Yetmişli-Seksenli Yılların Köylü Çocuğu ve…

Yetmişli ve Seksenli Yılların Köylü Çocuğu ve Akıl Erdiremedikleri

Türkiye’de yaşayan kendime göre son mutlu nesil olarak hissederek gözlerimi kapattığımda göz kapaklarımın altındaki uçuk kaçık kahve renkli çocukluğumun hayalini kurdum uyku tutmayan gecemin birinde. Can sıkıntımın üstüne bastırdım çocukluğumun antika günlerini düşledim bir bir.

Mahalledeki televizyonu olan amcanın evine gidince karıncalardan itibaren TRT 1 in guguğunun altındaki saati sayardık. Özellikle de son beş dakikadan aşağı sayarken odadakilerle koro halinde niçin saydığımıza akıl erdiremedim.

Askeri yönetimin altında bizi çok ta mutlu eden, televizyonun açılışındaki “rahat”, “…..ol”, “……aaaa durr!”, “…..es yerlerineeeee ….arş …arş”, emirlerinde geçen yarım yamalak duyduğumuz bu nedenle de anlayamadığımız cümlelerin ne anlama geldiğini büyüklerimize niye sormadığımıza akıl erdiremedim.

Bir de 79 ların bitimi, 80 lerin başlarında kasabaya inerdik, korka korka. Her Pazarın olduğu gün mutlaka büyük bir miting olurdu sudan sabundan bahanelerle. Bu mitingde kamyonun üstüne çıkmış adının megafon olduğunu sonradan öğrendiğim alete sarılmış DEV-GENÇ’li adamın konuşurkenki heyecanını görünce niçin ben de korkuyordum akıl erdiremedim.

Kenan Evren’i, Turgut Özal’ı Bülent Ecevit’i, Erbakan ve Türkeş’i genç halleriyle ve siyah beyaz görüntüleriyle hatırlamak neden bizi bu kadar mutlu ettiğine akıl erdiremedim. Oysa ki, bunlardan bazıları çok ta cici amcalar değillerdi.

Haftada bir siyah beyaz televizyondan izlediğimiz Tarzan çizgi filmini neden annelerimizin de gözünü kırpmadan izlediğine akıl erdiremedim.

Biriktirdiğimiz tipitip kağıtlarıyla oynadığımız her kağıt oyununun sonunda neden kavga çıkardı akıl erdiremedim.
    
Bu günün çocukları hiç bir şey biriktirmiyor. Biriktirse biriktirse sanal oyunlarda bonus veya kredi biriktiriyor. Dünün çocukları TASO biriktirirlerdi. Bizler se, gazoz kapakları biriktirirdik. Hatta gazoz kapaklarını taşla düzeltir ve onları yağlı boya ile boyardık. O teneke gazoz kapaklarıyla eskitinceye kadar oynamaktan bıkmamamıza akıl erdiremedim.

Beş kilometrekarelik alanda kaçakçılık oynardık. Beş kişi polis, beş kişi kaçak olurdu. Polisler kaçakları öyle kolay da yakalayamazdı. Oyun sabah on gibi başlayıp akşam altı hatta yediye kadar sürerdi. Bu oyunda polis olanlarımız kaçakları boş mısır çitine hapsederdi. Anneleri ve babalarının bile bu arkadaşları çıkarmasını istemezdik. Çocuk yaşta bu kadar tavizsiz nasıl olabiliyormuşuz akıl erdiremedim.

Bir çizgiden bir yuvarlaktan ibaret olan “cinali” tipini o kadar sempatik olmasa bile nasıl sevebildiğimize, birinci sınıfta gerçek mısır veya fasülye ile yazı yazarken, yere düşen bir mısır veya fasülye tanesini (evlerde onca mısır veya fasülye olmasına rağmen) dakikalarca aradığımıza, zil çalınca çocukların hep birlikte okul bahçesindeki tek musluklu çeşmeye koşturmalarına, koşarken de sanki her birimiz aynı anda su içebilecekmiş gibi herkesin “benden önce içen kan içsin” diye beddua etmemize akıl erdiremedim.

Çizgi oyunu oynardık Kızlı erkekli. Bu çizgileri her oyun başında yeniden çizdiğimizden dolayı çizgiler neredeyse fiyort (vadi benzeri) yarıklar oluştururdu. Bu çizgi oynandığımız toprak zemini niçin değiştirip yeni bir düzlük toprak alana çizgi çizerek oynamadığımıza akıl erdiremedim.

Buğday başaklarından buğdayı ayırmada kullanılan dövenlerin altında bulunan çakmak taşlarını gizlice çıkarıp onlarla ateş yakmak için saatlerce uğraştığımıza akıl erdiremedim.

Dallas” dizisinde veya “şahin tepesi” dizisinde ahlaksızlık ve çarpık ilişkiler diz boyu iken göz kırpmadan hatta imrenerek bunları babalarımız annelerimiz izliyordu da, ablalarımızın en küçük bir falsosunda çok büyük cezalar aldıklarına akıl erdiremedim. Hani namusluysak niye imrenerek izledik, değilsek niye yasak koyduk. O zaman RTÜK yoktu ama niye onca dindar büyüklerimiz bu dizilere bir itirazda bulunmadılar akıl erdiremedim.

O zamanlarda ilkel ve belki de bu güne göre pasaklı büyümemize rağmen, “heeey gidi hey, artık kirlendi dünya” dememiz de cabası.

O günlerde, kasabaların (ilçelerin) en ücra köylerinden kasaba merkezlerine kadar üç dört, hatta beş saat yürüyerek gelindiği halde, bu gün bir sokak ileriye bile oflana puflana yürüdüğümüze de akıl erdiremedim.

Hasılı akıl erdirilemeyen o kadar çok şeyler vardı ki…

Bu dönemde yaşayan insanlardan belki onbin kişide biri bile bilmez gürgen ağacının kabuğu ile gövdesi arasındaki kaygan sıvının ne kadar tatlı olduğunu…

O dönemin köylü çocuğu olanlar, dünün yeni yetmelerini gördükçe hayıflandı. Yarının plastiğe boğulmuş plazma ekranların içine girecek yarı organik siber çocukları da görebilecek olması ne tuhaf değil mi. Şöyle baktım da, ne çok devir yaşamışız son otuz kırk yıl içinde. Ya yaşayacaklarımız????

Sağlıcakla kalın, gün batımı Pazar kahvenizi içmeyi unutmayın. Mutlu pazarlar efendim.

Not:

Bu yazı, www.bilgiagi.netwww.timeturk.comwww.bilgievreni.comwww.haberanaliz.net www.siyasalforum.netwww.gunesgazetesi.net, www.kamudanhaber.com www.gercekgazete.web.tr, ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Balıkesir Demokrat, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.

print

Bir cevap yazın