Topal Osman Alayı Sakarya’da – I

Mustafa KÖSE

TARİH BİLİNCİ

Yunan Kralı Constantine, Eskişehir’de varlıklı bir Türk’ün evine yerleşmişti. Kral, Yunan Ordusu Başkomutanı olarak Anadolu’da bulunuyordu. Anadolu’daki Küçük Asya Ordusu’nun yönetimini Korgeneral Papoulas’a bırakmıştı. Sakarya boylarında ki kanlı çarpışmaları Eskişehir’den izliyordu. Yunan Ordusu ANKARA’ya girecek, Türk’lerin dağılıp yok olduğunu tüm dünyaya haykıracaktı. Anadolu’daki eski Tanrılar böyle istiyordu. Zafer yakındı… Aslında böyle isteyen onları her türlü imkanla donatıp Anadolu’ya salan malum Emperyalistler, mandacılar, yerli işbirlikçilerden başkaları değildi…

23 Ağustos 1921 günü iki Ordunun da Sakarya boylarında ki gergin bekleyişi sona ermiş, saat 16’ya doğru, İnler katrancı – Molla resul tepeleri- Tepe köy çizgisinde, yani Türk savunma mevzilerinin güney kanadında beş Yunan Tümeni toplanmış bulunuyordu. Bunlardan 1. Yunan tümeni, Mangal Dağını savunmakta olan 5. Türk Tümenine saldırıya geçti. Sakarya Meydan Savaşı başlamıştı artık… Mangal Dağı, Haymana’nın 25 Km. güneyinde, ana savunma çizgisine göre ileriye doğru çıkıntı yapan, tek başına bir mevzii durumundaydı. Düşman Türbe tepe ve Mangal Dağı arasına kolaylıkla girebilir, fakat Mangal Dağı’nı almadan içerilere doğru ilerleyişini sürdüremezdi. Ne yazık ki, stratejik önemi büyük olan Mangal Dağı kanlı çatışmaların ardından Yunanlılara kaptırılmıştı. Mangal Dağı’nın geri alınması gerekiyordu. Taşlı, çakıllı, Mangal Dağı eteklerinde kanlı çatışmalar oldu. Türk’ün ateşle imtihanı oralarda yaşandı.

Çarpışmaların ilk günü Yunanlılara kaptırılan stratejik önemi büyük Mangal dağın geri alınması için 1. Grup sabahleyin saldırıya geçti. 4. Tümen ile 47. Bağımsız Alay da saldırıya katılmak üzere grup emrine verilmişti.                  

“TÜRKLER ÖZEL KUVVET KURMUŞLAR”                     

47. Bağımsız(Gönüllü) Alayın asıl adı <<Topal Osman Alayı>>ydı. Giresun Topal Osman Alayı, çarpışmalar başlamadan önce cepheye getirilmiş, 47. Bağımsız (Gönüllü) Alay adıyla doğrudan Batı Cephesi Komutanlığı emrinde yedek kuvvet olarak Haymana’nın güneydoğusundaki Kızılkoyunlu köyünde konaklatılmıştı. Mangal dağı yitirilince, o kesimi desteklemek üzere 1. Grup emrine verilmişti. Topal Osman Alayı’nın en büyük özelliği, savaşçılarının üniforma yerine, çetecilik zamanın da olduğu gibi, yöresel Karadeniz giysileri giymeleriydi. Giysiler tek renk ve aynı biçimde olduğundan, özel üniforma havası veriyordu.                    

Tümen topçularının koruyucu ateşi altında 4., 23. ve 24. Tümenler birbirine paralel dört kol biçiminde Mangal dağına doğru saldırıya geçti.Sabahleyin başlayan saldırı  önemli bir direnişle karşılaşmadan gelişiyordu.         

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Mangal dağı kesimindeki bunalımlı durumu daha yakından izlemek amacıyla cephe gerisine geldi. Göğsündeki sargılar nedeniyle atının üstünde dimdik duruyor, göğüs kafesini saran ağrıları sezdirmemeye özen gösteriyordu. Mustafa Kemal Paşa, ziyaret ettiği birliklerde yüreklendirici konuşmalar yapmış, genç subaylarla konuşmuş ve onlara olan güvenini belirtmişti.                 

Yunanlılar saldırıya geçince, çarpışmaları dikkatlice izlemeye koyulmuştu. Gelişmeleri izliyor, alınması gereken önlemleri gözden geçiriyordu. Özellikle, Mangal dağı kesimindeki çarpışmalara önem verdiği anlaşılıyordu. Gelen haberler hiç de iç açıcı değildi. Mangal dağını geri almak için ileri atılan birliklerin bocaladığı anlaşılıyordu. Bu sırada, yeni bir tatsız haber daha geldi: Cephenin bir yanında gedik açan düşman gediği genişletmekte ve ilerlemekteydi. Mustafa Kemal Paşa hemen emir verdi.

Derhal yedekteki birliklerden yardım gönderilecek ve düşman süngü saldırısıyla eski mevzilere atılacaktır!

Yedekte hiç kuvvet kalmadı. Hepsi çarpışmada. Yalnız Topal Osman Ağanın askerleri vardır.

Kim olursa olsun süngü saldırısı yapacaktır.

Bunların süngüsü yoktur.>>                       

Başkomutan bir an düşündü. Gediği kapatmak zorunluydu. Giresunlu Topal Osman’ın adamları geleneksel Karadeniz giysileriyle cepheye gelmişlerdi. Süngüleri yoktu. Bellerindeki eğri Sürmene bıçaklarını anımsayan Mustafa Kemal Paşa son emri verdi:   

<<Osman Ağa’nın askerleri, bellerindeki Sürmene bıçaklarıyla düşmanın üstüne atılacak ve eski mevzilerine atacaktır! >>            

Mustafa Kemal Paşa’nın emrini alan, Topal Osman Ağa seslendi:                 

<<Arkadaşlar yurdunu, ırzını, namusunu seven karşıdaki Mangal dağa saldırsın. Düşman, Mangal Dağı eteklerinde. Kim Mangal dağa sancağımızı dikerse, onu ödüllendireceğim. Kendisine izin verip memlekete göndereceğim. Ayrıca yüz lira da bahşiş vereceğim. Memleketten ev toprak vereceğim.>>                           

Topal Osman Ağa, alayını çetecilik yöntemlerine göre saldırıya kaldırılıyordu. Karadeniz giysili savaşçılar sırt çantalarını topluca bir yere bırakarak avcı düzenine girdi, saldırıya geçti. Çoğu ilk kez düzenli ordu düzeninde ve karşısındaki düzenli orduya saldırıyordu. Çeteciliğe benzemiyordu bu iş. Tuzak kurmak, pusuda beklemek, şaşırtmaca baskın yapmak yoktu. Çıplak arazide, Yunan topçusunun ateşi altında Mangal dağı yönünde sıçramalarla ilerliyorlardı.                      

47. Bağımsız Alay, cephedeki yaygın adıyla Topal Osman Alayı, 4. Tümenin yanı başında hava kararıncaya dek vuruştu. Sonra, tümenle birlikte geri çekildi. Yitikleri çoktu.  Sırt çantalarını bıraktıkları yere dönen yorgun savaşçılar çantalarını sırtlanarak gece konaklama yerlerine çekildiler. Ortada birçok sırt çantası kalmıştı. Mangal dağı eteklerinde kalanların çantalarıydı bunlar.                    

-*Topal Osman atının üstünde savaşır, bir yandan Giresun Gönüllülerine İleri diye komut verir, bir yandan düşmana ateş ederdi. Bir kaç kez atları vurulup ölmüş, ancak hedefte olduğu halde kendine kurşun  değdiği yoktu. Sakarya’da da öyleydi. Osman Ağa Gönüllüleri, kıyafetlerinden de  “Kara Zıpkalılar” olarak bilinirdi. Karadeniz’de Pontusçu ayaklanmaları bertaraf etmede ve Muhafız Taburunu da oluşturarak, Atatürk’ün hep yanında olmuşlardı. Esasında “süngü” yerine “bıçak” çok önemli değildi. Çünkü kara zıpkalılar çok iyi bıçak kullanır, bıçakla ustalıklı oyunlar oynar, bıçakla düşmanın anında işini bitirirlerdi. Mangal Dağında da öyle oluyordu. Yunan askerini bıçakla at sırtından düşürüp hakkından geliyorlardı.* – Kan, barut kokusu, top, silah sesi, süngü sesi toz duman birbirine karışmıştı.                         

Yunan ordusunda, bazı birlikler özellikle <<Efzun>> diye anılan birlikler ulusal giysilerle savaşıyorlardı. Efzun savaşçıları, pileli kat kat eteklik üstüne gömlek ve cepken giyiyorlardı. Etekliğin altına uzun beyaz çorap ve ucu ponponlu yumuşak ayakkabı giyiyorlar, başlarına  ucu  püsküllü küçük bir takke takıyorlardı.                      

Yunanlılar Topal Osman Alayının şehitlerinin giysisine bakarak Türklerin de ulusal giysiler giyen özel birlikler kurdukları kanısına kapılmışlardı. Bu haber hepsini ürkütmüştü.                         25 AĞUSTOS 1921           

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, bugünkü çarpışmaların gösterdiği gelişmeler üzerine, son Türk Yurdunun savunulmasında bundan sonra uygulanacak ve izlenecek taktiği bütün Orduya şu tarihsel emriyle bildirdi:          

“Savunma çizgisi yoktur, savunma alanı vardır. O alan bütün yuttur.” O günkü Deyimiyle “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa  vardır.  O satıh bütün Vatandır.”                                                                                    

Yurdun her karış toprağı yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir, fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana karşı bir cephe kurup çarpışmasını sürdürür.Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler, ona bağlı kalamaz. Bulunduğu mevzide sonuna dek direnmek ve karşı koymak zorundadır.” 26/27 Ağustos 1921                     

İstanbul’da yayınlanan Peyam-ı Sabah gazetesinde bugün (26AĞUSTOS 1921) Ali KEMAL’in şu başyazısı yer alıyordu:

“En sonunda dediklerimiz bu kez de çıktı. Korktuklarımız ne üzücüdür ki yine gerçekleşti. Düşman orduları Sakarya’yı geçtiler. Son kozlarını oynayan Ankara’dakiler, ne büyük çıkmazda olduklarını anlasalar bile, yollarına devam etmek zorundalar.

Fakat ne bekliyoruz, ne umuyoruz?

Niçin barış çareleri aramıyoruz… Tanrı korusun Ankara’da düşecek olursa? ”         

Ali Kemal ilk günden beri Ulusal Direnişe karşıydı… Yazıla- rında Yunan başarılarını alkışlar bir tutum izliyordu. Düşman işgali altında ki İstanbul’dan, Ulusalcılara, Millicilere saldırmak, Ali Kemal’in sermayesi olmuştu.           

4. TÜMEN SAVAŞARAK TÜKENİYOR…                  

Dün akşamdan bu yana on iki saattir aç, susuz, uykusuz dövüşüyorlardı. Bire karşı üç olan bu dövüş, 13. Yunan Tümeninin yeni destekler almasıyla daha da dengesizleşti.  4. Tümen savaşçıları sonu olmayan bir dövüşün içine girdiklerinin bilincine varmışlardı.                                                             

Ordu bulunduğu çizgiyi kesin olarak koruyacaktır!” emri açıktı. Bu ölünecek fakat bir adım gerilenmeyecek demekti. 4. Tümenin 40, 42 ve 52. Alayları bu emri uyguluyorlar, bir tek adım geri atmamak için eriyorlar, eriyorlardı. Erlerde sonu ölümle bitecek bir kavgada olduklarını anlamışlardı. Bir türlü geri çekilme emri verilmeyişinden bu sonucu çıkarmışlardı. Yunanlıların saldırı üstüne saldırı tazele- meleri kimseye nefes aldırmıyordu. Subaylar, 12. Grubun zamanında yetişeceğinden çoktan umudu kesmişlerdi. Tek tesellileri, kendileri yok olduktan sonra, geç de olsa 12. Grubun düşmanın önüne dikileceği, sapır sapır dökülen 4. Tümenin öcünü alacağıydı…                     

Erlerdeki çözülmeyi önlemek ve bu intihar savaşında ölmeden önce elden geldiğince çok düşman öldürmek gerektiğini anlatmak için subaylar yılmadan ileri atılıyorlardı. Erlerin önünde her ileri atılış gencecik bir subayın vurulup devrilmesiyle sonuçlanıyor, ama arkadan gelen erler komutanlarının ölümde neden başı çektiğini çok iyi bildiklerinden, ölüm sıraları gelene dek dudaklarında <<Allah!  Allah!>> seslerini eksik etmeden dövüşü sürdürüyorlardı. Her Yunan saldırısına bir karşı saldırıyla yanıt veriliyor; saldırılar karşı saldırışları, karşı saldırıları yeni düşman saldırıları izliyordu…                    

 4. Tümen hızlı bir tükenişin içindeydi artık. Subay yitikleri hızla artıyordu. Şehit düşenler olduğu yerde kalıyor, yaralılar ilk fırsatta siperler gerisindeki ilk sargı yerlerine götürülüyordu. Yarası hafif olan subay, sargısı biter bitmez, kaldığı yerden ölüm dövüşüne başlamak üzere birliklerinin başına dönüyordu. Zaman ilerledikçe er yitikleri de kabarmaya başlamıştı. Bu arada, düşmana kaptırılan mevziler karşı saldırı ve süngü hücumlarıyla geri alınıyor, bazı mevzilerin birkaç kez el değiştirdiği oluyordu. Öğleye doğru Yunan saldırıları iyice kırıldı ve durduruldu. Biraz sonra 2. Grup Komutanlığınca yardıma gönderilen 11. ve 25. Alaylar yetişmiş, 4. Tümenin hayatta kalabilen savaşçıları biraz soluklanmak olanağı bulabilmişlerdi.

4. Tümen mevzilerini korumayı başarmıştı. Ne var ki, bu başarının bilançosu da oldukça korkunç bir görünümü sergiliyordu. Genel olarak alayların 80- 85 dolayında olan subay mevcudu iyice erimiş, tükenmişti. Öyle ki, Tümenin Hücum Taburunda iki subay kalmıştı. 42. Alaydan birkaç yedek teğmen yara almamış, bunların en kıdemlisi alay komutanlığı görevini üstlenmiş, ötekiler tabur komutanlıklarını paylaşmışlardı. Ve, henüz bölük komutanlığı bile yapmamış olan Yedek Asteğmen İhsan (Müderrisoğlu), tabur komutanlığı görevini üzerine almıştı. Bölük komutanlıkları da çavuşlara kalmıştı. 28 AĞUSTOS 1921             

Türk birlik komutanları, Yunanlıların son kozlarını oynadık- larını anlamışlardı. Yunanlılar gece ve gündüz cepheyi hiç olmazsa birkaç yerinden çökertmek, gedik açmak için ileri atıldıkça; onlar da birlikleriyle olağanüstü direniş göstermiş, bulundukları kesimde çökmemek için, gedik vermemek için bol bol kan dökmüşlerdi. Küçük birlik komutanı genç subaylar çarpışmaların bütün ağırlığını üstlerine almışlardı. Birlik komutanlarının genellikle erlerinin ardından gitmesi ve onları yönetmesi gerekirken, bu kural Sakarya boylarında değişmişti. Türk subayları erlerine örnek olmak, onları yüreklendirmek için kendilerini öne atmanın gereğine inanmışlardı. Asteğmenler, teğmenler, hatta yüzbaşılar birliklerine “İleri” diye emretmez olmuşlardı.”Arkamdan gelin!”,”Beni izleyin!” diye emir veriyorlardı. Siperden süngü hücumuna kalkılacaksa, Genç Subayların emri hep ayni oluyordu.    “Ben işaret verince hep birlikte fırlayacağız!”          

Bu çarpışma biçimi sonuç almak için en kestirme yoldu. Bu kestirme yol genç subayların kendilerini harcamalarıyla sağlanı- yordu. Bu günkü çarpışmalarda subayların ölüme nasıl duraksamadan koştuklarına en güzel örnek 4. Tümen komutanı Yarbay Mehmet Sabri’nin (Erçetin) 1. Grup Komutanı Albay İzzettin’e gece sunduğu rapor da yer alıyordu:  1- Tümene verilen savunma cephesi çok geniştir. Bu gece Tümen cephesini ortada Meclis Muhafız Taburu, sağda 23.Tümenden bir alay ve solda Topal Osman Alayı biçiminde düzenledim. Tümenin öteki birlikleri dün yeni destek erleri almıştır. Ancak, bir düşman saldırısına karşı cephenin korunması için düzgün bir birliğin burada bulunması gereklidir.2- Subay yitikleri çok fazladır. Hücum taburunda yalnızca iki subay kalmıştır. 42. Alay Komutanlığı bir yedek teğmenin elindedir. 3 -Yitiklerimizin hızla giderilmesine çalışılmasını rica ederim3- 4. Tümen cephanesizdir.” 

29 AĞUSTOS 1921  “42. Gönüllü Giresun Alayını Komutanı Tirebolu’lu Binbaşı Hüseyin Avni ALPARSLAN, Alayının önünde kahramanca savaşırken, 28 Ağustos günü yaralanmış, 30 Ağustos 1921 günü Şehit olmuştur…” 

Sakarya Savaşı 22 gün 21 gece süren çoğu zaman aç, susuz, eldeki menzili düşük, 20-30 mermi atınca şişen tüfeklerimize, cephane yokluğuna rağmen  kazanıldı. Türk Ulusu, Anadolu benimVATANIM dedi, kanıyla yazdı…   Bu Vatan kolay kazanılmadı… KAHRAMANLARI VE ÖNDERLERİ, ÖNCÜLERİ ve de BAŞKOMUTAN’ı olmasaydı…

KURTULURMUYDU?

Günümüzün bol Eurolu, Dolarlı, o günlere göre, çok bol;

Ali Kemal’leri…  Şimdilerde ne yapıyorlar dersiniz.!.

print

Bir cevap yazın