk, cinsiyet, bölge, sosyal statü vs. ayırımı yapmadan huzur, adalet, eşitlikten yana olan insan…
İşte size İnsan…
Evet, işte tam da bu insan artık toplumla beraber, toplumla iç içe, “toplumun yan etkilerinden” etkilenmeden yürüyüşe başlayabilen insandır. Bu insan(lar) geldikleri yöne yolculuklarını tamamlama seyrinde “dosdoğru yolu” takip eden insan(lar)dır. Yolculuk için yeterli donanım, azık, yol arkadaşı ve enerji bulunmuştur.
Hayırlı yolculuklar, vesselam.