Sayın Başbakanımızın sloganlarından biri olan “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylevi hayatın bir çok alanında tutuyor da gel gör ki kiminide eskisini arayanlar olmasın..
Kamu ve Üniversite hastaneleri randevu alımında otomasyona geçiyor bir bir. Muayene olabilmeniz için telefonla hastanenin sesli santralına başvurmanız gerekiyor… Da gel görki günün hangi saatinde ararsanız arayınız tüm randevularımız dolu yanıtını alıyorsunuz.
Ben şahsen İstanbul Tıp Fakültesi Diş Polikliniğine randevu için akşam sabah tam 20 gündür sürekli arıyorum ve hala randevu alamadım. Alanları kutlamak lazım..
Eski ile yeni arasındaki farkı daha iyi anlayabilmek için bir dostumun bire bir yaşadığı bir anekdotunu paylaşmak istiyorum sizlerle….
Sene 2002 İstanbul Haseki hastanesi. Hastanede yaşlı bir bayan dikkatimi çekiyor. Uzun koridorun en dar yerine konmuş bir banka oturmuş yaşlı kadın etrafı öyle ümitsiz gözlerle süzüyor.
Bir beş dakika izledikten sonra yanına gelerek yumuşak bir ses tonuyla soruyorum:
-Merhaba anneciğim birini mi bekliyorsunuz?
-Hayır evladım. Muayene olacaktım ama şey evladım bu uzun uzadıya numara kuyruğunda ve de doktorun kapısında nasıl bekleyeceğimi düşünüyorum…
Yaşlı kadıncağızın ağzından çıkan sözcükler bir duman buğusunda içimi burkuyor..
Kendi derdini unutmuş hastane koridorunda, kuyrukta saatlerce bekleyenleri, elinde neskafe bardağıyla odasına girip çıkan doktorları, sedye taşıyan bembeyaz önlüklü hemşireleri koşuşturan insanları seyrediyor umutsuz gözlerle sessiz sessiz.. Acile hasta taşıyan ambulansın sireniyle arada birde irkiliyor…
Ve ben söze tekrar giriyorum..
-Anneciğim muayene olacaksın galiba?
-Evet evladım..
-Sağlık karnen var mı?
Var şuracıkta evladım..
-Anacığım tamam ben sana yardımcı olacağım ama gel önce seninle şöyle hastanenin bahçesine çıkalım, deyip koluna giriyorum ve büfenin önünde bir şeyler ısmarlayıp oturtuyorum. Sonra vefat eden kocasından tek yadigar sigorta karnesini alarak dalıyorum hastanenin bürokrasi kalbine..
Müracat sırası, doktor sırası derken yarım saate bir bir randevuları ayarlıyorum. Sonra bahçedeki annem dediğim yaşlı teyzeyi alarak doktorun muayenesine dalıyorum.. Doktora tebessümle rica ediyorum, annem biraz çekinkendir doktor bey iyice bir muayene edelim lütfen…
Muayene çıkışında yüzünde gülücükler açan yaşlı kadını “Allah razı olsun evladııım” duaları arasında tekrar hastane bahçesine çıkartarak banka oturtuyorum.
Sonra tahlillerini yaptırıyorum. Yarım saatte de bu işlemleri bitiriyorum.. Bir koşuda eczaneden ilaçlarını alıyorum. Son olarak bir sarı taksi çağırıyorum kapıya. Bahçeye bıraktığım yaşlı kadınının koluna giriyorum ve nerede oturduğunu öğreniyorum..
Taksiciye eğilerek “şoför bey Koca Mustafa Paşa …sokağa kaç para yazar” diye soruyorum.. “…lira” diyen şofore, çıkartıp parayı uzatıyor ve sıkı sıkıda tembihliyorum;
-“Kaptan bu annemi tam kapının önünde indiriyorsun ha…
Sonra kolundan tuttuğum Yaşlı kadını büyük bir titizlikle taksinin kapısını açıp bindiriyorum.
Ayağının biri henüz dışarıda olan yaşlı teyze ani bir hamleyle bana sarılarak elimi kolumu sıkmaya başlıyor.:
-Önce bir irkiliyorum sonra yanan can havlimle hayırdır anacığım niçin elimi kolumu mıncıklıyorsun?
-Yok yok oğluum bu devirde böyle iyilik sever bir insan yoktur, hani Hızır Aleyhisselam mısın diye yokluyorum seni…. Demez mi!..
Şoförünün hayretli bakışları karşısında bende “evet evet anacığım gördüğün gibi bende etten ve kemiktenim” sözleriyle ikna ederek tebessümle Taksinin kapısını kapatarak yolcu ediyorum tanımadığım yaşlı kadını..
İşte bu anekdotu benimle paylaşan bu güzel insan, hala aynı hastanede aynı yardım severliğini sürdürüyor onca yaşına rağmen hem de hiç kimseye hissettirmeden…
Şimdi de bir düşünün bu tür kimsesiz yaşlı insanların telefonla randevu alma çilelerini…