Bu alanda iki farklı eğilim ortaya çıkmıştır: 1-Aslında İslam’ın siyasal ilkeler taşımadığını savunanlar olduğu gibi, 2-Kurucu irade tarafından İslam’ın bazı ilkelerinin kurallarının uygulamadan kaldırılabileceğini savunanlar olmuştur.
Birinci görüşün bilinen en çok tanınmış savunucusu Mısırlı Ali Abdürrazıktır. Onun iddiasına göre Kur’an da siyasetle ilgili zannedilen ayetlerde, Hz. Muhammed’in siyasetle ilgili olduğu iddia edilen görüş ve uygulamaları da yanlış anlaşılmış ve yanlış anlatılmaktadır. Onun Türkiye’de Halifeliğin kaldırılmasından hemen sonra yazdığı İslamiyet ve Hükümet adlı kitabı Ömer Rıza Doğrul tarafından Türkçeye çevrilerek 1927’de İstanbul’da bastırılmıştır. Abdürrazık’ın savunduğu görüşler Türkiye’de ilahiyat çevrelerinde ve resmi çevrelerde büyük kabul görmüştür. Halen de görmeye devam etmektedir.
İslam’ın Asr-ı Saadette “inançsal ve ahlaksal bir nitelik” taşıdığı buna karşılık Emeviler döneminde “siyasal bir harekete dönüştüğü” iddiası ise ciddiyetten yoksun bir iddiadır. Savaş, barış, yargı, yönetim, ticaret, kısasla ilgili ayetler, Hz. Muhammed’in benzeri konular hakkındaki görüş ve uygulamaları dikkate alındığında “İslam’ın Emeviler döneminde siyasal bir harekete dönüştüğü” iddiası mizahi bir içeriği önümüze koymaktadır. İslam’ın doğrudan halkın rızasına (Biatına) bağlı ve Şura (Seçim) ile yöneticinin belirlenme ilkesi Emevilerden başlayarak terkedilmiştir. Oysa doğrudan Kur’anda Şura (seçim) ile ilgili ayetler vardır.(Ali İmran 159 / Şura 38)
İkinci görüşü savunanlara göre ise kurucu irade tarafından dinin alanı belirlenebilir ve belirlenmiştir. Falih Rıfkı Atay’a bakılırsa, Din, inanç, ibadet ve muamelattan ibarettir. “Kemalizm ibadetler dışında bütün ayet hükümlerini nesh etmiştir, kaldırmıştır.”
Günümüzde nasıl Misak-ı Milliden söz edilmeksizin Türkiye sınırlarından ve Türkiye vatanından söz edilemez ise, Türkiye’nin kurucu ilkeleri için de Erzurum-Sivas Kongre kararlarından, TBMM Açılış beyannamesinden ve nihayet 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunundan söz edilmeksizin Türkiye’nin kuruluş ilkelerinden ve kurucu ilkelerden söz edilemez. İnandırıcı olmaz. 1919/1922 yılları arasında sürüp giden Milli Mücadele döneminde yöneticilerin yaptıkları açıklamalar, aldıkları kararlar, çıkardıkları kanunlar Türkiye’nin kurucu ilkelerini kapsamaktadır. Zaten Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşu / ilanı da hatırlanmalıdır ki 1921 tarihli Anayasaya göre olmuştur. Hatırlanmalıdır ki 1919/1922 Mili Mücadele dönemi sömürgecilere karşı, işgalci Batılı ülkelere karşı yapılan bir bağımsızlık savaşıdır. Bu savaşın bütün ilkeleri ise İslam’dan oluşturulmuştur. O kadar ki, 1921 Anayasasına göre; “TBMM’nin görevi şeriat kurallarını uygulamaktır, TBMM İslam’a aykırı yasa çıkaramaz, Türkiye Devletinin dini İslam’dır.” TBMM bile dini törenle hatim ve dualar okunarak 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmıştır.
Şimdi hem TBMM’yi bağımsızlık / kurtuluş savaşı veren, sömürgecilerle, emperyalistlerle savaşan bir meclis olarak görmek hem de onun her işinde kendisini bağlı saydığı İslam Dini ile sömürgeciler arasında ilişki kurmak hem kötü niyet hem de cehaletten olmalıdır. Bu kadar cehaletin ancak okuma ile mümkün olabileceğinin örneklerini ise en çok üniversite ve siyaset çevrelerinde görülmektedir.
İslam dünyasında bağımsızlık/kurtuluş savaşlarının tamamı İslam ilkelerine göre yapılmıştır. Bunun bir tek istisnası da yoktur. Ancak bu ülkelerin yöneticilerinin tamamı bağımsızlıktan sonra sömürgecileri taklide yönelmişlerdir. Sömürgeciler tarafından alkışlanan desteklenen yapıları zorla ikameye çalışmışlardır. Bu yüzden İslam dünyasında ki bağımsızlık/kurtuluş savaşı sonrası yönetimler ya doğrudan Krallık adıyla tiranlar tarafından yada tek partili yönetimlerle örtülü diktatörlükler tarafından yönetilmişlerdir. Toplum hayatından İslam’ı bütünüyle çıkarmayı siyasal bir amaç olarak gördüklerinden her zaman baskıcı yöntemleri tercih etmişlerdir. Baskıcı olmaları kendi halkları ile sorun yaşamalarına, zulmetmelerine yol açmıştır. Sömürgecilere karşı mücadele de rehber sayılan İslam ilkeleri halka baskı kurmanın bahanesi gerekçesi haline dönüştürülmüştür.
Bunun bir sonucu olarak İslam dünyasında, batılı avramlarla siyaset yürüten iktidar çevreleri genellikle baskıcı karakterde iken onların esaslı muhalifi olan Siyasal İslam akımı ise özgürlükçü ve daha demokrat, halkın rızasını/seçimini esas alan bir içeriğe sahip olmuşlardır.
Türkiye’de bağımsızlık mücadelesinin kaynağı ve yönetimi TBMM olmuştur. TBMM’nin iki tane başkan yardımcısı vardır o dönemde ikisi de şeyh’tir. İslam’ın genel ilkeleri ile tasavvufun genel ilkelerini bağdaştırmak pek çok müşkülata ve itiraza yol açabilir. Ancak Milli Mücadele döneminde Türkiye’de tarikatların vatanseverce davrandıkları kuşku götürmez. Günümüzde tarikatların topluma bir katkılarının olup olmayacağı ayrıdır onların Milli Mücadeleye olan katkıları ayrıdır. İkisini karıştırmak ve Mili Mücadele döneminde din ile emperyalizm arasında, tarikatlar ile emperyalizm arasında ilişki kurma cehaleti ancak okuma yolu ile elde edilebilecek bir özellik olmalıdır.
Siyasal İslam’ın ortaya çıktığı dönemden beri, yeniden ictihadı savunma sından, tasavvufun teme ilkelerine yönelttiği itirazlar sebebiyle en çok muhalefeti içerde geleneksel çevrelerden ve tasavvuf muhitlerinden görmüştür. Çünkü vahyin içeriği sınırları, kader, tevekkül gibi pek çok önemli konularda esaslı görüş ayrılıkları vardır. Bütün bunlardan habersiz bazı cahil kimselerin bu görüş ayrılıklarını yok sayan tekrarları ise maalesef devam etmektedir.
Üstelik Türkiye’de İslamcılık denilince ilk akla gelen isimlerden birisi Mehmet Akif Ersoy’dur. Mehmet Akif’in yazdığı marşı TBMM 12 Mart 1921’de Türkiye’nin Milli Marşı olarak kabul etmiştir. O marş halen değişmemiştir. İstiklal Marşında ise İslam’ın pek çok ilkesinin yer aldığı açıktır. Türkiye’nin bağımsızlık savaşında “laiklik” yer almamıştır. Bağımsızlık savaşının temel ilke ve amaçlarının rağmına daha sonra ortaya çıktığı ise yaygın bir görüştür. Çünkü Falih Rıfkı Atay’ın iddiasına göre, “eğer halkın rızasına ve onayına bağlı kalınsaydı devrimlerin hiç biris yapılamazdı.”
…………………………………………………………………………………………………..
KAYNAKÇA
1-Abdülkadir Udeh, İslam ve Siyasi Durumumuz, Pınar Yayınları, İstanbul, Tarihsiz
2-Alev Erkilet Başer, Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 2000
3-Ali Abdürrazık, İslamiyet ve Hükümet, Çeviren: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1927
4-Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yayınları, İstanbul, Tarihsiz
5-Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, Tarihsiz
6-Hamid İnayet, Çağdaş İslami Siyasi Düşünce, Çeviren: Yusuf Ziya, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1988
7-Henry Munson Jr, Ortadoğu’da İslam ve Devrim, Çevirenler: Cemil Polat/Halil Ekşi, Akademi Yayınları, İstanbul, 1990
8-Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 1992
9-İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri-1- Hilafet ve Meşrutiyet, Dergah Yayınları, İstanbul, 2001
10-Mehmet Zeki İşcan, Siyasal İslam, Dini ve Fikri Temelleri, EKEV Yayınları, Erzurum, 2002
11-Metin Hülagü, İslam Birliği ve Mustafa Kemal, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008
12-Mümtazer Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991
13-Nezih Ayubi, Arap Dünyasında Din ve Siyaset, Çeviren: Yavuz Alogan, Cep Kitapları A.Ş. İstanbul, 1993
14-Olıvıer Roy, Siyasal İslam’ın İflası, Çeviren: Cüneyt Akalın, Metis Yayınları, İstanbul, 1995
15-Süleyman Uludağ, İslam Siyaset İlişkileri, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998
16-Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003