2- Günümüz Krizinin Geleceği Ve Büyüme
Bugün yaşanan kriz bir üretim ya da tüketim krizinden ziyade bir bölüşüm ve insanlık krizidir. Çünkü sistem “artık değer”in bölüşümüne izin vermezken, bölüşümden mahrum kalan kesimler insani gerekliliklerini dahi karşılamaktan mahrum durumdadırlar. Bunun en belirgin göstergesi de ülkemizde geniş kitlelerin son yıllarda daha üretmeden gelecek birkaç yılının gelirini tüketmiş olmalarıdır.
Türkiye’de son yıllarda merkez siyasete yakın konumlanmış sınırlı sayıdaki seçkinin elde ettiği gelirin nüfusa bölünmesiyle kişi başı gelir rakamlarına ulaşılmış olduğu için gerek iktidarlar gerekse işi büyük ölçüde güçlüler lehine manipülasyon yapmak olan iktisatçılar ekonomik çöküşü kısmen görememişler kısmen de örtbas etmişlerdir. Ancak artık durum tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmış vaziyettedir[1].
Fiilen 2005’lerde başlamış olmasına karşın finans piyasasındaki etkisi 2007’lerde görülmeye başladığı için bu yıla tarihlenen günümüz küresel krizinin geleceğinin ne olacağı henüz belli değildir.
Bu konuda kapitalizme teslim olmuş hükümetlerin onlarca paket girişimi oldu. Dünya ölçeğinde şimdiye kadar 10 trilyon doların üzerinde para dağıtıldı. Bu rakam dünya GSMH’nın yaklaşık olarak 52 trilyon dolar olduğu bir ortamda toplam GSMH büyüklüğünün beşte biri demektir.
Ancak sistem doğası gereği kendini kurtarmaya adapte olduğu için açılan bu paketlerin hiç birisi gerçek ekonomik sistemin kurtarılmasına yetmemektedir. Çünkü normalde eşitlikçi bir bölüşümün ekonomik devamlılığı sağladığı bir ortamda bölüşümün güçlü tarafının (Veblen’in Aylakları) kollandığı buna karşın yoksullaşan ve sömürülen sınıfların mağduriyetinin daha da derinleştiği bir durumda krizden çıkış mümkün görünmemektedir.
Daha önce de Türkiye’deki kurtarma operasyonlarına değinirken, üretenlerden alınan vergilerin sömürücü avare sınıflara dağıtıldığını izah etmeye çalışmıştık. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yapılan budur. ÖTV, Can Suyu vs. adlarla açılan paketlerle hükümet vergi olarak vatandaştan toplanmış olan 54 milyar dolar tutarındaki bir meblağı üretkenlikten uzak, daha doğrusu üretici sınıfların bölüşümüne katkısı olmayan kesimlere transfer etmiştir.
Bu desteğin bir yansıması olarak ülke ekonomisi içindeki bir kesim yoksulluk sınırının da altına inerken bir kesim de % 30’lara varan gelir büyümesi göstermiştir. En son resmi istatistikler bu konuda oldukça açıklayıcıdır:
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre, bankaların toplam kârı 7 ayda yüzde 35 artışla 12,7 milyar liraya yükseldi. Aynı dönemde ise Türk ekonomisi birinci çeyrekte %13,8, ikinci çeyrekte % 8 civarında küçüldü. Bu sadece kayıt altındakilere ilişkin rakamlar. Bir de kayıt altında olmayıp da işini gücünü, evini ocağını hayatını kaybeden milyonlarca insanın kayıplarını buna ilave edersek Türk ekonomisindeki reel küçülme % 20’leri geçer.
Ortada tuhaf bir durum var. Sistemin içindeki adı “Türk” kelimesi ile başlayan ancak vatandaşlığı “yabancı” olan büyük şirketler % 35 kar elde ederken, bu kesimler için göz alıcı bir büyüme yaşanırken gerçek katma değeri üreten kesimlerin durumu sefalet noktasına doğru gitmektedir. Ayrıca hükümet açtığı kriz paketleri ile bu kesimlerden topladığı vergileri kar eden kesimlere çeşitli şekillerde transfer ederek aradaki uçurumu daha da derinleştirmektedir.
Burada hem ekonomik bir eşitsizlik yaratılmakta hem de ideolojik bir ayrımcılık güdülmektedir. Neresinden bakarsanız bakın ortada devlet desteği de olan bir soygun vardır. Diğer yandan küresel finans piyasalarının Türkiye’deki taşeronu olan İMKB’de de benzer şeyler olmaktadır. Menkul kıymetler borsası şu krizli günlerde bile oldukça ilginç bir şekilde coşkulu günler yaşayabilmektedir.
Neyi kutluyorlarsa? Türk halkının içine düştüğü sefaleti mi yoksa açlığa mahkum halkın içine düştüğü dehşet psikolojisiyle çözülen iradesinin gelecekte kendilere açacağı yeni kapıların kilidinin gevşemesini mi?
Sonuç olarak ekonomik göstergeler heyecan verici şekiller alabilirken sınıfsal bir itilmişlik içindeki geniş halk kesimlerinin sefaleti daha da artmakta, ortada dolaşan büyüme rakamlarına göre gerçek ekonomik durum bir yatay sürünme içinde gitmektedir. Bu yatay sürünme esnasında bir taraftan diğer tarafa sürekli transferlerin gerçekleşmesi ise sürünme kavramını geniş halk kesimleri için mecazi bir kavram olmaktan çıkarmaktadır.
[1] Her ne kadar kişi başı GSMH rakamları toplam gelirin toplam nüfusa bölünmesiyle elde ediliyor olsa da ülke içinde üretin GSMH’nın çok büyük kesimini iktidara takın konumlanmış sınırlı sayıdaki seçkin elde etmekte geriye kalan on milyonlar kişi toplam GSMH’nın çok küçük bir kısmını paylaşmaktadır. Yani Türkiye’nin ortalama kişi başı geliri 10.000 dolar civarında görünürken bu sınırlı sayıdaki kişinin geliri milyon dolarlarda seyretmekte, geriye kalan on milyonların kişi başı geliri ise verilen sadakaları da dahil ettiğimizde 1500–2000 doları ancak bulmaktadır.