Selam Selami Saygın;
27 Eylül 2009 tarihli “Edip Bey’e Çağrı” başlıklı makalenizde, bu sitede yayımlanan “Radyoaktif Bir Arkadaşından Tayyip’e Açık Mektup” başlıklı bir makalemi eleştirmişsiniz. Teşekkür ederim. Bu çağrınıza geç icabet ettiğim için özür beyan ederim. Şu sıralar birkaç proje üzerinde çalışıyorum. Sizin ve okurlarınızın haberi olsun diye birkaç kelimeyle değineyim. Siyonist, Faşist ve Evangelist savaş kışkırtıcılarının elebeşlarından Robert Spencer, Ali Sina, Bill Warner ve benzerleriyle yaptığım tartışmaları ve konuyla ilgili makalelerimi içeren kitabı bitirmek üzereyim. Bu arada ortak kurucusu olduğum Muslims for Peace, Justice and Progress (MPJP) örgütünün çeşitli eyaletlerdeki toplantılarına katılıyorum. Bir hafta sonra İslami Reform konusunda Kazakistan’da düzenlenen bir dizi panel, sohbet ve tanışma programına katılacağım inşallah… Yani kısacası, iki eğitim kurumundaki öğretmenlik ve profesörlük mesleğimin dışında adalet, barış ve birlik için bir militan olarak mücadele veriyorum.
Şimdi geleyim eleştirilerinize…
1. Radyo-aktif misalini sorguluyorsunuz. ‘Vebadan kaçar gibi’ ifadesi yerine onu tercih ettim. Bu misalin anlamını kimya kitaplarından çözmeye çalışman hoşuma geldi (Kürtlerin ‘hoşuna gelir’, Türklerin ‘hoşuna gider’ J ) O ifademi anlamanız için ilkokul düzeyi bir kimya bilgisi yeterliydi aslında. Radyo-aktif maddelerden kaçınılır biliyorsun. Yani, ben ortodoks sünniliği reddedince birçok dava arkadaşım benimle aralarına mesafe koydular. Onların kafasında ben popülariteleri ve kariyerleri için tehlikeli bir insan oldum.
2. Yüzde 47 oy alan bir partinin genel başkanı ve başbakan ‘Sayın Erdoğan’a ‘sevgili Tayip’ diye seslenmemi nezaketsiz buluyorsunuz. Hoş, ben de sizin buna takılmanızı anlamsız buluyorum. Herşeyden önce, Tayip benim başbakanım değildir. Ben Türkiye’de yaşamıyorum ve yaşasaydım bile çok soğuk bulduğum ‘sayın’ ifadesini kullanmazdım. ‘Sevgili’ ifadesi yerine ‘resmen soğuk’ ve anlamsız ‘Sayın’ kelimesini nezaket kuralı adına bana dayatmaya çalışmanızı anlamıyorum. ‘Sevgili’ ifadesi sanki hakaretmiş gibi, sanki yasalara veya evrensel ahlak kurallarına aykırı imiş gibi görmenizi anlamıyorum. Hani, asıl eleştiriye başlamadan önce beni popülist peşrevlerle hırpalamayı mı denediniz? Sanki bir adam başbakan olunca, yüzde 47 oy alınca insanlıktan çıkıp ‘sevgisiz’ bir robot ve süperman oluyormuş gibi… Bana Moliere’nin Kibarlık Budalası kitabını anımsattınız.
3. Bir yazı içinde kendim için ‘iki kere felsefe profesörü’ ifadesini kullanmam dikkatinizi çekmiş… Bu dikkatiniz için tebrik ederim. Peki başka hangi kelime ve ifadeleri saydınız? Neden siz ‘felsefe profesörü’ne takıldınız da aynı yazıda 40’ın üzerinde tekrarlanan bir kelimenin o kadar tekrar edilmesinden rahatsız olmadınız? Size bir kelimenin ikisi dokunuyor ama bir başka kelimenin 40’ı dokunmuyorsa problemi bir de niyetinizde ve önyargınızda arayın derim.
4. Amerika’da Türkçe dil dersleri okutan bir Kürd’ün neden 16 Türk Devleti bayrağını görünce ve Mehter Marşı işitince endişelendiğini sorguluyorsunuz. Bu kadar saf olamazsınız! Evet kibarlık konusunda on üzerinde on not alıyorsunuz, ama gerçekleri saptırmak ve muhatabını ringte belden aşağı vurarak mağlup etmek için her türlü entrikayı denemekte de yüksek puan alıyorsunuz. Benim ırkçı olmayan Türk kültürüyle bir problemim yok. Şöyle bir düşün istersen: Eğer senin kardeşin 16 Türk bayrağını odalarına asanlar tarafından alçakça öldürülseydi, eğer senin ana dilin aynı tipler tarafından yasaklansaydı, eğer sen aynı tipler tarafından yıllarca hapishanelerde ve zindanlarda işkence edilseydin, ve sen anavatanına girer girmez polis tarafından tutuklanıp hücreye konsaydın, evet sen bunları yaşayan biri olarak havaalanı karakolunda Türk faşistlerinin vurguladığı o sembolleri görünce ve o hormonlu marşları işitince endişelenmez miydin? Dahası, ‘Ne Mutlu Türküm’ diyene ifadesini herkese dayatan ve bu sloganı ırkçı bir ifade olarak reddedenlere ‘Türk bir ırk ismi değil, bir vatandaşlık ismidir’ diye nutuk atan, ama aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları olmayan 15 ülkedeki insanı Türk diye kucaklayan bir ahlaksızılığın bir ikiyüzlülüğün ifadesi olarak görmez miydin onları?
5. Asimilasyonun karşılıklı olduğunu iddia ediyorsun ve aklınca bir devletin tüm imkanlarıyla, televizyonuyla, okuluyla, yargıcıyla, tankıyla, uçağıyla, askeri ve polisiyle dayattığı asimilasyon politikasıyla eşitlemeye çalışıyorsun. Sende insaf ve adalet duygusu varsa lütfen bu eşitlemeni gözden geçir.
6. Kürt halkının varlığını bile inkar eden bir devlet politikasını ‘hani laf olsun, torba olsun’ diye küçümsemeye çalışman bile senin ne kadar gerçekleri inkar ettiğini gösteriyor. Türkiye’yi bir iç savaşa götüren, kardeşi kardeşe düşman eden, binlerce ocağı yıkan faşist ve şeytani bir politikayı önemsememek ya korkunç bir duyarsızılığın ifadesidir veya beyindeki faşistlik virüsünün varlığının bir isbatıdır. Üçüncü bir şık var sa lütfen aydınlatınız.
7. Türkiye’deki Kürt sorunun Türkçülük akımının bir ürünü olması gerçeğini inkar etmek için Osmanlı’da Kürt sorunu icat ediyorsunuz. Dahası, vatandaşlarının en tabii insani özgürlüklerine düşman olan İran rejimindeki Kürt düşmanlığını delil gösteriyorsunuz. Politika konusunda makaleler yazan birisinin İran’daki rejimin alabildiğine ırkçı ve destop bir ideolojiye sahip olduğunu bilmemesi neyle açıklanabilir?
8. ‘Kırmızı görmüşler gibi sokaklarda saldıran’ Kürtlere söyleyecek sözümün olması gerektiğini hatırlatıyor. Demek ki ‘felsefe profesörü’ ifadesini iki kez saymaktan aynı makalede PKK terörü ifadesini iki kez kullandığımı ve ona karşılık, ‘TSK terrörü’ ifadesini hiç kullanmadığımı da farketmemişsin.
9. Son günlerde Tayyib’in Kürt sorunu konusunda ürettiği ve savunduğu politikayı takdire şayan buluyorum. Keşke T.C. hükümeti bu açılımı onlarca yıl önce yapsaydı.
10. Nasıl ki bugünkü Amerikalıların önemli bir kısmı zencilere yönelik politikalarından utanç duyuyorsa, inşallah ileride Türkiyeliler de, Selami’nin torunları dahil, dedelerinin faşistliklerinden veya faşizm yardakçılığından utanç duyacaklardır.