Tüketime Balans Ayarı

Prof.Dr. Ahmet ULUSOY

EKO-POLİTİK

Tüketim, insanlığın doğuşuyla bugüne birlikte taşınan bir davranış. Nefes alıp verme gibi bir şey. Yemek, içmek, giyinmek ve barınmak gibi temel ihtiyaçları karşılamak, daha doğrusu hayatiyeti devam ettirmek için tüketmek gerekir.  Paha biçilmez takı takmak, araba binmek, çok konforlu evlerde yaşamak ya da akla gelebilecek çok farklı tatminler için çılgınca para harcamak da tüketimdir.  Yani zorunlu ihtiyaç için tüketebileceğiniz gibi sadece haz almak için de (lüks tüketim)  Toplum tüketmeli ki birileri üretsin. Üretirken üretim faktörü (emek, sermaye, doğal kaynak) satın alsın ya da kiralasın. Yani çok önem verdiğimiz istihdam ve üretim tüketimle alakalı. 

Tüketimin kısılması stokların artmasına, çalışanların işini kaybetmesine, toplumun refah seviyesinin düşmesine neden olur.  İşsizliğin artması ve milli gelirin azalması durgunluk ya da resesyon olarak nitelendirilmektedir. Durgunluğun uzun sürmesi ve yoğunluğunun artmasına ise depresyon, bunalım ya da kriz denilmektedir.

Bu noktada  ülkemizin bir durgunluk sürecine girdiğini de hemen belirtelim.

***

“İnsanlar çılgınca tüketsin, yüksek istihdam ve büyüme düzeyleri yakalansın” düşüncesi akla gelebilir. Ama tüketebilmenin en önemli boyutunu, yani finansmanını atlamamak gerekir. Tüketimi nasıl finanse edeceğiz?  Bireyler tükettiği ölçüde gelir sahibi olmalı ki bir sorun yaşamasınlar.  Bu kural ülkenin geneli için de geçerlidir.

Bir ülke dışarıdan aldığı mal ve hizmete ödediği para (ithalat) kadar gelir elde etmeli (ihracat yapmalı) ki  finansman açığı yaşamasın.  Maalesef ülkemiz 60 milyar doların üzerinde dış ticaret (ithalat-ihracat farkı) açığı vermektedir. Bu açığın bir kısmını Turizm ve diğer dış alem gelirleri ile kapatırken 40 milyar dolara yakın bir kısmı (cari işlem açığı) ise borçla ve yabancı sermaye yatırımıyla finanse etmektedir. Tabiî ki borç faiziyle bir süre sonra geri ödenmekte. Bunun karşılığında toplumun vergi yükü artmaktadır.  Yani, ülke olarak dışarıdan aldığımızdan daha çok dışarıya satmalıyız ki açık vermeyelim ve borçlanmayalım. Ya da başkasının parasıyla kısa mutluluk yaşamayalım. Ama biz bunu tercih ediyoruz yıllardır.

Bireysel tüketim için de benzer şeyler söz konusu. Aile gelirimizden daha fazla tükettiğimizde bunu borçla karşılamaya çalışırız. Tüketim imkanları, baskısı (reklam ve gösteriş), mal ve hizmet çeşitleri sürekli artıyor ama aile gelirleri aynı düzeyde artmıyor.  Nasılsa kredi kartı da var. Harcama daha kolay. Günü yaşa, harcama keyfini tat. Sonrasını düşünme…Sonrası.. Stres, sıkıntı, yeni borç kaynağı bulma arayışları, babadan-dededen kalma değerleri satma zorunda kalınışı. Ahlak erozyonu.  Hatta yaşanılan aile dramları.

***

“Ayağını yorganına göre uzatma” anlayışı terk edilmiş uzun süredir.   Tüketimden ya da alışverişten haz alma ya da“hedonizm” hortlamış son dönemlerde.  Hedonizm, tüketicinin bencilliği ve duyguları hoş tutulmasıyla, zihinsel imajlarla ve fantezilerle ilgili.  Bazen tüketim yaşanılan gerginliğe, depresyona ya da can sıkıntısına çare olarak düşünülmektedir.  Uyuşturucuya bağımlıymış gibi alışverişe bağlananlar; “alışveriş kolikler” yaygınlaşmış.  Bu gidiş hayra alamet değil. Tüketime balans (denge) ayarı yapmalıyız.  Açıkçası; “ya ürettiğimiz (gelirimiz) kadar tüketmeliyiz ya da tükettiğimiz kadar üretmeliyiz (gelir elde etmeliyiz)”.

print

Bir cevap yazın