Sular Çekilirken-I

Amerika’nın planladığı Irak Geri Çekilmesi bir gelgitin sonunda her şeyi yıkan suların çekilmesini andırıyor.

Ne için gelmişti ne için geri çekiliyor? İnsanlığın bunu olanca namusu ile sorgulayıp eli vicdanında bir şekilde ABD’ye hakkını teslim etmesi gerekir.

Demokrasi ve özgürlük için, insanlığın kutsal değerlerini Irak’a yerleştirmek için gelen ABD ve onun payandası Birlik (Batı Medeniyeti bu cinayeti işlerken bir birlik olarak hareket etmiştir) bir milyondan fazla insanı öldürdükten sonra yakıp yıktıkları coğrafyaya hiçbir şey katmadan “I am sorry” diyerek çekilmeyi planlıyor.

Amerikan aklının iktidar ettiği Bush’un tüm dünyaca “tu kaka” ilan edildiği bir süreçte ayını akıl tarafından seçimlerle dünyanın yeni lideri olarak seçilen fikri gibi kendi de gri renkteki Obama, ABD-Dünyalı ilişkisini Irak’tan Çekilme şeklinde özetlediği insancıl bir söyleme oturtmuş durumda. Bu arada Afganistan meselesine girmek konuyu uzatır. O konuda yumurtadan ne çıkacağı ise ayrı bir sürpriz.

Bu planın kilit ülkesi olarak gördüğü ülkemizi, randevu defterinde ilk sıraya koyduğu süreçte olanca sevimliliği ile tüm benliğimizi fetheden Obama en geç iki yıl (2011 yılına kadar) içinde hem kazasız belasız geri çekilmeyi hem de dünyanın yeni sevgilisi Amerika’yı yaratma hayali içinde görünüyor.

Plana göre ABD kazasız belasız çekilecek ve Irak’ta tek kuşun kanadı incinmemiş gibi Caniler (pardon Coniler)  evine dönecek. Bu arada Obama olanca sevimliliği ile yalaka medyamız aracılığıyla evlerimize kadar girip bizlere el sallayacak, dünya için artık bir yük olmaktan başka hiçbir fonksiyonu olmayan ABD aklanacak biz de “Irak’ta ölen bir milyon insan salak mıydı nasıl oldu da durduk yerde öldü bu enayiler” diye hayretler içinde kalacak şaşkınlığımızdan dilimize mukayyet olmaya çalışacağız.

Gelelim çekilme meselesine.

Çekilme meselesi bereket versin ki ABD’nin Irak’a girişi kadar netameli bir konu değil. Hatırlanırsa başımıza gelmeyen kalmamıştı. Bu sefer daha dikkatli olacağımız, bir Chuwal inciri berbat etmeyeceğimiz kesin görünüyor. Yoksa o Chuwal’ı içindeki incirle beraber başımıza geçirirler benden söylemesi.

Ülkeler, birbirleri ile olan ilişkilerini salt menfaat üzerine kurarlar. Duygusallık, moralite gibi kavramların uluslar arası ilişkilerde gerçek anlamda pek bir yeri yoktur. Her ne kadar ilişkilerin arka planını zenginleştiren ve dolduran güçlü duygusal, moral yada dinsel bağlar olsa da ilişkilerin özünü ölçülebilir kimi zaman da “ölçülebilir + potansiyel” çıkarlar belirler. Yani sizin biri ile olan ilişkiniz size net bir değer kazandırıyorsa o ilişki anlamlıdır ve gereklidir ve sürdürülmelidir.

Buradan şu sonuca varmak da yanlıştır: Filanca devletle ilişkimizin bize faydası var devam edelim falanca ile ilişki kurmanın faydası yok ilişkiyi keselim ve kapıyı kapatalım. Bu da aynı evren üzerinde yaşıyor olmanın gerçeklerine terstir. Ki küresel bir dünyada yaşıyor olmak zaten bütün ulusları ve devletleri birbiri ile bağımlı hale getirmiş durumdadır.

Bu durumda önerilecek olan şudur:

Bir ülke; ayrım yapmaksızın her ülke ile ilişki içerisinde olmalı, ilişki kurmakta engeller yaşanan ve ilişki kurmanın zorlukları olan ülkelerle bir şekilde doğrudan o da olmazsa dolaylı yollarla ilişkiler kurulmalıdır. Bu sayede ülke, vatandaşlarının ve kendi menfaat alanının toplam çıkarını mutlak surette maksimize etmeli dış politikasını her yerde kabul gören ülke imajı üzerinden yürütmelidir.

Bir iki ülkeyi hariç tutarsak Amerikan dış politikası da bu anlayışa dayanır. O birkaç ülkeden birisi İran’dır bir diğeri ise Kuzey Kore’dir. Kuzey Kore’nin kapalı ülke modunda kalma konusunda ısrarından dolayı ABD henüz burası ile dolaylı da olsa bir ilişki geliştirememiş olsa da ABD-İran ilişkileri için aynı şey söz konusu değildir. Amerika Ortadoğu’ya ilişkin birçok söylemini “şeytan devlet, şer ekseni” şeklinde çatallandırsa da bir örtülü ilişkinin varlığı inkar edilemez. ABD-İran ilişkisi doğrudan ABD tarafından yürütülmese hatta ABD tarafından İran ile iş yapan şirketlere yasak getirilmiş olsa da el altından ilişkiler oldukça likittir. Özellikle ABD’nin etki alanının dışında görünen Fransa ve Almanya üzerinden ABD, kendi ambargosunu küresel görünümlü ABD sermayesi yoluyla delmektedir.

Bu sebepledir ki Türkiye de ilişkilerini açık ve örtülü menfaatler üzerinden ve kendi içinde iyi tanımlanmış gerekçelerle yürütmek zorundadır. Biri ile dost olmanın zorunluluğu gibi bir gerekçe yeterli bir açıklama değildir. O zaman öncelikle sürdürülen dostluğun tanımına biraz bakılmalı ve dostluğun içeriği iyice sorgulanmalıdır.

Iraktan çekilecek ülke ABD değil de başka bir ülke olsaydı bile Türkiye’nin tavrı aynı olmalıdır. Çünkü söylediğimiz gibi ilişki kurmanın temel gerekçesi ve ana sonucu menfaatlerdir. Çıkar varsa ilişki vardır. İlişki varsa çıkar da olmalıdır. Bu bakımdan “p ise q” şeklinde ve tersi de doğru olan ilişki içerisinde Obama’nın kucağımıza bıraktığı çekilme konusuna göz atmalıyız.

Amerika oradan çıkmak istiyorsa, sağlıklı politikalar üreten bir ülke olmanın gereği ve koşulu olarak Türkiye bu konuda yardımcı olmalıdır. Eskiden şöyle olmuştu dün böyle olmuştu gibi şeyler devletlerarası ilişkilerde geleceği ipotek altına alacak olan yaklaşımlardır. Eğer ki geçmişte bir şeyler olmuşsa bunun zararını tazmin ettirme yoluna gidilir. Şantaj devletlerin siciline hiç ama hiç yakışmayacak bir şeydir. Ki Fransa’nın NATO’ya dönmesi konusunu medya ve politikacılarımız bir şantaj malzemesine dönüştürmeye kalkıştılar adımız iki günde ‘şımarık devlete’ çıktı. İyi de oldu. Haddini bilmek adamlıkta esastır. Sarkozy’yi itici bulsak da Fransa’nın De Gaulle’ün ülkesi olduğunu çok çabuk unuttuk ve cevabımızı da aldık. Eğer ki o noktada elinde çıkar elde edebileceğin bir şey varsa onu şeyi günü ve yeri gelince koyarsın masaya adam gibi almak istediğini ya da hakkını söke söke alırsın. Yoksa ahlaksız tekliflerle uluslar arası evlilikler o kadar da kolay yürütülemez.

Sonuç olarak Türkiye her halükarda ABD’nin Irak’tan çıkışında aktif ve belirleyici ve güçlü bir ülke olarak yer almalıdır. Çünkü Amerika gibi bir ülke ile sınırdaşlık dünyada sanmam ki Türkiye kadar hiçbir ülke için risk taşımasın. Özellikle bu yüzden Türkiye bu sınırdaşlığın sona ermesi için elinden gelen çabayı hem de kendisinden beklenenin ötesinde bir şekilde göstermelidir.

Çünkü Amerika ile bu denli komşuluk hem kimyamızı bozdu hem de içinde bulunduğumuz dengeleri bozdu. Eğer ki bu sınırdaşlık birkaç yıl daha devam ederse haritamızı da bozacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu yüzden daha fazlasına meydan vermeden Türkiye, misafirini sağ salimen ve seve seve evine uğurlamalıdır.

Tekrar söylemekte fayda görüyorum; Türkiye, Amerika’nın çekilme planına kendi menfaat çizgilerini de ortaya koyarak derhal yardımcı olmalı hatta ona yol açıcı öncülük rolü üstlenmelidir. Ayrıca Irak’ta doğacak boşluğun nasıl doldurulacağına ilişkin güçlü önerilerle masaya oturarak bölgesel sorunların çözümünde önemli bir aktör olduğunu da tüm dünyaya akıllıca göstermelidir.

Zaten Obama’nın cazibesine kapılmış bir Türkiye’nin ve onun acemi siyasi elitlerinin bu konuda ABD’yi reddetme şansı yoktur. Böylesi bir reddiye siyasi iktidarın kendi şah damarını hacamat etmesidir. Çünkü ABD, AKP’ye şahdamarından daha yakındır. Eğer AKP’nin iktidar olma süreci iyi gözlenirse ABD’siz AKP’nin hiçbir şey olduğu ve üç gün dahi iktidarını sürdüremeyeceği çok iyi görülür. Böyle bir konsensüs ve göbek bağının ürünü olan AKP’nin hayır demesi mümkün değildir. Sadece iç politikada kendisi için karlı sonuçları olan bir takım mesajlar vermeye yönelik ayak diremeler söz konusu olabilir ve olacaktır da. Olağandır da. Tek dileğimiz, medyanın da bu yaygaraya katılarak acıları tazeleyecek göndermelere girişmemesidir.

Şu an Türkiye’nin önündeki en kısa vadeli sorun Diaspora’nın dayattığı Obama’nın da TBMM’de “ben söyledim oldu” tarzında bir kibir ve ukalalıkla “burada dile getirdim ve kayıtlara geçti (siz ne derseniz deyin sizi tınlayan kim ki?)” dediği Ermeni Meselesi ve Sınırların açılması meselesidir. Ama bu tartışmalar sona erer ermez asıl gündem çekilme meselesi olacaktır.

Devamı Yarın

print

Bir cevap yazın