TSK Üzerinden Elinizi Çekin(iz)!…

26.06.2009 Cuma günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, iki haftadır Türkiye’nin enerjisini boşa tüketen “belge iddiası” ile ilgili TSK değerlendirmelerini dile getiren açıklamalar yaptı.

Başbuğ konuşmasında en büyük vurguyu belgenin niteliğine yaptı. Israrla “Kâğıt Parçası” ifadelerini kullandı. Bunu her tekrarlayışında mimikleri ile belge üzerinden kopartılan fırtınaya karşı duyduğu kızgınlığı ve öfkeyi de özenle dile getirdi.

Başbuğ Paşa, sözleri ve mimikleri ile bir kağıt parçasıyla bizi tuzağa düşürmek, yıpratmak isteyenler ayağını denk alsın der gibiydi. Ayrıca Paşa’nın vurguladığı bir husus daha vardı: O da söz konusu belgenin tarihi ile belgenin her tarafının değil de bazı kısımlarının medyaya düşmesiydi.

Paşanın sorduğu; neden belgenin sadece bir kısmının “Namaz kılma!” örneğinde olduğu gibi gündeme getirildiğiydi. Diğer soru ise, belge üzerinde herhangi bir tarih yokken bu belgenin Nisan 2009’da hazırlandığı hükmüne “kim ve nasıl” varmıştı?

Paşa açıkça söylememişti ama Paşa’nın belgeyi hazırlayanlarla ilgili çok net bilgileri var gibi görünüyor. Çünkü sözlerinin bu kısmıyla ilgili ima; “Bu belgenin hangi tarihte hazırlandığını ancak belgeyi hazırlayanlar bilebilir, belgeyi piyasaya sürenler bu tarihi verdiğine göre, belgeyi kimin hazırladığı da ortadadır.” şeklindeydi. Paşa imalarıyla hem belgeyi hazırlayanları bildiğini ortaya koymuştur hem de bu girişime karşı verilecek cevabı dile getirdiği sonraki ifadelerinde, geleceğe ilişkin önemli ipuçları da vermiştir.

Kurmay Başkanı’nın bir diğer vurgusu birilerinin, kendisini, TSK üzerinden tanımlama arzusundan ve TSK’yı karalama/yıpratma kampanyasından vazgeçmesi hususundaydı. Burada kullanılan yöntemin niteliği “asimetrik yöntemler” (bu yöntemler ordunun sahibi olmadığı medya imkânları) şeklinde de özellikle belirtildi. Paşa, burada son yıllarda siyasette yaşanan önemli bir tıkanmaya parmak basarak hem hükümete hem de güç yanılsamasına düşen kimi kesimlere önemli bir mesaj ve uyarı göndermeyi de ihmal etmedi.

Kurmay Başkanı daha önceki bir konuşmasında “Birileri kendini çok güçlü görmek gibi bir yanılsama içinde olmasın, TSK dimdik buradadır” mealinde sözler söylemişti. Bu sözleri ile kimi kastettiği çok açıktı ve şu anki belgede o kesimin adının alenen ifşa edilmesi, Başbuğ’un bu sözlerine bir atıf yapılmış olma ihtimalini gittikçe güçlendiriyor.

Böyle bir belge ile halkın karşısına çıkılması durumunda vatandaşın, TSK’ya bakışının değiştirilmesi pekâlâ mümkündür. Şöyle ki; Kurmay Başkanı daha bir ay önce, alenen, cemaatlere kendinizi olduğunuzdan güçlü sanmayın demişken, şimdi de ordunun hazırladığı böyle bir belgenin gerçekliği ihtimali, halkı katıksız bir şekilde mevcut kurmay başkanına ve onun teşkilatına düşman edecektir. Yapılmak istenen de sadece ve sadece buydu. Ancak anlaşılıyor ki Kurmay Başkanı sanılandan fazla şey biliyor ve görünen o ki TSK, bardağı taşıran bu belge olayından sonra artık hükmünü vermiş durumdadır.

Son birkaç yıldır, cemaat tarafından adı özellikle “Ergenekon” olarak konulan ve içeriğini Kanada’daki bir “tokatçılıktan sabıkalı haham yamağı” ile PKK itirafçısı, eski hırsız ve katil “Canım Osman’ımın” itiraflarıyla belirlediği “Ümraniye Soruşturması” üzerinden sürekli ordu içinden birileri Samanyolu televizyonlarının ekranlarında idam edilmektedir. Bu yolla cemaat, ordu karşısında kendini sürekli yeniden tanımlamakta, mevcut hükümet de 27 Nisan e-bildirisinden beri bu yönde meyyal, istekli ve heyecanlı davranmaktadır. Kurmay Başkanı’nın özellikle vurguladığı da işte bu tanımlama arzusudur. Çünkü bu tanımlama toplumda kabul gördükçe, ordunun hem kendi içindeki birliği zayıflamakta hem de ordu ile onun milleti arasındaki gönül bağı gittikçe zayıflamaktadır.

Başbuğun belgenin gerçekten var olması durumunda gereğinin yapılacağını belirten sözleri de anlamlıydı. Bunu açıklarken “Gereği yapılır, elbette ki soruşturulur ama burada” deyişine bakılırsa, böylesi muhtemel bir girişimin “Tokatçıların ve Canım Osmanların” keyfine bırakılmadan TSK’nın hukuk ve hiyerarşi sistemi içinde bir “kol kesme” şeklinde olacağıdır. Ayrıca, “TSK, dedikodularla iş yapmaz, bir cadı avı yapmaz” şeklindeki ifadeler, böylesi ihtimaller karşısında ceza müeyyidesinin uygulanabilmesi için kesin belge gerekliliğinin de ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin böylesi girişimler karşısında sessiz kalmayacağının altının çizildiği konuşmada, konunun MGK’da da gündeme getirileceği dile getirilirken Başbuğ’un, özenle hecelediği bir ifade çok dikkat çekiciydi.

TSK’nın üzerinden elinizi çekin-iz.” Benim konuşmada en anlamlı bulduğum ifade bu oldu. Kurmay Başkanı, özenle hecelerken harfleri derin imalar içeren müthiş bir nezaket içerinde seslendirdi. Hepimiz çok iyi biliriz ki böylesi ifadelerde nezaketin artan dozu, insanın dile getiremediği “sin kaf’ın” şiddetinin dozu demektir. Bence ifadedeki nezaketin artan dozuyla söylenen tek şey artık birilerinin ipinin çekildiğiydi. Bunun böyle olup olmadığını zaman gösterecek ama konuşmada sözlerinin nezaketinin yanında “gözlerde ve ellerde” belirgin bir öfke patlaması vardı. Sözleri yazıya çevirdiğimiz zaman cümlenin sonuna tartışmasız bir şekilde üç nokta (…) gelir. Bu üç noktayı kime tercüme ettirirseniz ettirin alacağınız cevap; bu üç noktanın “Yoksa elinizi kırarız” anlamına geleceğidir.

Öfke psikolojide kızgınlığın ifadesidir. Ancak buradaki kızgınlığın da ötesine geçen ve tamamen “kendilik değerinin” kesintiye uğramasıyla ilgili bir durumdur. Asker, birilerinin kendisini ordu üzerinden tanımlamasının, Ordu’nun kendiliği ile ilgili durumunu zora soktuğunu düşünmeye başlamıştır ve daha geçen ay yaptığı uyarıya karşın böylesi bir saldırıya geçişin kesinlikle bir cezayı hak ettiğini düşünmektedir. Ayrıca burada “TSK’nın komutanı olarak söylüyorum” ifadesi, asker içinde düşündürücü bir hiyerarşik birliği de ifade etmektedir. Komutan açıkça, ordu artık bu konuda “Hiyerarşik düzen içerisinde kesin kanaat sahibidir” demekte hem de yakın tarihimizde “hiyerarşik düzen mantığının sonuçlarına” gönderme yapmaktadır. Yani açık bir şekilde hem TSK’nın komutanı olduğunu hem de yanlış giden bir şeylere karşı oluşan tepkinin (belki de bir girişimin) bizzat başı/komutanı olduğunu ifade etmektedir.

Başbuğ’un konuşmasının tamamlamasından sonra sayın başbakan konuşma hakkındaki fikirlerini serdetme gereği duydu. Ancak ifadeleri ile ülkenin başbakanından ziyade bir taraf görünümü sergiledi.

Başbakan, konuşmanın içeriğine girmektense; belgenin gerçek olmasına ilişkin taşıdığı ümidi ele verircesine “Gerçeği araştıracağız, aslına ulaşırsak, bulursak gerekeni yaparız” demeyi tercih etmektedir. Belli ki başbakan, belgenin gerçek çıkmasına yönelik hala bir umut içindedir. Bu da başbakanın TSK’yı suçlamak için bahane aradığı izlenimini veriyor. Oysa başbakanın aynı heyecanı; bu komployu kuranlar, eğer belge mevcutsa belgeyi savcılığa vermesi gerekirken bunun fotokopisini bir gazeteye servis edenler konusunda göstermediği görülmektedir.

Aynı şekilde kriminal laboratuarda incelemede iken ortaya çıkan tespitlerin savcıdan önce medyaya ulaşmasının hesabının sorulması, tüm idari teşkilatlarının amiri konumunda olan hükümetin birinci görevi iken neden bu konuda görev ihmalinde bulunuluyor. Demek ki hükümet böyle bir belgenin varlığını ümit ederek orduyu yıpratma üzerinden siyasi beklentiler taşımaktadır. Başbakan ve partisi belgeye “Mal bulmuş mağribi gibi” sarılmaktansa, ordu ile neden kafa kafaya verip işin iç yüzünü araştırmadı da orduyu halkın gözünde topyekûn suçlu konumuna düşürecek bir girişimde bulundu. Başbakanın ve siyasi hareketinin böyle bir arzusu mu vardı? Yoksa neden hala belgenin gerçek çıkması ümidiyle ısrarında devam ediyor. Ki gerçek çıkması durumunda dahi daha farklı ve devlet krizine giden süreci kesecek daha olgun girişimlerde bulunulamaz mıydı? Oysa hükümet ile herhangi bir kurum arasındaki ayrışma çözülebilir. Ancak, başbakanın hükümet başkanı sıfatından çok partisinin başkanı rolüyle cevaplar vermesi ideolojik bir ayrışmanın gittikçe derinleşmekte olduğunu göstermektedir. Bu yollu adımlar krizi çözülemez yapacağı gibi halk katmanlarının zihni dünyasında da sorunu sürekli büyüterek geleceğe taşır.

Başbuğun, ordunun komutanı olarak çıkıp böylesine net açıklamalar yapmasının ardından başbakanın hala bir belge ele geçirebilme umudu taşıdığını ortaya koyan ifadeleri, hükümet partisi ile ordu arasındaki köprülerin çoktan atılmış olduğunun en açık delilidir.

Bu ise kaçınılmaz bir devlet krizine doğru ilerlediğimizi göstermektedir. Böylesi bir durumda cumhurbaşkanının da sessiz kalarak ordu üzerinde yürütülmeye çalışılan kirli savaşın derinleşmesine ve genişlemesine meydan vermesi kendisinin de bu konuda bir taraf olduğu ihtimalini akla getirmektedir. Özellikle ordu üzerinden siyasi tanımlamalar geliştiren ve siyasi başarılarını orduya yöneltilen bu kirli eleştirilere borçlu olan ideolojik bir hareketin geçmişteki mensubu olan cumhurbaşkanının, kendisini de cumhurbaşkanı yapan bu savaşı sonlandırma niyetinde olmaması çok tehlikeli sulara yüzdüğümüzün apaçık göstergesidir.

Bu durumda Başbuğ’un “TSK, hukuka ve demokrasiye saygılıdır ve bağlıdır” ifadesinin devamında söylemediği ama mimikleri ile açıkça gösterdiği “ama” bence çok daha anlamlı bir hale gelmektedir.

Özellikle Başbuğ’un, TSK’nın birliği ve bütünlüğü konusunu ülkemizin bir beka sorunu olarak tanımlaması anlamlıdır. Kendisini ülkenin bekasını korumakla ilişkilendiren bir ordunun bu tip davranışlar konusunda gelecekte, geçmiştekine benzer girişimlerde bulunacağının güçlü işaretlerini taşımaktadır.

print

Bir cevap yazın