Türk Petrolleri Üzerine Dönen Dolaplar… III

Van Gölü Petrolleri:Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk önderliğindeki TBMM sadece Türkiye’yi bilfiil işgal eden düşmanla değil, ülkenin stratejik zenginliklerini de kurtarmak için savaşıyordu. ABD Ticaret Bakanlığı’na Anadolu’daki misyonları tarafından gönderilen 2 Şubat 1922 tarihli gizli raporda; “Türk Milliyetçi Hükümeti, Musul vilayetinin Arap değil, Türk nitelikleri taşıdıklarını bildirerek kendilerine ait olduğunu öne sürüyor. Buralarda ve Van gölü çevreleriyle Erzurum’daki petrol yatakları çok önemli sayılıyor, belki de bu ülkenin işlenmemiş en büyük kaynağı olarak kabul ediliyor. Bu durumu Standart Oil firmasının İstanbul temsilcisi Mr. Millet Joblin’ e söyledim…” deniyor.

Bugün için ise TPAO Yönetim Kurulu Başkanı Ali Türkoğlu, “Özellikle 1993’ten sonra… ülkemizin petrol ve doğalgaza ihtiyacını yurt dışından gerçekleştirdiği yatırımlar aracılığıyla temin etmek yolunu açtık…” diyerek ülkenin yerli petrol sanayiinin hem de TPAO tarafında ikinci plana bırakılması öne çıkarılmıştır.

Dr. Ümit Emre bu konuda, “Atatürk’ün Türkiye’sinin o devirdeki gelirleri içerisinde maden ve maden ürünlerinin payı % 44 iken, 2000 yılında bu pay % 1,5’a kadar düşmüştür. Bu da göstermektedir ki, ülkemizin her yönden kuşatılmışlığına yer altından kuşatılmışlık da dahildir” demektedir.

SONDAJ ÖDENEĞİNİN AZALTILMASI

TPAO’nun sondaj ödeneğinin azaltılmış olması ise dikkat çekici bir başka konu olarak dikkat çekmiştir. 2000 yılı itibarıyla 120 milyon dolar olan sondaj (kuyu açma) ödeneği 30 milyon dolara indirilmiştir. Oysa eski Genel Müdürün dediği gibi petrol ve doğalgazı bulmak için çok sayıda sondaj yapılması gereklidir. Fakat TPAO bu kısıntılı bütçeye rağmen karada yapılan sondajdan 6 kat daha pahalıya mal olan denizde petrol aramaya yönelmiştir. Oysa Türkiye’nin sadece denizlerinde değil kara topraklarında da petrol olduğu bilinmektedir. Hatta sadece Karadeniz’de yapılan Limanköy 1 ve 2 kuyuları için yapılan masraf 60 milyon dolardır.

Dr. Ümit Emre bu konuda, “TPAO’nun karada petrol yokmuş gibi denizlere çekilip, yabancı ortakları tarafından orada da yalnız başına bırakılmasını küresel güçlerin şeytanca oyunudur. Böylece kendini elit olarak kabul eden kesimler bir taşla iki kuş vurmaktadırlar. Bir yandan kısıtlı bütçesi olan TPAO’yu iflasa sürüklemekte, diğer yandan da Türk Halkı’na, ‘Karada petrol yok, bir de denizde şansınızı deneyin’ mesajını vererek, düşmanca psikolojik bir savaş yürütmektedirler. TBMM’ye gelen son petrol kanunları da ülkedeki rafinerilerin yerli üretim petrolü alma ve işleme mecburiyetinde olmaması hükmü kendisini elit olarak kabul eden çevrelerin şimdilik Türkiye’deki petrolün işletilmesini istemediğinin en açık delili olarak gözler önündedir” demektedir.

BU GÜÇ NE İSTİYOR?

Türkiye’nin başta petrol olmak üzere çeşitli yer altı madenlerinin işletilmesine engel olan güç nedir? Ve belki de daha önemlisi bu güç ne istemektedir?

Türkiye’de bir süredir gündemi işgal eden “Sabataycı” tartışmaları bu konuda da kendisini göstermektedir. Yapılan tartışmalarda ülkenin Osmanlı döneminden beri bütün modernizasyon hareketlerini çoğu Selanik’ten gelmiş ve sonradan ihtida etmiş bu Sabataycı kesim tarafından gerçekleştirildiği, Cumhuriyet’i kuran kadroların ve ülkeyi bugünkü demokratik seviyeye getiren kimselerin de yine bu Sabataycılar arasında çıktığı iddia edilmektedir. Hatta bu iddialarda siyasetçiden sanatçıya, askerden bürokrat’a ve işadamına kadar her kesimde Sabataycıların çok güçlü etkisi olduğu imajı toplumun zihninde oluşturulmak istenmektedir. Böylece Sabataycıları eğer Türk Halkı’ndan koparırsak geriye hiçbir şey kalmayacağı fikri topluma aşılanmıştır. Dahası eş zamanlı olarak Türk toplumunun 48 etnik alt unsurdan oluştuğu gibi bir ideolojik saplantının da Alman yazarlar tarafından ortaya atılması dikkat çekicidir. ‘Böylece Türkiye’de yaşayan halka Türkiyeli denir gibi bir imaj oluşturulmaya çalışılırken, diğer yandan da Türk milleti kavramı zedelenmektedir.’

Dr. Ümit Emre bu konuyla ilgili olarak:

“ABD ile 1947 yılında yapılan Eğitim İşbirliği Antlaşması önce Tevhid-i Tedrisat kanununu bozmuş, onun Türk liselerini koleje, sonra da Roma İmparatorluğu’nun eyaleti Antolia’dan gelen Anadolu Lisesi’ne çevirerek İngilizce’yi ana okuluna kadar mecbur hale getirmiştir. Türkiye’de 48 Etnik grup var söylenceleri ile anayasadaki ‘ana dil Türkçe, resmi dil Türkçe’ye’ çevrilmiş, sözde etnik gruplar içinde ana dillerinde eğitim, yayım imkanı kabul edilmiş ve ortamı resmi dil İngilizce, Türkçe de etnik dillerden birisidir söylemine ortam hazırlamıştır.

Türkiye’nin köleleştirilmesi planının en önemli ayağı ‘devlet borçlandırma’ taktiği hedefine ulaşmış vergi gelirleriyle borçlarını faizlerini bile ödemeye muktedir olamayan devlet zafiyete uğratılmış, kendisini elit kabul edenlerin planı gereği olan dayatmalarla ülkeyi ve milleti köleleştiren kanun ve kararlar “15 günde 15 kanun” sloganıyla hızla birbiri arkasından meclisten geçirilerek TBMM’ni bir noter seviyesine indirgemiştir. Bazı güç odaklarının okyanus ötesinde hazırlanıp imzalanmaları için önlerine uzatılan kanun metinlerini imzalayan yetkili ve sorumlular bunların içeriklerini dahi bilmemektedirler…”

BİTTTİ

print

Bir cevap yazın