İlk yazıya ,çoğu yazar gibi şiirle başlasam da sonra bu işi erbaplarına bıraktım. Ama her zaman şairlere, bestekârlara ve eserlerine ilgim hiç eksilmedi. Bu günlerde Tasavvuf felsefesinde önemli isimleri yâd ettim.
Çok eskilere, Padişahlık zamanında yaşayanları bu güne getirmek istedim.
Padişah 111. Selim zamanında yaşamış olan Şeyh Galip’ten bahsetmek istiyorum bu gün. Biliyorsunuzdur Şeyh Galip’i.
Daha henüz 34 yaşında genç bir Mevlevi olan Galip, Galata Mevlevihanesine şeyh olarak atanır.Onun gelmesi ile dergâh, padişahın buyruğu ile yeniden onarılır. Mevlevihaneye tatlı su getirilir. Ayrıca şeyhin dergâhta ailesi ile oturması için birde harem kısmı eklenir.
Büyük besteci, şair ve olgun bir insan olan Sultan 111. Selim’le Galip’in yakınlığı burada başlar. Padişah ve şeyh, şiir ve müzik dünyasının güzelliklerini paylaşan, sanatın soluğu ile gönülleri kaynaşan iki yakın dost olurlar.
Çoğu kere Galip, Padişahın sohbet arkadaşı olarak saraya çağırılır… Padişahta fırsat buldukça, Şeyh Galibin sohbetlerini dinlemek üzere dergâha gelerek onu onurlandırır.
Sultanın kız kardeşleri Beyhan ve Hatice Sultanlarda Şeyhin doyumsuz sohbetlerinin tiryakisi olurlar. O kadar ki, Galiple Beyhan Sultan arasında platonik bir aşkın yaşandığı bile söylenir.
Erken yaşlarda ürün verenler ve olgunluğa erenler, yaşlılığı yaşamadan, dünya yaşamından bir yıldızcasına kayıp giderler.
26’sında büyük şair olan, 34’ünde şeyhlik mertebesine ulaşan ve 111 Selim gibi sanat sarrafı bir sultanın hayranlığını kazanan Şeyh Galip için aynı kural geçerli olur. Ve Galip, 1779’da 42 yaşında ölür.
Oğlunun cansız bedenine bakan babası ”Oğlum! Bu siyah sakalla beyaz kefen birbirine hiç yakışmadı” diye gözyaşı döker.
Galip’ten geriye kalanlar…
Hâsılı âlem bilir bu sırrı inkâr eylemem
Gizlesem de aşikâr etsem de canımsın benim
Dizeleri sevginin samimiyetini bütün sıcaklığıyla dile getirir.
Yârin bize bir selamın yok mu?
İnsafın o yerde namı yok mu?
Gibi dizeleri ise yüzyıldır dillerde gezer. Galip, insanın âlemin özü, varlıkların gözbebeği olduğunu, yani koca bir Tasavvuf Felsefesini iki dizede özetler;
Hoşça bak zatına kim zuhbde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen
Eserleri yanı sıra sözleri de bu gün bir atasözü niteliğini taşıdığı gibi yaşamımızda ışık tutacak niteliktedir.
Ya pekiyi, Nazım Hikmet’in dünya edebiyatında bir eşi daha yok dediği, hani can mumun ışığının gökyüzünün fanusuna sığmayacağını söylediği şu iki dizeye ne buyurulur;
Bir şulesi var ki şem-i canın
Fanusuna sığmaz asumanın
Ben Şeyh Galip’i 3 Aylara girdiğimiz şu günlerde Hz. Muhammed’e yazdığı dizelerinden hatırladım bu gün.
Bakın ne demiş;
Sen Ahmed ü Mahmud ü Muhammedsin efendim
Haktan bize Sultan-ı Müeyyedsin efendim
Ömrünün sonlarında söylediği, Mevlevilik yolunda kiminin şanı şöhreti terk edip, Mevlevi sıfatı ile yetindiği, kiminin de saygınlık görme hevesine kapıldığı yolundaki iki dize, olgun bir meyve tadı veriyor bize;
Reh-i Mevlevi de Galib, bu sıfatla kaldı hayran
Kimi terk-i nam u şane, kimi itibare düştü…
Sevgiyle mutlu kalın
Şeyh Galibin en önemlş esri Hüsn ü Aşk… ile Devam edecek