Yıllardır Türkiye üzerine çok söz söylendi, çok yazıldı, çizildi..
“Bağımsız Türkiye” için yola çıkanlar, mücadele edenler oldu. Binlerce genç, onlarca aydın,yazar, sanatçı ülkesi için bir şeyler yaptı, çalıştı.. Ölenler, içerde tutulanlar, hapis yatanlar oldu. Olmakta..
Türkiye için daha pek çok niteleme yapıldı. “Halkçı Türkiye, Büyük Türkiye, Güçlü Türkiye, Çağdaş Türkiye” gibi..
Oysa bu memleketin kuruluş felsefesi sağlamdı.
Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmak. Amaç buydu.
Hedef son derece yerindeydi: muasır medeniyet, yani çağdaş uygarlık..
Yıllardır devletin bu nitelikleri üzerinden siyaset yapıldı.
Geldiğimiz nokta önemli, ama çok yetersiz. Dünya nerede, biz neredeyiz?.
Bazı ilginç çelişkiler..
İnsani Gelişme endeksinde 177 ülke içinde 84.üncü sıradayız.(Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı-UNDP- Raporu, Mart 2008).Oysa ekonomik büyüklükte on altıncı durumdayız.
Dünyada milli gelir büyüklüğü bakımından 16.ncı sırada olan Türkiye’nin verimlilik performansında 40.ncı sırada olması ilginç bir çelişki olsa gerek.
Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisiyiz ama ileri teknoloji ürünleri ihracatında 52’nci sıradayız.
Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisiyiz ama eğitim endeksinde 177 ülke içinde 104.üncü sırada bulunmaktayız.( Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı-UNDP- Raporu, Mart 2008)
Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisiyiz ama genç işsizi en çok olan ilk on ülke içindeyiz.
İşte bunca yaşamsal çelişki ve konu varken, toplumumuzda yaratılan kutuplaşma ve gündem maddelerine baktıkça gerçek sorunlarımıza daha çok dikkat çekme gereğini duymaktayım.
Kaynaklarına, imkânlarına, potansiyellerine göre olması gereken yerde mi ülkemiz?
Hayır, değil. Peki niçin?
Çünkü toplumun, devletin ihtiyacı olan Türkiye’nin adını kimse koymadı.
İşte o ihtiyaç şudur: ÜRETKEN TÜRKİYE..
Daha üretken Türkiye, daha gelişmiş ülke ve daha mutlu toplum…
Yazılarımda genellikle; “Türkiye nasıl daha üretken bir ülke, bir devlet ve bir toplum olabilir?” sorusu üzerinde durmakta ve uygulanabilir, gerçekçi, geçerli ve güvenilir çözümler üretmeye çalışmaktayım.
Üretken Türkiye üretken insanla kurulur.
Üretken insan kimdir?
İç politikada bir makam sahibi olmak yerine, evrensel kalitede bir meslek sahibi olan ve işini yapabileceği en iyi seviyede üreten insandır.
İnsanlarımız çok meşguldür, ama her meşgul verimli değildir.
Bugüne dek çok kez Çağdaş Türkiye denildi, ama üretim biçimleri değişmeden köylü ağırlıklı bir toplumun nasıl çağdaşlaşacağı ortaya konulamadı. Koymaya çalışanlar engellendi, suçlandı…
Yaşadığın çağı anlamadan üretken Türkiye’yi kuramazsın.
Üretken insan hayatın anlamını çalışmakta ve gelişmekte bulur. En başta sevmek gelir. Sevmek yaşamın özüdür. Gelişerek sevmek insanı mutlu kılar.
Siyasetin özü de çağdaş uygarlık düzeyine dayanmalıdır. Hangi sorunu konuşacaksak o konuda önce “Dünya nerede, biz neredeyiz” bunun ortaya konulmasından sonra ülkemize özgü çözümleri tartışabilmeliyiz.
Yani kendimizi dünya ile ölçebilmeliyiz. Bunun için gerekli bilgi ve donanıma sahip olduktan sonra memleketimiz için gerçekçi ve güvenilir çözümler üretebiliriz.
Ölçme işinde de kuşkusuz rakamlara başvurmalıyız. Örneğin 1960-70’lerde Güney Kore ile birçok alanda eşit sıralardayız. Bugün Güney Kore her alanda bizi 4-5 kat geçmiş durumda.
Biz neredeyse 40 yıldır otomobille uğraştığımız halde dünyaya bir Türk markası veremedik, oysa Güney Kore dünyanın beşinci büyük firması Hyundai’yi yarattı.
Dünya fındığının yüzde seksenini üret, ama Nestle gibi bir çikolatan olmasın.
Tekstil ülkesi olduğumuza göre bir Türk giyim adını dünya piyasalarında dalgalandırabilmeliyiz.
Bunların sırrı AR-GE ortamında. Aslında bardak tümüyle boş değil. Çok kıymetli beyinlerimiz batıda önemli yenilikler yapmaktalar.
Ama önemlisi ülkemizi tümüyle bir bilim, araştırma toplumu yapabilmekte.
Bazı gelişmeler var. Umut veriyor. Görevimiz bunları yaygınlaştırmak ve kalıcılaştırmaktır.
“Üretken Türkiye’yi üretken kişiler kurabilir” dedik. Peki, bunun için doğru soruları sormamız gerekmez mi?
Doğru soruları önce ulusal, toplumsal anlamda sormalı, sonra da sektör, bölgesel gelişme, firma, kurum ve bireysel düzlemde dile getirmeli.
Makro sorular..
Ülkemizin toplumsal-ulusal gelişmesini planlarken elbette küresel gelişmeler ve eğilimler çok iyi analiz edilmelidir. Örneğin;
-Dünya yakın ve uzak gelecekte nasıl bir ekonomik, siyasal, sosyal, askeri şekillenme içine girecektir?
-Ülkemizin bu olası gelişmeler karşısında güçlü ve zayıf yanları nelerdir? Hangi fırsatlar oluşmakta ve muhtemel tehditler var mıdır?
-Potansiyellerimiz her alanda olduğuna göre, bunlar toplumsal fayda için nasıl kullanılabilir?
-Orta-uzun dönemli sürdürülebilir bir büyüme ve gelişme politikamız nasıl olmalıdır?
-Sosyal gelişme için, eğitimde, sağlıkta, teknolojide, üretimde nasıl bir verimlilik politikası izlenmelidir?
Tüm bu bütüncül soruların yanında bölgesel gelişme ve eşitlik için, sektörel sıçrama yapabilmek için, kurum ve firmaların küresel rekabeti için de doğru sorular sormak ve doğru yanıtların arayışı içinde olmak gerekmektedir.
Mikro sorular..
Birincisi; kurumların, şirketlerin verimlilik performansları nedir, ne düzeydedir?
Bu soruyu yanıtlamak için ölçüm yapmak gereklidir. Firmanın işgücü verimliliği ne seviyede, sermaye verimliliği ne düzeyde, toplam verimliliği hangi noktada?
Firmalarda ve kuruluşlarda yönetimin şunları bilmesinde çok yarar bulunur:
-mevcut işgücü ne kadar verimli?
-teknik etkenlik oranı(yapılan iş/ yapılabilecek iş)nedir?
-atıl işgücü var mı?
-insanlar doğru yerde mi, doğru işbaşında mı,?
-işler doğru biçimde mi yapılmakta?
-mevcut makine-donanım ne kadar verimli kullanılmakta?
-atıl kapasite oranı ne?
-teknoloji seviyesi ne durumda?
-işçi-makine uyumlu mu?
İkinci temel soru; şirketlerin, kurumların verimlilik politikası nedir?
-daha çok, makinaya mı dayanan yoksa işgücüne mi bağlı bir üretim ve verimlilik politikası var?
-verimlilik artışında yönetimin rolü(ki bu oran yüzde 75 düzeyindedir) biliniyor mu?
-işgücü dışındaki maliyetler kısılarak da üretim ve karlılık sağlanabilir.
-mevcut işgücüyle daha çok üretim sağlanabilir.
-aynı üretim daha az işgücüyle de sağlanabilir.(ancak bu toplumsal açıdan tercih edilemez)
-hem üretim hem de işgücü birlikte arttırılmalıdır.(bu dinamik verimlilik modelidir.)
-şirket büyümeleri yenilik, teknoloji, beşeri sermaye ve bilgi odaklı bir verimlilik politikasına dayandırılmalıdır.
-bunun için yönetim, çalışanların en geniş katılımının da sağlandığı “haftalık verimlilik koordinasyon toplantıları” yapmalıdır.
Üretken, verimli bir ekonomi olmadan çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkabilmek olanaksızdır.
Onun için öncelik; ulusal gelişme politikalarına bağlı olarak, kurumsal gelişmeler ve firmaların kaynak kullanımlarında etkin davranabilmelerini sağlamaktır.
Yapılan birçok çalışmada sanayide verimlilik artışının esas olarak teknolojik gelişmelere dayandığı ortaya konulmuştur.(Saraçoğlu ve Suiçmez, Türkiye İmalat Sanayinde Verimlilik, Teknolojik Gelişme, Yapısal özellikler ve 2001 Krizi Sonrası Reel Değişimler(1980-2005), Ankara,2006, sf,75)
Söz konusu çalışmada imalat sanayinde 1980-2001 döneminde ortaya çıkan toplam faktör verimliliği artışının esas olarak teknolojik değişimden kaynaklandığı bulgulanmıştır.
Benzer araştırmalarda da bir ülkedeki üretim ve verimlilik artışlarında temel belirleyicilerin teknoloji ve emeğin kalitesi olarak adlandırılan beşeri sermaye olduğu öne sürülmektedir.
Kalkınmada, gelişmede, büyüme politikalarımızda, eğitimde velhasıl her şeyde ve hayatta en gerçek yol gösterici olarak bilimi almak zorunda olduğumuza göre, ülkemizi daha üretken yapma çabamızda da sosyal bilim ve iktisat araştırmalarının sonuçlarından faydalanacağız.
Sonuç olarak, üretken ülkeler dünyanın ve tarihin her döneminde yönlendirici olmuşlardır. Biz şimdilik dünyada olamasak bile, en azından bölgemizde ve bazı küresel politikalarda ağırlık ve rol sahibi olabiliriz.
Bunun için ders alınacak çok ilginç ve zengin tarihimiz, yüksek potansiyeli ve önemi olan bir coğrafyamız, sağlam ve hümanist bir yurttaşlık ve ulus bilincimizden başka yetişmiş çok sayıda gencimiz ve üretken insanlarımız bulunmaktadır.
Batılı ülkelerle aramızdaki ekonomik verimlilik açığını kapamaya yaklaştığımızda bu gün biraz da haksız yere gündeme oturan sorunların çoğu kendiliğinden kalkacaktır.
Yeter ki; doğru işleri, doğru biçimde yapalım, işleri ehline vermeye çalışalım ve bilimsel gerçekliklere uyalım.
Yeter ki, her birimiz daha üretken bir ülke olmamız için birkaç alanda, konuda küçük de olsa çözümler, öneriler oluşturup bunları duyuralım, yaygınlaştıralım..