Mustafa KÖSE
TARİH BİLİNCİ
TÜRKÇE, TÜRKLÜK ve HÜSEYİN A. ALPARSLAN
Sakarya Şehidi Tirebolulu Hüseyin Avni Bey, Osmanlı İmparatorluğunun en buhranlı döneminde yaşayan bir asker, bir aydın olarak dönemin düşünce akımlarından etkilenmiş, çoğu aydın gibi Türkçü’lerin safında yer almıştır. O, haksızlık karşısında susmayan, doğru bildiğini ne pahasına olursa olsun söyleyen, bu uğurda sonuna kadar mücadele eden yılmaz bir iradenin temsilcisidir.
Bir ulusun en önemli zenginliği, diğer uluslardan ayıran farkı “dili”dir. Bir ulus tarihte yaşadığı yeri (Vatanını, yurdunu) değiştirebilir, hatta “dinini” değiştirebilir, Ulus(Millet) varlığını sürdürür. Ancak dilini unutur, değiştirir ise, o ulus tarihten kendiliğinden silinmiş olur. (Genel anlamda) Biz Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya göçtük, Şamanlıktan İslamiyeti seçtik, ama dilimizi, Türkçe’mizi unutmadık… Dilimiz hemen her dönemde yabancı dillerin istilasına uğradı. Dilimize giren yabancı kelimeler bir ölçüde kelime hazinemizi zenginleştirdiyse de, Tarihin en eski dillerinden olan Türkçe kendisi zengin ve kelime yapısı üretken, Ural-Altay dil grubundan “Ana” bir dildir. Buna rağmen dilimiz, daha evvelki dönemlerde Arapça ve Farsça’nın, bugünde batı dillerinin etkisinde kaldı. Hatta bugün kendi caddelerimizde, Türkçe tabelalar, firma adları göremez hale geldik… Yabancı (İngilizce, Fransızca, Almanca..) deyimler, seslenişler gençlerimizin dilinde…Okullarımızda bile arı, öz Türkçeyi arar hale geldik.
İşte Hüseyin Avni 1910’lu yıllarda, Türk Yurdu dergisinde, (ki dönemin en önemli, aydın ve subaylarının okuduğu, ağırlığı olan dergisidir.)
“Türkçe’nin başına gelmekte olanlar” makalesinde şöyle demektedir;
“Bilmem ne iştir. Bundan -ileri, geri- dörtyüzyıl, beşyüzyıl önceki yazanlarımız ile bunlardan sonrakiler Türkçemizi pek çok bozmuşlar. İler tutar yerini bırakmamışlar, Türk sözlerini kullanmayarak paslatıp çürütmüşler, öldürmüş- ler. Doğrusu eskilerden bize pek kötü armağan kalmış. İşte bugün biz gençler eskilerin bozmuş oldukları Türkçemizi onarır iken pek güçlük çekiyoruz. Daha da çekilecekten başka!”
“En sonra açılmış olan Enderun yazak(mektep)ı tutsak devşirmelerden
başkasını içine sokmamış Türkler gitgide kıyıda bucakta bırakılmış. İşte bu yaz beğlik için en büyük iş adamlarını Türk olmayanlardan yetiştirmeye başlamış. Bundan sonra Türkçe büsbütün sönmüş. Türk bağı, eki ile birbirine bağlanmış, eklenmiş Arapça Farsça sözlerle konuşmak o sırada bayağı yenilik, bilenlik, incelik… Türkçe ile konuşmak ise kabalık sayılırmış. Türklükten iğrenmek ikinci bir huy kılığını almış. Kamuyanda Türkler için kapular kapanmış da değil Beğliğin en yüksek yerine çıkabilmek, Beğlik işlerine girebilmekte bir Türk için büyük bir iş olmuş. Türk sözü kaba, … , … gibi bir takım çirkin ve alçak sözlerle beraber söylenmeğe başlamış.
Bunun için Türklerde “Türküm” demeğe sıkılır, kendilerini başka soy arasında göstermeğe çalışırmış. Artık Türklük belini doğrultamayacak bir biçime gelmiş. Böyle böyle Türkler ve Türkçe bitmek kertelerine gelmiş!”
Hüseyin Avni düşüncelerini sade Türkçe ile kaleme almış, çok eski Türkçe kelimeleri bilhassa Divan-u Lügat-ı Türk’ten istifade ederek kullanmış, bunlardan yeni kelimelerde üretmiştir. Örnek olarak; nehir = arık, kitap = betik, zaman = öd, millet = ulus, havali = tiğre … gibi. Onun, öztürkçe kaleme alıp, 1921 Martında Giresun’da 10.000 adet basılan ve halka bedava dağıtılan, 24 sayfalık “Trabzon ili Lâz mı? Türk mü?” eseri, Karadeniz bölgesinin eski tarihlerden beri Türk ve Çepni ağırlıklı olduğunu ortaya koymaktadır.
Hiseyin Avni; doğu cephesinde savaşırken Türk Yurdu Dergi’sinde yazdığı Mart 1331 (1915) tarihli mektubunda, dergi müdürü Yusuf Akçuraoğlu’na; “Ağabey” diye hitap ederek; “Şark Ordusu’nda cenk eden bahadır zabitlerimizden birisi yazıyor” başlığıyla sunulan mektubunda şöyle diyor;
“Türk Yurdu Mecmuası Müdürlüğüne:
Bu yıl epeyce cenk ettim. Cenk ederken ayaklarımı dondurdum. İyileşmek üzere Erzurum’a geldim. Boş dururken canım bir makale yazmak istedi, yazdım. Size gönderiyorum mümkün olursa Türk Yurdunun bir köşesine, bir bucağına sıkıştırınız. Şimdi ayaklarım iyileşti. Yine cenkleşmek üzere kavga yerine gidiyorum. Bilmem feth olunan yerlerdeki Türk’lerin halini ve harbine dair yazsam makbule geçer mi? Öz Sayimemi sunarım Ağabey.
Alp Arslan”
(Hüseyin Avni yazılarını Tirebolu’lu Alparslan ya da Alp Arslan adıyla yazı- yordu.)
Türk Yurdunun cevabı ise dergide mektubun hemen altında;
“Bir elde kılıç bir elde kalem… Bir Türk bahadırına yakışanda işte budur. Başka bir memba’dan öğrendiğimize göre Alp Arslan Beğ kumandası altındaki askerleriyle Pançerut Boğazında Rusların bir taburunu mahvetmiştir. Erlik meydanından gönderdiği ilmi makalesini Türk Yurdu büyük bir iftiharla neşrediyor. Feth olunan yerlerdeki Türk’lerin haline dair yazacaklarını, bittabii daha büyük bir iftiharla dercedecektir. (yayınlayacaktır.)”
Sakarya Savaşı’nda 42. Gönüllü Alay’ın Komutanı olarak, kritik saatlerde en önlerde Vatan’ı için canını feda eden, Hüseyin Avni Bey fazla eser bırakamamış ancak önemli mesajlar bırakmıştır. O çok Uluslu, dinli ve de etnik, mezhepsel ayrılıkların ne acılara mal olduğunu yaşayarak görmüş, adeta kurulacak olan Türkiye Cumhuriyetinin, “Tek Millet” temelinde ve Ulusun geçmİşi ve özü olan Türk kimliğine “boyanmasını”, Milletin aslını öğrenmesini, dilini, kültürünü geçmişteki aslına göre zenginleştirilmesini savunmuştur. Onun hiç bir şekilde “ırkçılık” yapmadığı eser ve makalelerinde hemen anlaşılır. O, topraklarımızda yaşayan, kendini başka soydan bilenlerin bile büyük çoğunluğunun Türk kökenli olduğunu bulgularla açıklamıştır. Ancak karışmamış hiç bir ırk olmadığını, önemli olanın kişinin hissetmek, mensup olduğu Milleti benimsemek olduğunu belirtmiştir.
Geçmiş ve yaşayan kültürümüz, folklorumuz, horonumuz, ot göçümüz…
Hepsi bu büyük ve tek Milletindir. “Ne mutlu Türküm diyene.” Mesajının özü budur… Osmanlı coğrafyasında yaşanan acılar, savaşlar, ihanetler… Çaresi Ulus Devlet… Yazdıklarının özü…
Bu günlere geldik… Malum dış güçler, vakıflar, burslar, yardımlar… etki ajanları, numaracılar, bölücüler, liboşlar…
Çok renkliyiz… Doğrudur… Kültürümüz zengin… Farklılıklar var… İyiki de var… Bu memlekette 7 iklim birden yaşanır… Biliyormusun… Öğren o zaman…
-Hah hah … -*ne gülüyorsun… – Siz Bayram Törenlerinde resmi geçit seyrederken…
-Biz var ya … -*ee.. -*O büyük Milletim dediğinizlerince, bizce etnik guruplarını örgütledik… Onlar yüksek yüksek yerlere, köşe başlarına geldiler… Çok çook zengin oldular… Sizleri, kimse inanmaz, birer ikişer Devlet işle- rinden, önemli yerlerden tasfiye ettik.. Hatta, hatta diyebilirim ki, iş işten çoktan geçti… Dahası… Aptal Türk, saf Türk..
-Defol diye bağırdım, bilmem hangi Vakfın baş Casusu… …. !
Açıkcası, yoksa bu Vatan’da, yoksa, “TÜRK SORUNU MU VAR?”
Hüseyin Avni Alparslan’ın, yeterince öğrenilmesini, anılmasını sağlamak hepimizin görevi olmalıdır. Onun mesajları tüm Türkiye için önem taşımaktadır, hem de bu günlerde!
TUNA BOYLARINDAN SAKARYA’YA,
NELER OLDU, BİLENİNİZ VARMI! …