Son Nefes

Masmavi gözlerini dikmişti celladının yüzüne, sol yanından yediği kurşunun sıcaklığı hala bedenini yakıyordu. Cellad, kurbanının can verişini görmek için sabırsızlanırken serseri birkaç kuşuna yenildi.

Sırtından vurulan cellad kurbanının önüne düştü. Şehitlerin kanı yerde kalmamıştı. 45 saniyelik kahraman asker düşmanını ummadığı şekilde pusuya düşürmüştü. Son mermilerini üzerine yağdırmıştı.

En uzun gecenin sabahı katliam ile ışımıştı. Sabahın ilk ışıklarını gördüğünde hala nefes alıyordu. Silahından destek alıp olduğu yerden kalktı. Duvarlarda çatışmadan kalmış deliklerden kan sızıyordu.

Kendini kaybetmiş bir halde dışarıya çıktı. Etrafında cansız bedenler ve kan gölü vardı. Gözleri bir eksikliği fark etti. Ata’sının büstü öylece yerde yatıyordu. Tek ayağını sürüye sürüye büste doğru yürüdü ve özenle yerden kaldırıp kucakladı.

Kalbinin bir yeri derinden yaralıydı. Arkadaşlarını kaybetmişken kendisinin yaşıyor olması onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. On üç harflik iki kelimeyi onlara söyleyebilmeyi isterdi. “ Sizi seviyorum”

ama artık imkansızdı. Şaşkındı, yanı başına komutanı yanaştığında belki de ona sarılıp saatlerce gözü çıkana kadar ağlamak istiyordu. Kaybettiklerini düşünmek ve içinden yüreklerce ağlamak geliyordu. Vatan uğruna bir birlik can daha feda edilmişti.

Nefes filminin son sahnesini kalemimden dökülen kelimelerle böyle ifade edebildim. Film insanı çok yönlü düşünmeye sevk ediyor.

Klasik deyişler vardır; “Hayat çok kısa en güzel haliyle yaşamaya bak” mesajını vermeye çalışır. Bence kısalığı ya da en güzel hallerini yaşamış olmak değil de son nefes verilirken arkamıza döküp baktığımızda çevremizi üzmeden, az zararla ve doğruların çoğunlukta olduğu bir hayatı yaşamış olmanın huzuru ile gitmeliyiz.  Hedeflerimize ulaşma yolunda atılan adımlarımız çevremizdekileri olumsuz etkilememelidir.

Hayatla maç halindeyiz. Galibiyetlerimiz ve mağlubiyetlerimiz oluyor.

Hayatı tarttığımız zaman hangi kefe daha ağır basıyor? Hayat bu kadar ciddiye alınıp tartılması gerekir mi? Herkese göre cevap değişiyor. Bu yüzden bir yol tutturmuşuz yürüyoruz. Her önümüze çıkan taşa takılır mıyız? Bilinmez. “Kaldırımdan mı yoksa yolun ortasından mı yürüyeceğimiz?” Hakkındaki kararlar ise kendimize kalmış.

Bazılarımız hayatı başkalarının gözünden yaşamayı tercih ederken, bazılarımız hayata kendi penceresinden bakıyor. Acaba hangisi doğru olan? Ortak doğrulara göre hareket etmek mi? Kendi doğrularımızla mı hareket etmek? Bu ayrılıklar olmasaydı tek düze bir yaşam çekilir miydi? Robot misali, yaşamın anlamı kalır mıydı? KALMAZDI.

Elbet terazinin bir kefesi ağır gelecek ve biz oturup bir daha “kendim için ne yaptım?” sorusunu soracağız. Bir durak bulup soluklanırken aynı duraktaki insanlara da bakacağız. Mola bitince daha doğruya, daha güzele ve iyiye yöneleceğiz.

Filmin başka bir sahnesinde birlik komutanının eşine yazdığı satırlarda;

“ Güneş dolu yüreğine yağmurlar yağdırdım. Nefesim nefesine nefes katsın istedim olmadı aşkım. O zilin sesini duyduğun ana lanet ediyorum. Toprağın olmak varken mezar, güneş olmak varken gölgen oldum. Sen elini uzattığında kalbimi sakladım. Aşkım seni de yanımda götürüyorum. O gittiğim yerde binlerce kez haykıracağım. Seni Seviyorum Çiçeğim”

diyordu. Bu kadar duygu yüklü ve tutkulu bir aşkın tamamen satırlardan ibaret olarak yaşanabilmesi üzücüydü. Duyguların eyleme geçmeden yürekte gizli kalması her zaman yıpratıcıdır. Ağzının olup dilsiz kalmak ya da ellerinin olup da dokunamamak, yediğin yemekten tat alamamak gibidir.  Söylenilmemiş sözün, gösterilmemiş sevginin kıymeti de bilinmez. Yapmak ve söylemek istediklerimizin bize neler getireceğini ya da neler kaybettireceğini yaşayarak öğreniyoruz. Her iki açıdan da bakıldığında istenmeyen bir sonuç gerçekleştiğinde pişmanlıklar yaşıyoruz. Etrafımızdaki güzelliklere de gözlerimizi yumuyoruz.

Yaşam boyunca tökezlememek, bize ait olan vatana, sevgiye, aileye, mutluluğa kısaca her şeye sahip çıkmak dileğiyle…..

print

Bir cevap yazın