Siyasi Portre: Ömer Dinçer (Bürokrasi Ağası)

1. Ömer Dinçer Hakkında Kısa Bir Giriş

‘Tarih bize özgürlük için en büyük tehlikenin, gücün tek bir elde toplanması olduğunu öğretmiştir. Devlet, özgürlüğümüzün korunması için gereklidir. Fakat gücün politik ellerde toplanması özgürlüğümüz için tehlikedir. Özgürlüğümüzün korunması için devletin gücünün sınırlanması ve dağıtılması gerekir.’ der Milton Friedman.

Bu sözün içeriğini düstur haline getirdiğini düşündüğüm Ömer Dinçer diğerlerinin aksine daha eyvallahsız mizaçta olmasından mütevellit bildiğinden asla şaşmayan bir bakanımız. Bürokraside verimliliğin arttırılması, devletin küçültülmesi, merkeze ait bazı yetki ve görevlerin mahalli idarelere devri gibi hedefleri içeren kamu yönetim reformunun asıl mimarı da 9 ay öncesine kadar Başbakanın baş müsteşarı, şimdinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olan zatı şahaneleridir(!)

Hocası Prof. Ali Özbek’in anlatmasıyla; Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı sırasında kendisinden istediği bir görevi etik bulmayarak reddetmesi üzerine Erdoğan’ın da ısrar etmesiyle görevinden istifa etmiştir. Daha sonra o işin icrası sonucunda birçok sıkıntı çıkmış ve bunun üzerine kendisinden özür dilenerek  görevine geri çağırılmıştır.

Her ne kadar, çalışma hayatında ilk kez işçi ve işveren konfederasyonlarının yazılı açıklamasıyla kınanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ünvanını alsa da, eminim ki bu onu çok da ilgilendirmiyordur. Zira bu karakterde olan insanlar duygularından çok mantıklarıyla hareket ettikleri için; örneğin, TEKEL işçileri grevde ölecek olsa bu onu yine de etkilemeyecek, gerekirse istifa edecek ama asla taviz vermeyecektir.

“Verdiği demeçlerle ve uygulamalarla, işçi, işveren, memur, emekli, sendikal kuruluşlar ve çalışma hayatındaki tüm kurumlar nezdinde infiale yol açmakta ve bu tutumuyla da çatışmalı ortama zemin hazırlayarak ülkemizin toplumsal barışını tehlikeye sokmaktadır” gerekçesiyle hakkında gensoru önergesi verilmiş ama  TBMM’de AKP’nin ezici çoğunluğuyla reddedilmiştir.

Şunu bilenler bilir ki devlette bazı dengeler vardır ve bu dengelerin en stabil halde sağlanmasında bazen mantık aranmaz. Devlet hangi sisteme dahil olurlarsa olsun, kendi çıkarları söz konusu olduğunda kuralları ihlal ederek vatandaşların menfaatlerine karşı tutumlarda bulunabilirler. Bu bir nevi güç dengesidir. Devlet menfaatini kayırayım derken işçinin, memurun, emeklinin menfaatini hiçe sayan bu Bakanımızla ilgili bir çok eleştiri yapılmıştır.

İşçiler arasında birlik ve dayanışmayı sağlamak, işveren karşısında toplu tavır göstermek, çalışma koşullarını iyileştirmek, kısaca işçileri koruyup kollamakla görevli olan sendikalar nedense genelde tribüne oynarlar ve toplu sözleşme ve toplu pazarlık zamanlarında ortaya çıkarlar ve işçiden çok kendi çıkarlarını kollarlar. Kötü yönetilen kurumlarda çalışmayan işçileri savunmaya yarayan bu tüzel kişilik devlet için zarardan başka bir şeydir. Bu oluşuma karşı olan hükümetin amacı marjinal faydası düşük, verimsiz ve normal koşullarda kapatılması gereken fabrikaların yükünü halka ödetmeye engel olmaktır. Gündemdeki Tekel işçileri soğukta tir tir titrerken sendikacıları hala sıcacık evlerinde oturmaktadırlar mesela. Göstermelik amaçlı,  patronlarla bir saat karşı karşıya oturmak, işçi haklarını işverenlere karşı savunmak için işçinin hakkını sömürür dururlar, bir yandan da paraya para demezler.

Ucuz işçilik, güvencesiz istihdam, sendikasız işçi ve sendikasız endüstri anlayışının doğurduğu ortamda, tersane ve madenlerde can kayıplarının yaşandığı söylentileri elbette doğrudur ama 9 aydır bakanlık yapan bir adamın çöken madenden sorumlu tutulması bana çok da mantıklı gelmiyor açıkçası. Devlette kemikleşmiş bazı oluşumlar var ve bunların değişimi uzun vadede halka yansır. Burada niyetim Ömer Dinçer’i savunmak asla olamaz ama akıl var mantık var, göz var izan var…

Bakan Dinçer’in , Özel İstihdam Bürolarının istihdam ettikleri işçileri başka işverenlere kiralaması düzenlemesinde, Cumhurbaşkanı’nın tavrına rağmen ısrar etmiş olması da az önce söylediğim gibi asla bildiğinden şaşmayan, inatçı kişiliğinin bir diğer ispatı.

Gensoru önergesinde; bakanın TEKEL işçilerinin haklarını korumada hiçbir adım atmadığı, yalnız bıraktığı, Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısına katılmayarak ve İş-Kur Genel Kurulunda konfederasyonlarının konuşma haklarını 5 dakikayla kısıtlayarak teamül dışı eylemlere imza attığı, işveren kesimiyle anlaşarak asgari ücreti ”sefalet ücreti” olarak belirlediği, İşsizlik Sigortası Fonu’nun amacı dışında kullanılmasına izin verdiği” öne sürülmüştür.

Ömer Dinçer’in savunmasını yapan AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ; Bakanın Asgari Ücret Komisyonuna katılma görevinin bulunmadığını ve şimdiye kadar hiçbir bakanın bu toplantılara katılmadığını, kanunda belirtilen yetki ve görevi bulunmayan bir toplantıya katılmadığı gerekçesiyle suçlanmasına bir anlam veremediklerini söylemiştir.

Olaya en başından bakacak olursak Ömer Dinçer, Başbakanın en has adamlarından biridir, (bir aralar başbakanın kasası diye anılıyordu hatta) ve öyle imtiyazları vardır ki müsteşarlığı süresince bazen bakanlardan bile daha etkin olup daha çok insiyatif kullanmaktaydı. Güya siyasetçi değil bürokrattı ama bana kalırsa gölge başbakan işte O’ydu. Başbakanın devlete uyumunu sağlamakla görevli olduğu söylense de O hükümetin ta kendisiydi. Hal böyleyken devletin çeşitli kademelerinde soğuk tepkiler alması elbette normaldi. Değişim süreci, statüko falan derken meclise girdi ve hükümetin mayıs ayındaki vizyon değişiminde Faruk Çelik’in yerini aldı. Müsteşarlığına da Faruk Çelik ile kavga edip görevinden istifa eden eski SGK başkanı Birol Aydemir, DPT’deki görevinden çağırılarak getirildi.

2. Devlette Köklü Değişimleri Hedef Alan Bakan Dinçer:

“Statüko, değişime karşı olanları rahatsız ediyor. Ben rahatsız etmeye devam edeceğim çünkü uzun vadede ülkemizin geleceğini orada görüyorum’’ demiştir. Mühür kimdeyse padişah odur derler ya burada da yetki sahibi olan bakan daha müsteşarlık zamanında memurların, güvencesini elinden alıp sözleşmeli yapmayı, Merkezi idarenin yetkilerini yerel idarelere devrederek, ülkeyi sosyal devlet olgusundan, tüccar devlet yapısına taşımayı planlamış ama şükür ki henüz başaramamıştır.

Kamu Reformu ile amaçlanan kamu personelinden yerel yönetimlerin sorumlu olmasıdır. Katılımcı, hesap verebilir, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir kamu yönetiminin oluşturulması; kamu hizmetlerinin süratli, kaliteli,adil, etkili ve verimli bir şekilde yerine getirilmesi için merkezi idare ile mahalli idarelerin görev, yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi; merkezi idare teşkilatının yeniden yapılandırılması ve kamu hizmetlerine ilişkin temel ilke ve esasları düzenlemektir. Buraya kadar reform, yenilik insana iyi bir şeyler çağrıştırsa da bir de hadisenin diğer yüzü var. Kamu Reformu, Merkezi yönetiminin yerele (belediye) ve özel şirketlere devredilmesini öngörüyor. Böylece sosyal devlet yerine emperyalist devletlere yem olacak, dünya sermayesiyle bütünleşecek bir piyasa devletine dönüşüm hedefleniyor.

Kamu personelinin belediyelere bağlı olmasıyla beraber Ankara’ya sefer düzenleyen otobüs şirketlerinde de hayli kayıp olacaktır çünkü devletin belediye binasına taşınmasıyla artık torpil işleri de Ankara’da değil belediye binalarında yürütülecektir.

Ayrıca bu reform hareketiyle performansa bağlı ücret sisteminin uygulanması, toplam kalite yönetimi uygulamalarının yaygınlaştırılması amaçlansa da norm kadro uygulaması ile personel istihdamının daraltılması ve buna bağlı olarak emekçilerin iş yükünün arttırılması söz konusu olacaktır. Benim tasvip ettiğim şey ise ücretler ve çalışma koşullarının toplu sözleşmelerle değil, bireysel performansa göre belirlenecek olmasıdır. Böylelikle mafya kılıklı sendikacılar işçilerden para aşıramayacak ve kimse hakkı olmayan parayı almayacaktır.

Tabi bunların yanı sıra uluslar arası sermaye mahali idarelere yatırım adı altında memlekete sokulacak, devlete mal alımı adıyla yapılan ihalelerde şahsi menfaatler gözetilecek yani bu iş yine nüfuzlu vatandaşa yarayacaktır.

Bakan bu projeyi tahakkuk etmek adına Uluslararası Belediyecilik Örgütü başta olmak üzere dış bağlantılardan fazlasıyla yararlanmış ama sendikaların ve muhalefetin tepkileri nedeniyle, çıkarılan yasa Cumhurbaşkanlığı vasıtasıyla Anayasa Mahkemesinden dönmüştür. Çok da güzel olmuştur.

Ömer Dinçer Bey, tasarruf tedbirleriyle tamamen devletin çıkarlarını önde tutarak “Sorunlarla mücadele devam ederken sistemde yenileme çalışmalarımız devam edecek. Harcamalarımızı kontrol altına alarak, gelirlerimizi arttıracağız.’ der, demesine ama bu tasarruf niyeyse sadece işçi ve emekliden kesilerek yapılır. Mesela 2008 yılında özelleştirme kapsamındaki Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nde (KİT); TPAO,  BOTAŞ ve PETKİM Genel Müdürlüklerinde, genel müdürler için 6 bin 72 TL, diğer personel için 5 bin 70 TL münasip görülmüştü. Tabi hal böyleyken, garibanın asgari ücret olarak 619,65 TL almasının tasarruf kapsamına girmesi sosyal devlet anlayışına çok yakışıyor(!)

Emekli maaşları günümüz koşullarında açlık ve yoksulluk sınırları altında bırakılır, emekliler arasındaki çarpıklıkların giderilmesine yönelik adımlar kapsamlı bir şekilde alınmaz, emeklilerin intibakı konusunda kamuoyuna verilen taahhüt yerine getirilmez. Ekonomik krizin bedeli çalışanların üzerine yıkılır hep. Ama sorun bellidir ve bakan dâhiyane cevabı verir: “Yaşanan ekonomik krize rağmen, 2009 yılında 452 bin kişiye istihdam sağladık. Büyük sıkıntımız işsizlik gibi görünse de asıl problem mesleksizliktir”.

Gen soruda yer alan ”İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun çıkarılması için gerekli çabayı göstermemiştir. Sağlık hizmetlerini sınıflı ve paralı hale getirmiştir.’’ gerekçesine Ömer Dinçer, sosyal güvenlik alanında yaptıkları icraatlardan bahsederek; çalışanlar arasında sağlık sigortası bakımından farklılıkların kaldırıldığını, kimsenin hastane kapısından çevrilmediğini, hastanede rehin kalmadığını söyler. Ayrıca eczacıların greve gitmeleriyle ilgili olarak; İlaç konusunda yaptıkları düzenlemelerin doğrudan eczanelere yönelik herhangi bir uygulama olmadığına işaret eden Ömer Dinçer, ‘Eczaneler fiyatlarının düşmesi nedeniyle stoklarındaki ilaçlardan doğacak zararları gerekçe göstererek vatandaşlarımızı mağdur edecek bir eylem gerçekleştiriyorlar. Yaptıkları eylemi kamuoyunun takdirine, vatandaşlarımızın hakemliğine bırakıyoruz.’ ifadelerini kullanır ama halk eczacılardan ziyade ay sonunu nasıl getireceğiyle daha fazla meşgul olmaktadır haliyle.

Kafasına göre fark alan hastayı soyup soğana çeviren özel hastaneler sürekli daha yüksek fark talep ettikleri için bu konuda alınan kararla hem serbestçe fark almak için talepte bulunan donanımlı hastanelerin isteklerine karşılık vermek, hem de vatandaşın istismarını önlemek için; özel hastaneler sunduğu hizmetlerin niteliğine, hastanenin uzmanlaşma derecesine, farklı alanlardaki hizmetlere göre tasnif edilecektir. Ve hastanelerdeki  hizmetlerin özelliklerine göre daha üst düzeyde olanlara yüzde 70’e kadar fark almalarına izin verilecek Dolayısıyla yapılacak uygulama yüzde 30’dan yüzde 70’e çıkmış uygulama değil, Beş gruba ayrılacak hastaneler için yüzde 30’dan yüzde 70’e kadar hizmetin niteliğine göre fark alınmasına imkan veren bir düzenleme olacaktır. Fakir vatandaş yine devlet hastanesine tabi olacaktır.

Dinçer, göreve başladığından bu yana bürokrasiyi en aza indirecek çalışmalara ağırlık veriyor ve Hz Ömer gibi, tebdili kıyafetle sıkıntılı durumları yerine tespit etme yöntemini uyguluyor.  Yönetim tarzında ise en sık uyguladığı yöntemlerden birisi evrak trafiğinin hızlandırılması. Dinçer, herhangi bir birime gönderdiği yazının cevabında bir gecikme olmuşsa, ilgili birime mutlaka küçük bir not yazarak `Neden gecikme oldu?` sorusunu soruyor. Artık devlette herşey yolunda gidiyor.(!)

İşsizliğin arttığı söylentilerine, reformist ruhlu Bakan Dinçer İşsizliği önleme, istihdam oluşturma konusunda AB ülkeleri arasında en başarılı ülkenin Türkiye olduğunu söyler, Avrupa’da işsizlik artarken yılda 860 bin kişinin işgücüne katıldığı bir ülkede işsizlik oranını artırmadıklarını kaydetti.  “Eğer bu ilgisiz kalmaksa ben bu ilgisiz kalmaya razıyım” diye konuşur. 9 aylık bakan olduğunu hatırlatan Dinçer, konuşmasını bir İngiliz atasözüyle tamamladı. Bir İngiliz atasözünün, ‘Küçük insanlar insanlarla uğraşır, vasat insanlar olaylarla, büyük insanlar projelerle uğraşır’ dediğine işaret eden Dinçer, “Ben hep projelerle uğraştım, uğraşmaya devam edeceğim” şeklinde konuşur.

Anayasa hükmüne göre devlet vermekle yükümlü olduğu hizmetleri sunan kişileri sözleşmeli olarak istihdam edememektedir ama hükümet 657 sayılı memurlar kanununun 4b maddesine bağlı istihdam şeklini uygulayarak devlette sözleşmeli personel istihdam eder ve bu personel hukuki olarak memur sayılmaz. Kadrolu eleman atamamak, sözleşmeli personelin özlük haklarını korumamak adil değildir.

Bir de çakılı kadrolar var ki bunlar devlete sözleşmeli olarak alınan personele gelen kadrolardır. Kurraanın çıktığı tayin edilen yerden başka bir yere atama aldırılamamasıdır. Becayiş imkânı yoksa tayin yerine kazık çakılmasıdır ki bu da bir çok personel için külfetten başka bir şey değildir. Umarım Sn Bakan projeler üretip icraata koyarken Hz Ömer’in adaletini de nazarı dikkate alır.

Köy Hizmetleri’nin kapatılması, Belediyeler Kanunu, İl Özel İdareleri Kanunu, Gümrüklerdeki bazı düzenlemeler gibi kanuni uygulamaların arkasında hep O var. Bu Bakan’ın memlekete yaptığı hayır 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nu çıkarmak oldu. Kamu mali yönetim sisteminin yerine getirdiği başlıca siyasi işlev Devletin hesap verme sorumluluğudur. Mali yönetim bütçeleme, muhasebe, nakit yönetimi, borç yönetimi, iç kontrol mekanizmaları ve denetim öğelerinden oluşur. Kamu çalışanlarının alışkanlıklarını değiştirmek, kamu harcamalarında, gerekli disiplini sağlamak ve kamu kaynaklarının daha iyi kullanılıp yönetilmesini hedeflemekte olan bu kanunla amaç; Orta vade kaynak planlaması tekniklerini kamu yönetimine sokmak, için sağlam bir kamu muhasebe sistemi oluşturmak, hesap verme yükümlülüğünün gelişmiş raporlama sistemleri ve şeffaflık politikaları yoluyla daha da güçlendirilmesi merkezden taşraya doğru yetki dağıtmak, katı bir merkeziyetçi yönetimden uzaklaşmak; insan kaynakları yönetiminde iyileşmeler sağlamak; bilişim teknolojisinden olabildiğince yararlanarak hizmetleri daha hızlı, ucuz ve kaliteli üretebilmektir. Bazı memurların alışık oldukları ‘bu gün git, yarın gel’ tarzından, daha hızlı ve etkin işleyen bir sistem personelin canının sıkıp rahatını bozsa da vatandaşın işini kolaylaştırmak açısından 5018 sayılı kanunun çıkması gayet olumlu bir gelşmedir.

Bakanlıkları koordine etme ve hükümet politikalarını bir disiplin içerisinde yürütme mekanizması içine soktuklarını ifade eden bakan, devlette kamuyu disipline sokmayı hedefliyor. Benim anlamadığım bu adamcağız bu kadar işi kendi sırtına yüklerken, diğer bakanlar ‘hop kardeşim burası bizim iş sahamız’ neden demiyor? Sert bir mizaçla, çalışanın olduğu her alana bir şekilde müdahale eden Bakan’a neden kimse karışmıyor?

Güç ve sıkı denetim her ne kadar devlet için gerekli olsa da sınırsız olan güç asla istikrarlı değildir ve Sn Ömer Dinçer bu eyvallahsız tavırları ve vazgeçilmez prensipleriyle adeta bu hükümetin ağası rolündedir.

print

Bir cevap yazın