Diziler televizyonların vazgeçilmez programları arasındadır. TRT zamanından beri her kanal belirli aralıklarla diziler yapmakta ve hatırı sayılır seyircisi de olmaktaydı. Zaman ile birlikte anlayışlar değişince önce programların kendisi sonra konuları değişti. Önceleri ciddi-seviyeli- programlar, ticaretin temel kaidelerinden olan arz talep prensibine göre, farklı boyutlara büründü.
Erkeklerin, spor ve siyaset kadınlarında tartışmasız pembe dizi ve magazin programlığı aşinalığı gün geçtikçe artmaya başladı. Artık haber veya belgesel seyrediyorum diyen kişiler mühim zevat sınıfından sayılırken, zamanla sıkıcı ve zevksiz kişiler olarak addedilmeye başlandı.
Çöpçatanlık programlarının birinci -reyting-, (okunuşu böyle sanırım) rekorları kırmaya başladı. Belki bir kamuoyu yoklaması yapılsa “kim kiminle, kim kime karı-koca bulacak” gibi programların seyircisi açık farkla kadınlardır. Şimdi erkeklerden de bu programları seyreden yok mu sorunu sorarsanız, evet cevabını vermemek mümkün mü? Ama kadınların açık ara önde olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü kimin kimle oluşu nedense onları daha çok ilgilendiriyor.
Dizilere gelince. Önceleri sanat ve sinema değeri yüksek olan diziler ekranları doldururken, şimdi hayal unsuru ve fantastik yönü fazla diziler daha çok seyirci topluyor. Hatta birden çok diziyi aynı anda seyreden bile var. Reklâmlarda diğer kanala geçiyor, reklâm bitti mi aynen devam ediyorlar. Aynı saatlere gelen reklâmlar sinir bozucu olup “ bunları neden böyle yapıyorlar” diye kızanlar da yok değil. Hatta çok sevdiği iki ‘dizi’ aynı saate gelince her iki kanalın genel yayın yönetmeni geçmiş dedeleri münasip lisanla yâd edildikten sonra, bölümün önemsiz görülen yerleri atlatılıp diğer kanala geçiliyor. Mesela yolda yürüyen birini seyretmek zaman kaybı olacağından diğer kanaldaki sahneler tercih ediliyor.
Konu komşu arasında bir birlerine : “ benim üç sizin kaç diziniz var?” kabilinden sorular soruluyor. Aynı soru bana da sorulmuştu. Ben iki dizim var. Sağ dizim, sol dizim diye cevap verince, bu adam hangi çağda nerde yaşıyor sorusunu lisan-ı hal ile sormuşlardı. Bana iki diz yetiyor varsın başkalarının dört dizi olsun.
Bölgenin coğrafi ve iklim yapısından dolayı kesilen elektrikler tam manasıyla kâbus oluyor. Bu gibi hallerin tek tesellisi “ filanca gün tekrarı var, o zaman seyrederiz” oluyor. Tabiî dizlerin baş düşmanı misafir. Hani misafir olduğuna bakmıyor, bulduğuna razı olmuyor. Kendi dizisinin bulunduğu kanalı ev sahibine açtırıyor. Her ne kadar filanca gün tekrarı olsa da misafir olmanın imtiyazını kullanıyor.
Kısaca bu gün konusu itibariyle ele avuca gelmeyen diziler ekranları süslüyor. Argonun, yanlış ifadenin, hayal mahsulü olayların iç içe girdiği senaryolar üretiliyor. Ve ne yazık ki müşteri buluyor. Ara sıra şikâyetçi olunsa da cemiyetin gün gittikçe kokuşmaya yüz tutması buda etkili oluyor.
Televizyon kültürüyle (buna popüler kültür de diyebiliriz) yetişen nesil, ilmi ve edebi sahada hiçbir ilerleme kaydedemiyor, hazır bilgileri kullanabiliyor. Sonunda kendine ait hiçbir şeyi olmuyor. Hayalleri bile… Çünkü zaten dizilerde bizim yerimize hayalleri onlar kuruyor ve biz de başka şey düşünme demeğe getiriyorlar.
Merak etmesinler başka şey düşünmeyiz biz. Düşünmek zahmetli bir iş. İşin kolayı varken…
Düşünmek mi?
Oda ne?