Böyle bir başlığı yazdık yazmasına da, bu başlık altında işlemek istediğim konuların multidisipliner (birçok bilim alanına giren) konular olması, vurgulamak istediğim konuya neresinden başlayacağım konusunda beni tereddüde düşürdü.
Ulus devlet ve federal devlet kavramları, hem siyaset biliminin hem kamu yönetiminin bir ölçüde anayasa hukukunun konusu iken bu kavram altında mantık zincirini takip ederken yine yer yer tarih, uluslararası politika, fütürizm, ekonomi, toplum bilim konularına girmek zorunda kalacağımı belirtmem gerek.
Bir çoğumuzun kutsadığı ama gerçekte kutsanıldığı kadar da mukaddes olmayan, tarih bilimiyle konuya girmek istiyorum. Her zaman bir çok cümlenin baş taraflarını veya son cümlelerini süsleyen kelime grubunu bu satırlarım arasına misafir etmek istiyorum. “Tarih yazmak” “tarih yapmak” “adını veya olayı tarihe geçirmek” tırnak içi cümlelerini irdeleyerek bunların mutlak gerçekten öte birer gerçek bile olmaktan aciz kavramlar olduğunu vurgulamak gerek. Çünkü tarih yazmak ta, tarihi yapmak ta güçlülerin borusundan çıkan rüzgara göre şekillenmektedir çoğu zaman. Ve aslında tarihi yapanlar olsun yazanlar olsun, güçlünün ya kendisi ya da birer organı olmuşlardır.
Ülkeler, ulus devlet veya federal devlet şablonlarını öne çıkararak ya kendi kabuğu içinde güçlü olarak kalmayı tercih etmekte bir inci gibi, ya da dev cüsseleriyle bütün bir okyanusları denizaşırı sularda aşmak isterler balinalar gibi. İşte ulus devletçilerin inci masumiyetleri, emperyal kültürle destekli federal devletler tarafından hiç te rahat bırakılmamaktadır. Bu kadar caz ve mecazdan sonra konunun ayaklarını yere bastırabiliriz.
İster birleşik devletletler (USA) ister Rusya Federasyonu, ister AB örgütlenmesi, gözlerini hep yereldeki masum incilere yani ulus devletlere dikmişlerdir. Çin İmparatorluğu olsun, İran (Pers) imparatorluğu olsun, Türk imparatorluğu (Hunları da Türk sayarsak, I. ve II. Selçuklular, Osmanlılar) olsun bu gün için kendi içlerinde ve bölgelerinde son derece güçlü ulus devlet şablonuna sıkışmış imparatorlukların çekirdekleridir. Küresel güçleri arkasına alan ilk baştaki Amerikan imparatorluğu ve Avrupa İmparatorluğu bu devletleri yarın için imparatorluğa dönüşmeden federal parçalara bölerek hacamat etmek istemektedirler. Ne var ki, her üç ülkenin kenedine özgü karakteri, İran’ın egzantrik dış politikası, Çin’in kollanamayacak ve kavranamayacak nüfus potansiyeli, Türkiye’nin jeostratejik ve tarihsel potansiyeli üzerine oturan bölgesinde lider ve model olan genç ve dinamik nüfusu, bu küresel güçleri aslında korkutmaktadır. Bu nedenle son on yıldır gerek USA, gerek AB bloğu, bu ülkelere karşı son derece hassas politika izlemektedir.
Örneğin Avrupa Birliği Türkiye’nin birliğe katılmasına belki de çağ açıp kapatacak kadar önemli bir olgu olarak görmekte, bu nedenle onyıllardır birliğe girme sürecinde olan Türkiye’nin ipe un sermesini istemektedir. Ve çok iyi bilmektedir ki, ülkemizin birliğe katılımıyla Türkler Avrupalılaşmaktansa Avrupalılar Türkleşeceklerdir.
Küresel güçle destekli federal imparatorluklar, temel olarak “hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, bu satıh da bütün bir dünyadır, bu dünyanın bütün kontrolü ve potansiyel değerleri ele geçirilmedikçe misyon tamamlanmayacaktır” bakış açısındadırlar.
Küresel destekli emperyalist kütle, bir taraftan güçsüz ülke ve toplumların tepelerine bomba yağdırırken, bir taraftan da bu fiili durumun pazarlığını yapmak için SÖZDE elçiler göndermektedirler. Aslında gelişmemiş veya gelişmekte olan güçsüz ülkelerin aydınları buradaki “”bile bile lades” oyununun farkındadır. Ancak bu farkındalık ekonomik güç ile desteklenmedikçe acı vermekten öteye gitmemektedir.
Türkiye açısından oldukça uygun bir elbise aslında federal yapı. Ancak ülkemizin bu federal elbiseyi giyebilmesi için ekonomisinin son derece güçlenmesi, çevresini kendine, ekonomik ve siyasal olarak pamuk ipliğiyle değil de çelik halatlarla bağlamaması ve bu bağların kontrolünü tereddütsüz olarak ele geçirmesi gerekmektedir. Küresel bağlamda bunca devasa misyonu peyder pey üstlenmek için bu yolda yürümek varken, ülke içindeki alelade gündemlere boğulmanın ne kadar komik olduğunu da buradan takdir etmenizi isterim.
Halkımızın tarihsel kültürel, coğrafi ve psikolojik olarak imparatorluk psikolojisine yatkın olduğu zaten bir gerçektir. Dile getirdiğimiz gibi, bu elbise için öncelikle çok güçlü bir ulus devlet olup daha sonra bilgi ve ekonomik çekim gücüyle çevremizdeki uydu ülkeleri eyaletleştirmemiz gerekmektedir.
Şu unutulmamalıdır ki, buradaki yazımda, Osmanlı’nın yeniden oluşturulması çıkarılmamalıdır. Günümüzde imparatorluk, bir vizyon, strateji, dış politikadaki duruş veya tutumdur. “Bu yeni bakış açısı veya giyilecek kisve, ne salt din üzerine ne de salt ırk üzerine oturtulacak bir şablondur.” Neticede insanların bedenlerini değil zihinlerini ele geçirmek esastır. Ülkeler için de durum aynıdır. Sınırlarını topraklarını ele geçirmekten ziyade, toplumların değer ve bakış açılarını ele geçirmek temel vizyondur.
Burada Musul ve Kerkük’ü alalım demenin de, orada olup bitenler karşısında ulus devlet saflığımıza sığınıp sesiz kalmanın da mantıklı bir temeli yoktur. Ülkemiz, tarih içindeki aksiyoner rolünü oynamak zorundadır. Zaten oynamaktadır da.
Mutlu yarınlar dileğimle.
Not:
Bu sitede yayınlanmakta olan yazılar http://www.yazarport.com, http://www.gunesgazetesi.net http://www.bilgiagi.net http://www.bilgievreni.com, http://www.siyasalforum.net http://www.gercekgazete.web.tr ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.