Küreselleşme ve Yeni Strateji Anlayışı (Ayağa Düşen Strateji)
Son yıllarda küreselleşme ile en çok ilişkilendirilen kavramlardan birisi de kamu yönetimi kavramı ve anlayışıdır. Başlangıçta ekonomik sistemlerin ve organizasyonların ulus aşırı nitelik kazanmasıyla kendini gösteren küreselleşme; 21. yüzyıla girerken en çok da ulus-devlet ve kamu yönetimi paradigmaları ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Bunun nedenlerinden birisi; karşısına çıkan her şeyi dönüştüren “küreselleşme kültü ve kültürü” için henüz fethedilmemiş ulus devlet ve onun korumasındaki kamu yönetimi ve geleneksel bürokrasi anlayışıdır.
AB Uyum Yasaları ile mevzuatımıza güçlü bir şekilde giren günümüzün “özelleşen kamu stratejileri” anlayışından farklı olarak milli stratejilerin önceliği ayrı bir “milli güvenlik stratejisi” oluşturmaktır.
Ana stratejilerin tespitindeki parametrik dağılım içinde öncelikler milli menfaatlere ve milli hedeflere aittir. Yerel, bölgesel ve küresel değişim gibi bileşenler diğer tamamlayıcı öğelerdir. Ancak günümüzde yerel siyasetin yeniden kurgulanmasını da hedefleyen stratejik planlama anlayışı ile hem strateji kavramı ayağa düşürülmüştür hem de strateji oluşturmanın öncelikleri merkezden yerel değerlere doğru kaymıştır.
Özellikle kamu yönetiminde yürütülmek istenen değişimi biçimlendirmek üzere ülkemize dayatılan bu anlayışın özü “decentralisation”dur. Yani âdem-i merkeziyetçiliğin küresel ekonomik algılara göre yeniden formüle edilmiş daha sevimli şeklidir. Özünde merkezi ulus devleti bertaraf eden, yönetiminde ve paydaşları arasında merkezi otoriteden çok ulus ötesi birimleri barındıran bu anlayışın sorgulanması önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak oluşturulacak yönetim biçiminin kavramsal çerçevesini çizen bu anlayış[i], küreselleşen dünyada devlet kurumlarının kapitalist sistemin gereklerine göre tasarlanması felsefesine dayanır. Bu bir anlamda “Pazar Sorunu” yaşamaya başlayan küresel şirketler ve sermayenin içine düşmekten korktukları darboğazı devletlerin imkânlarına ortak olarak aşma çabası olarak değerlendirilebilir.
Çünkü 1980’li yıllar Petrol Krizi ile zayıflayan kapitalizmin pek parlak sayılmayan dönemleridir. Ortaya çıkışı itibarıyla da İngiltere’de bireyci kapitalizme sırtını vermiş bir yönetim anlayışı olarak Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı (YKY), Pazar sorunlarını aşmak isteyen Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) ve sermaye güçlerinin “devletin kontrolündeki hizmet alanlarına nüfuz etme çabasının sonunda ortaya çıkmış bir yönetim anlayışı” olarak görünmektedir.
Kamu yönetimi anlayışının bu şekilde küresel dinamiklere ve taleplere göre yeniden düzenlenmesi ulus devlet ideolojisinin adım adım çökmesi anlamına gelmektedir. Özellikle kamu hizmetlerinin sunumu ve yönetimi alanının içeriği hakkında önemli düzenlemeler içeren “4734 Sayılı Kamu İhale Yasası, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu” gibi somut kanunların yanında ülkemizde yürürlükte olan “Stratejik Planlama” anlayışının nasıl yapılacağına ilişkin mevzuat; korumacı ulus devleti devre dışı bırakmaktadır. Bunun yanında ulus devletin öncüllerini ve varsayımlarını görmezden gelen bu paradigma, kamu kaynaklarını kapitalizmin en önemli varsayımı olan “kar maksimizasyonu” anlayışının insafına bırakan bir bakış açısına sahiptir.
Bu sayılan iki kanun ve buna benzer diğer hukuki metinlerin hemen hepsi referanslarını AB Uyum Yasaları’ndan[ii] almakta, getirdikleri kurumsal yapılanma ve düzenlemelerde Türkiye’nin sosyo-ekonomik alandaki temel strateji belgesi olan Kalkınma Planlarını bu ulus üstü metinlerin gölgesinde bırakmaktadırlar.
Bu anlayışın ülkemizde uygulanma serüveni ise tam bir komedi olarak başlamıştır. İdarelere ilk defa 2006 yılı için –pilot uygulama olarak- Stratejik Plan hazırlama zorunluluğu getirilmiş, ortaya çıkan ilk stratejik planlar ise tam bir facia niteliğindedir.
Bu konuda ilk uygulamayı yapan illeri kapsayan karşılaştırmalı bir çalışmada[iii] verilen bilgiler bu idarelerin stratejik plan kavramı ile getirilen şeyleri anlamadığı gibi yürürlükteki mevzuatı da bilmediklerini ortaya koymaktadır. İdarelerin bu konuda anladıkları tek şey; bu gerekliliğin AB Uyum Süreci’nin bir parçası olduğudur. Zaten idareler de hazırladıkları planlarda bu gerekliliğin zorunluluklarını yerine bihakkın getirdiklerini ileri sürmektedirler.
Stratejik Planlama konusunun detaylarına biraz girdiğimiz zaman bu konunun ülkemizde gerçekten içler acısı bir konu olduğunu görürüz.
Çünkü
Kurumlar, planları hazırlarken temel bağlayıcı belge olan Kalkınma Planları’nı ve “Vizyon 2023” belgesini değil de AB Uyum Süreci ile ülkemizde yasalaşmasını umdukları konuları ve yasa taslaklarının içeriklerini referans almaktadırlar.
Ayrıca planların hazırlanması süreci özel sektörün isteklerine göre yürütülmekte olup bir kamu idaresi “neyi, ne zaman, nasıl ve hangi kaynağa göre yapacağını” özel sektör bileşenlerinin isteklerine göre düzenlemektedir.
Bir diğer önemli sorun ise merkezi idarenin bir alt birimi olan il idaresi (İl Özel İdaresi Stratejik Planları bağlamında) içinde merkezi otoritenin temsilcisi olan vali ve valilik kurumu devre dışı bırakılmaktadır. Bunun yanında merkezi plana bağlılık bir kenara bırakıldığı gibi il planlaması tamamen yerel değerler (ilin maddi kaynakları ve bunları yönlendiren şirketler bütünü) ve yerel değerleri sömürmeye odaklanmış küresel değerler üzerinden yapılmaktadır. Söz konusu küresel değerlerin bu anlayışı ülkemize dayatan çok uluslu şirketler olduğunu göz önüne aldığımız zaman devlete ve onun birimlerine biçilen rolü daha iyi anlamak mümkündür. Devlet bu noktada kendini tasfiye edecek yasal çerçeveyi oluşturmakla meşguldür.
Ülkemizde stratejik planlama anlayışının ayaklara düştüğünün önemli bir göstergesi de bu planları hazırlayan ekiplerdir. Zira ülkemizde planlama yapma tecrübe ve yeteneği sadece Devlet Planlama Müsteşarlığı’nda (DPT) mevcut iken, 2006 yılında ilk planlarını hazırlayan 7 il özel idaresi böylesi önemli bir belgeyi 1,5 ay gibi kısa bir sürede hazırlama yeteneğini göstermiştir. Kanımızca sorgulanmaya, eğer mevcutsa da alkışlanmaya değer bir yetenektir!…
Dikkat çeken bir diğer nokta ise; hazırlanan stratejik planların formatlarının hep aynı olması (hukuki bir gereklilik ile izah edilebilir belki) ama içeriklerin birbirlerinden kopyalanarak rakamlarda değişiklik yapılarak planların hazırlanmasıdır. Belediyelerin planları birbirinin kopyası iken, üniversitelerin planları da birbirinin kopyası şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Bugün her hizmet yerinden yönetim kuruluşunun, merkezi idarenin ve nüfusu 50.000’i geçen belediye idaresinin stratejik plan hazırlama zorunluluğu vardır. Hesap ettiğimizde içine sayısı 100’ü geçen üniversiteleri de dahil edersek ülkemizde şu an yürürlükte bulunan yüzlerce stratejik plan mevcuttur. Her biri kendi uhdesindeki ve bulunduğu coğrafyaya özgülenmiş hizmetleri yürütmek üzere oluşturulmuş önemli kurumlar.
Bugün bütün bu kurumların hem stratejik plan yapma zorunluluğu hem de birer strateji birimi oluşturma zorunluluğu var. Bu yapılanma artık oluşturulmuş, ihtiyaç duyulan personelin istihdamı, eksiklere rağmen çoğu “görevlendirme” ile başka birimlerden devşirme yoluyla da olsa önemli ölçüde sağlanmış durumdadır. Ancak bu personelin çoğunun diploması bu görevi kavrayabilme ve yerine getirebilme, bir bütün olarak bu işin altından kalkacak nitelikte değildir.
Ancak bu birimler daha önce bütçe dairelerinin (eskiden maliye bakanlığına bağlı personeller bütçe dairesi ya da saymanlık adıyla örgütlüydü) yaptıkları ön mali kontrol ve ödeme işlemlerinden başka bir görev yapmamaktadırlar. Ayrıca burada istihdam edilen personelin vasıfları oldukça tartışmalıdır. Çünkü herhangi bir kurumun herhangi bir birimindeki memur kadroları ile buradaki personelin hem statüleri hem de bilgi ve beceri düzeyleri arasında bir fark yoktur.
Kısacası, yeterli bilgi ve beceriden yoksun personellerce hazırlanan bu planlar; strateji ve planlama kavramlarının da içinin boşaltılmasına yol açmaktadır. Ülke için hayati önemi olan Kalkınma Planı ve Vizyon 2023 belgelerinin önemini azaltmakta hatta bu iki belgenin getirdiği ulusal plan bütünlüğünü bozmaktadırlar.
Sonuç olarak artık günümüzde stratejik plan hazırlamak kurumlarımız için adeta çocuk oyuncağıdır.
Fakat sorulması gereken bir soru var:
Ülkemizde Yürürlükte Olan Strateji Ve Stratejik Planlama Anlayışını Oluşturan Konsepti Kim Belirliyor?
İMF mi?
Dünya Bankası mı?
Avrupa Birliği mi?
ABD ve onun ekonomik ve sosyal hatta askeri uzantıları mı?
OECD mi?
Yoksa bunların hepsi el ele verip birlikte mi belirliyorlar?
Görünen o ki, bunların hangisi hazırlarsa hazırlasın bunu Türkiye’nin kendi dinamiklerinin ve kurumlarının ve Türkiye’nin menfaatlerine göre hazırlamadığı gün gibi aşikârdır.
[i] Başlangıçta İngiltere, ABD, Avustralya gibi ülkelerde uygulanan daha sonra da OECD, İMF ve DB marifetiyle diğer gelişmekte olan ülkelere dayatılan bu anlayış literatürde Yeni Kamu Yönetimi (YKY) olarak bilinmektedir. İçeriği ve detayları konusunda çok sayıda makale ve uygulama örnekleri mevcuttur.
[ii] Bu metinlere dayanılarak oluşturulan alt metinlerde ve Stratejik Planlarda bu vurgu özellikle yapılarak Türkiye’nin bu alanda görevlerini yerine getirdiğine dair imalar bulunmaktadır. Yani bu çabaların hepsi bir görevin gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.
[iii] Çalışma A. Argun AKDOĞAN’a ait olup, çalışmanın künyesi: Stratejik Planlama Yerine Planlama Stratejisi: Yedi İl Özel İdaresinin Stratejik Planlarının Karşılaştırması, Mülkiye Dergisi, Cilt:31, Sayı: 256, ss:137-164