Her bayramda ayrı bir “Ah nerde o eski bayramlar” serzenişinin yükselmeye başladığı son yıllarda artık “nerde o çocukluklar, nerde o eski gençlikler” diyesim geliyor. Nedenine nasılına gelince; artık eskisi gibi yaşan(a)mayan çocukluklar ve gençlikler kuşatıyor her yanımızı.
Zaman her şeyi ne kadar çabuk eskitiyor. Daha dün kendi çocukluğumuzda daha sonra da ilk gençlik yıllarımızda bugünkünden bambaşka bir çocukluk ve gençlik tanımı vardı. Öğrenilenlerin içeriği farklıydı, rollerin, davranışların biçimi farklıydı. En önemlisi de rol modellerimizde önemli farklılıklar vardı.
Her bayramda tekrarlandığı gibi çocukların belirli klasikleşmiş ritüelleri vardı. Daha sonra gençlerin oturmuş, anlaşılır ve kabul edilebilir kabulleri vardı. Bugün ise herşey bambaşka bir hal almış durumda. Özellikle son on yılda, biraz da yeni bir Milenyum’un (millenium: binyıl) yaratmış olduğu geçmişten kopuşun etkisiyle düne ait olan herşeyin günümüzdeki karşılığı düne göre çok önemli farklılıklar içermektedir.
Aslında doğası gereği herşey gibi insan denen varlık da bir değişim, gelişim ve en önemlisi kendine has bir tekamül içerisindedir. Ancak 2000 yılının geçmişle bugün arasında çok kalın bir çizgi oluşturmuş olması hem düne ait hafızamızı derin bir şekilde yaralamış durumda hem de dün ile bugün arasına kalın bir çizgi çekmiş durumda.
Her ne kadar sosyal değişimlerin tek bir olguya bağlanması mümkün değilse de karşımızda bir çok faktörü yarattığı geçiş sürecinde biçimlendiren önemli bir etken var. Bu da “eski-yeni” ikileminin kendini en derin biçimde gösterdiği milenyum kavramıdır. Ortada inkar edilemez bir milenyum faktörü var. Milenyumlar dünya insanlık tarihinde gerçekten de derin dönüşümlere imza atar. Özellikle dinsel içerikli bir çok batıl inanışın da etkisiyle milenyum inancı insanlık üzerinde bundan öncekinde olduğu gibi bu milenyumda da çok önemli baskılar oluşturmuştur.
11 Eylül’ü saymazsak insanlığın, 2000 yılını kazasız belasız atlatmasının ardından insanlığın kültürel biçimlenişi hızlı bir şekilde değişmeye başlamıştır. Bu değişimi özellikle medya yayınlarının içerik değiştirmesinde bu içeriğe insanların gösterdiği hızlı uyumda görmek ve anlamak mümkündür. Bundan sonraki yazılanlar kendi kültür çevremizle ilgili şeyler olmasına karşın küresel anlamda da benzer olgulara rastlamak mümkündür. “Matrix, Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi” türündeki yapımların yarattığı yeni dalgalar, kültürler ve dinler üstü yeni bir ortak kültür yaratma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir.
Yarış Atı Büyücü Çocuklar
Dünün çocukluğu mütevazi bir tüketim kültürünün de etkisiyle daha bir sükunet içerisinde ve uslu, anlayışlı ve söz dinler niteliğe sahipse bugünün çocukluğu da bir o kadar tüketici, elindekilere karşı hovarda ve hırçın, söz dinlemekte zorlanan aynı zamanda etki altında kaldığı çevrenin daha da genişlemesi dolayısıyla ebeveynlerine bir o kadar uzak bir yapıya ve doğaya sahiptir.
Dün gölgelerin gücü adına kılıcını çekip Voltran’ı oluşturan çocuklar gitmiş yerine çocukluktan azade tuhaf varlıklar gelmiş durumda. Günün üçte ikisini okul-dersane sarmalında yarış atı misali geçiren çocuklar geri kalan zamanın bir kısmını (okuldan kırdıkları zamanı da ekleyebiliriz buna) internette sanal katliamlarla geçirmektedir. Zamanının büyük kısmını çocuk çocuğa oyun nedir bilmeden, büyükle-küçükle haşır neşir olmadan, ana baba yüzü görmeden geçirmektedir. TV izlemeye zamanı kalan çocuklar da boyu posu çocuk, davranışları ise birer vahşi hayvanı andıran kahramanların; kimi zaman havada uçak kaçan, kimi zaman kıran döken kimi zaman da hokus pokus türü davranışlarından oluşan çizgi filmlerle zamanını geçirmektedir.
Haliyle böylesine bir ritüel yumağına sarmalanmış bir çocuktan da bizim anladığımız manada hayır beklemek saflıktan başka bir şey değildir.
Mafya Babası Gençler
Sadece çocuklar mı? Ya onların abileri? Onlar 6-7 sene önce online internet oyunu “Half Life” ile başladıkları sanal katliam maceralarına şimdilerde daha profesyonel cinayet senaryoları ile devam ederken arada bir de okul ya da kahve önlerinde teori-pratik uyumlaştırma denemesi yapmaktadırlar.
Oğluma Gelin, Kızıma Damat, Bana da Koca
Ya anneler?
Onların BBG (Biri Bizi Gözetliyor) ile başlayan serüveni hiç bitecek gibi değil. Dünün kahırkeş, çileli, hünerli ve özveriyle çocuk büyüten, elinden geldikçe evine ekmek getiren anneleri Semra Ana ile çıktıkları serüvenden kendilerini bir türlü alamamış olmalılar ki sabah sabah Seda Sayan’ı izlemeye gidiyorlar, oğullarına gelin arıyorlar, kızlarına koca arıyorlar. Bu arada boşananlar işi daha da ileri götürerek TV programlarında koca aramaya vardırdılar.
Sonuç mu?
Aile dizileri, aile dizisi olarak her biri bir başka serüvenin kahramanı rolleri barındıran, abla-kardeş-teyze-amca-yeğen-dayı-gelin-kaynana arasındaki çarpık ilişkileri (ensestlik boyutunda) konu alan diziler seyretmekteyiz. İşin ilginci bölgesinin rol-model ülkesi olarak lanse edilen Türkiye’nin bölgedeki tanıtımı her biri ayrı bir ahlaksızlık örneği olan bu dizi ve kahramanlarla yapılmaktadır.
Çocuklar, çökmüş, çürümüş bir Milli Eğitimin de etkisiyle yarış atı psikozunda eğitim hariç herşeye benzeyen bir öğretim/öğrenim yorgunluğunun ardından elde lazer silahları ya da büyücü kıyafetleriyle bambaşka bir hayal aleminde kaybolup gitmektedir.
Gençler, internet kafelerde sanal alemde başladıkları racon kesmeleri okul kapılarında park köşelerinde günbegün pratiğe dökmekte, onlar da ilkouklda başlayan yarış maratonunun stresini köşebaşlarında içlerine çektikleri bir nefes sigara ya da aldıkları birer doz uyuşturucu ile bertaraf etmeye çalışmaktadırlar.
Anneler; onların durumu bugünlerde eskisine göre daha da vahim görünmektedir. Eskiden seyretmekle, oğluna kızına kısmet aramakla yetinirlerdi. Şimdi gemi azıya aldılar, kanal kanal dolaşıp, fellik fellik koca arıyorlar.
İyi de Fatma Teyze, Ayşe Teyze, ya da bilmem ne hala; Siz böyle oyunda oynaşta ısrar ederseniz Fatihleri, Yavuzları kim doğuracak? Ben mi yoksa RTÜK mü?
RTÜÜÜK… Duydun mu? İhale sana kalacak haberin olsun… Bu senin bildiğin ihalelere benzemez benden söylemesi…