Psikolog Danışman Emre Alıcı İle Söyleşi

Sosyal travmaların açtığı derin yaralar üzerine-(Psk. Danışman) EMRE ALICI

1-Son zamanlarda ülkenin her yanından katliam haberleri geliyor. Derin yaraları olan bir toplumun çok daha derin yaralar açmaya devam ediyor olmasını bir doğurgan döngü halinde algılamamız halinde yakın gelecekte çok çok daha derin yaralara neden olacak büyük çaplı öldürme olaylarını beklemeli miyiz?

Ölümün ve şiddetin meşrulaştırılması bir toplumun başına gelebilecek veya getirilebilecek en büyük felaket. Ülkemizde özellikle son 50 yılda ölüme ölümlere karşı “ zihnin duyarsızlaştırılması” söz konusu. Bir düşünelim. Darbelerde asılanlar, otellerde yakılanlar, dağlarda ölenler, öldürülenler, hatalı hızlı tren denemesinde aynı dakika içinde ölen onlarca kişi, kuyulara atılanlar. Peki bütün bunları bu kadar çabuk mu unutuyoruz. Aslında kesinlikle hayır. Hepsi kolektif bilinçaltımızda çoktan yerlerini aldılar. Ve her geçen gün çeşitli başka patolojilerle birbir açığa çıkıyorlar. Düşünmeye devam edelim. İnsan ruhunun bırakın sevdiği, tanıdığı bir insanın ölümünü kabullenmesi çoğu zaman fiziksel olarak ayrı kalmaya bile alışması pek güçken bir toplumun onlarca, yüzlerce, binlerce insanını çeşitli olaylarda kaybetmesi toplumsal ruhu nasıl etkilemiştir acaba? Üstelik insan zihni bu kayıplara anlamlı nedenler de bulamazken. Bir can bile bir travmaya neden olurken onlarcasını yan yana koyup yeniden düşünelim. İnsan ruhu gariptir. Yaşadığı her büyük acıdan sonra kendini bir şekilde onarmayı, yenilemeyi başarır. Eğer kolektif ruh bu şekilde bir onarmaya gitmezse acı çekmeye devam edecek ve kim bilir bunun bedeli ne olacak? Bu nedenle onarıma ve yenilenmeye yönelik her türlü adım desteklenmeli.

2-Sosyal algı , hayatın en liberal aktörlerinin diğer yanda kalan en muhafazakar yanlarını dönüştürmesinde lokomotif bir rol oynamaktadır.Muhafazakarların sosyal hayatın daha fazla içerisinde olmasından hareketle bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Burada muhafazakarlığın bir zemin kayması yaşadığı fikri ileri sürülebilir mi?

Ben bu durumu bir çelişkiden çok bir “ uyum” süreci ve davranışı olarak yorumluyorum. Bu uyum süreci muhafazakârların temel düşüncelerini ve yanlarını korumaları ile birlikte kendilerinin de başkaları gibi örneğin eğlenebileceklerini anlamalarını ve bunu denemelerini içermektedir. Karşılıklı bir direnç halen söz konusudur, uzun bir zaman devam da edecektir. Ama bahsedilen sosyal algı değişmektedir. Aslında aradaki fark şudur. Muhafazakarla bugün geçmişe göre kendi yaşam tarzların toplum içerisinde daha rahat sergileyebilmektedirler. Alternatiflerini geliştirdiler. Kendi anlayışlarına uygun oteller, eğlence merkezleri kurdular. Burada bir zemin kaymasından çok zemini sağlamlaştırma bile olduğunu düşünmekteyim. Toplum genel olarak bir muhafazakarlaşma eğiliminde. Muhafazakarlar azınlıkken belki çoğunluk oldular. Şimdi ise karşı bir azınlık direncini sürdürme eğiliminde. Toplumsal değişime bir uyum süreci yaşamaktayız. Bu süreç sessiz gibi gelişiyor gibi gözükse de etkileri son derece kalıcıdır.

3-Toplumun bir kesiminin son yirmi beş yılı terör nedeniyle ölümler, işkenceler, büyük acılar,derin travmalar içerisinde geçti.Dışarıda kalanların bütünüyle bu acıların algılanması yönünde atılan her adıma büyük şüpheyle karşı çıkıp engeller çıkarması empati yapabilmeden yoksunluk olarak değerlendirilebilir mi?

Bu durumu maalesef sadece empatiden yoksunluk olarak değerlendirmek mümkün değildir. Toplumun bir kesiminin aşırıya kaçan milliyetçi duyguları nedeniyle kalp gözü körelmiştir. Ölen canları “ insan” olarak değil “ etnik “ yapıya göre değerlendirme eğilimini başka nasıl açıklayabiliriz ki. İnsanoğlu çoğunlukla kendi varlığını diğerini “ ötekileştirerek” sürdürmektedir. Bugün toplumumuzdaki en büyük sorun işte budur. Herkes bir diğerini “ ötekileştirmektedir” Ölen insanların bu topraklarda doğup, büyüdüğü göz ardı edilmektedir. Ana haber bültenlerinde “ şu kadar asker şehit düştü , şu kadar terörist öldürüldü” denildiğinde aynı cümle içinde geçen bu insanların aslında bir zamanlar aynı havayı soluduğu unutulmaktadır. Ötekileştirme son derece tehlikeli bir hal aldı. Terörü ve silahı kimse kabul edemez, etmemeli de. Ama daha yukarıdan bir bakış açısına ihtiyaç var. Aksi halde bu sorunun radikal duygularla çözülemeyeceği inancındayım.

4-Entelektüellerin sıklıkla yaşadığı yerlerde statükonun muhafızlığını yapan siyasal hareketler daha fazla destek buluyor. Türkiye’nin kıyı kentleri ve İstanbul’un kıyı semtlerinde bu durum son seçimlerde keskin bir şekilde kendini belli etti. Bu durumu onların içlerine kapanıp bir küskünlük psikolojisiyle hareket etmeleriyle veya jakoben bir ruh haline kapılmış olmaları haliyle açıklayabilir miyiz ?

Buna katıldığımı söyleyemem. İnsanoğlu kendi varlığını ve durumunu devam ettirmek ister. Değişimi kendi varlığına tehdit olarak algılar çoğu zaman. Bu soruda tabi “ entelektüeller” den ne kastdedilği önemlidir. Fakat tanımlanan davranış düşünüldüğünde aslında bu muhafazakâr bir davranıştır. Tıpkı muhafazakâr olarak adlandırılan kesimin davranışı gibi. İkinci soruda belirttiğim gibi belli bir kesim toplumsal değişim ve hoşgörüye karşı dirençli. Ama bu çok anlaşılır ve benim de kısmen katıldığım bir durum. Hızlı bir toplumsal değişim yaşıyoruz. Ve bunun sonuçlarını gündelik yaşamda çok belirgin hissediyoruz. Bu nedenle belirli kesimlerin kendilerini korumaya yönelik siyasal seçimlerini bir endişenin ve temkinli davranışın dışa vurumu olarak algılıyorum.

print

Bir cevap yazın