Van Minut Dedim Lan! – III

İsrail Seçimleri ve bizdeki 29 Mart Seçimleri;

Davos’ta yaşananlar insanda bir senaryonun gerçeğe dönüştürüldüğü hissini yaratıyor.

Hükümetler, her zaman iktidarda olmanın gücü ve avantajlarının yanında önemli bir yıpranmışlıkla da seçimlere girerler. Bu yüzden suyu tükenen değirmene taze kaynaklar gerekir. Onun içindir ki istisnasız tüm hükümetler seçimler öncesinde devlet kaynaklarını parti hizmetine verirler seçimlere rakiplerinden bir adım önde girerler.

İktidardaki parti özellikle kamu harcamaları ile içerden gelen suyla değirmeni döndürmeye çalışırken toplum nezdinde kendisine prim kazandıracak muhtemel gelişmeleri de kaşıyarak oy artırmaya çalışırlar.

367 kararı, Danıştay’ın türban kararı, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecindeki yaratılan mağduriyet havası, TSK’nın internet sitesine kim tarafından konduğu hala tartışmalı olan 27 Nisan e-muhtırası gibi olaylar hep iktidarın lehine kullandığı iç politika malzemeleridir.

Sonuç: Mağdurlar adına büyük bir zafer.

Bunlar iktidarın lehine kullanabileceği içerdeki gelişmelerdir. Bir de iktidarlara aynı sonucu yada kazancı getiren dış olaylar vardır. Dış faktörler özellikle izole toplumlarda daha etkindir. Türkiye de, her ne kadar dışa açık bir yapıya sahip olsa da günümüz devletleri içerisinde en çok düşmanı olan devletlerden birisidir. Ya da en azından bize bu şekilde öğretildiğini biliyoruz. Bu bizim gibi iktidarları tarafından sömürülen yada yanlış yönlendirilen ve bilgilendirilen tüm toplumların hepsi için geçerli bir durumdur.

Arap devletlerinde İsrail gibi bir düşmanın varlığı, Amerikan toplumu için son dönemde İslamcı terörün varlığı, İsrail için Hamas ve FKÖ’nün varlığı ve eylemleri içerdeki politika yapıcılar yada iktidarlar için çok önemli dış politika malzemelerdir.

Bizde de bunun örnekleri vardır. Eskiden beri var olan düşman bir Yunanistan, daha önceleri var olan Sovyet tehdidi, Kıbrıs Sorunu, Avrupa Birliği hedefi, PKK Terör Örgütü, Hatay’da gözü olan bir Suriye, rejimini ihraç etmekte oldukça istekli bir İran bunlardan sadece bir kaçıdır. Günümüzde ise bu tip dış tehditlerin birçoğunun bertaraf edilmiş olması ya da dünyadaki genel konjonktüre bağlı olarak bunların çoğunun kendiliğinden ortadan kalkmış olması politikacıların elinde kullanabilecekleri pek fazla malzeme bırakmamıştır.

Aslında mevcut iktidar partisinin elinde kendi kökenleri ile ilgili olarak kıymetli malzemeler mevcuttur. Ancak bir kapatma davasını kıl payı atlatmış olması ve sisteme bağlılık konusunda önemli bir rüşt sorunu yaşıyor olmasından dolayı bu argümanları pek kullanamamaktadır.

Bunlardan en önemlisi olan türban konusunda da Milliyetçi Hareket Partisi’nin ortaya koymuş olduğu uzlaşmacı tavırdan dolayı prim yapma imkanı kalmamıştır. Çünkü iktidar partisinin bu konuda çekeceği en ufak bir blöfü gören MHP, kartlarını açarak ona mecliste gereken çoğunluktan fazlasını sunmaktadır. Ancak bu konuda çözüm üretmekten çok mağduriyet havası yaratmayı amaçlayan iktidar bu konuyu yıllardır çözmeye yanaşmadığı gibi yine çözüm arayışına girmemekte, gerçekçi adım atmaktansa bu konunun havada/askıda kalmasını tercih etmektedir.

Bir diğer önemli iç malzeme ise ebedi muhalefet partisi CHP’nin laiklik konusundaki yanlış ve dışlayıcı tutumlarıdır. Zaten iktidar partisi de bundan yeterince istifade etmektedir ama bu sefer CHP’nin gerekçeleri tartışmalı da olsa çarşaflı insanlara dahi kapısını açması iktidarın elindeki laiklik kozunu da almış durumdadır.

Seçimlere giderken başkan adaylarını açıklama konusunda önemli sancılar yaşayan ve mevcut başkanlarının önemli bir kısmı ciddi yolsuzluk ithamları ile karşı karşıya olan iktidar partisinin elinde öncekine nazaran güçlü kozları yoktur.

İstikrar, kalkınma, dürüstlük şeklinde sloganlaştırılan bir retorikle ortaya çıkmış olmasına karşın son birkaç yıldır makro rakamlarda görülen rahatsız edici gelişmeler, Mortgage Krizinin, bizde birkaç yıldır reel sektörde yaşanmasına karşın görmezden gelinen krizin “teğet geçti” denmesine karşın ne denli derinleşmiş olduğunu ortaya koyması, istikrar ve kalkınma retoriğinin çöktüğünü ortaya koymuştur. Ayrıca parti ileri gelenlerinin aile bireylerinin girdiği iş ilişkileri ve partili belediye başkanlarına yöneltilen yolsuzluk iddiaları (her ikisi de AKP Genel Başkan Yardımcısı olan Şaban Dişli ve M. D. Mehmet Fırat bu iddialar karşısında istifa etmek zorunda kalmışlardır) iktidarın dürüstlük konusundaki iddiasını da yok etmiştir. Böylesine yıpratıcı koşullarda yaklaşık olarak aynı dönemlerde seçime giden stratejik dostumuz İsrail’in kendine yakışır bir şekilde saldırılarına yeniden başlaması iktidar için adeta bir cankurtaran vazifesi görmüştür. Ayrıca Deniz Feneri’nin yoksulları değil hükümet partisine yandaş bazı kesimleri aydınlattığına yönelik iddialar da önemli bir sıkıntı yaratmaktadır.

İsrail’in Gazze saldırıları yukarıda değindiğimiz İsrail için dış tehdit anlayışının çok somut bir örneğidir. Bu noktada kısa bir not olarak İsrail’in Hamas’ın büyümesine, gelişmesine zemin hazırladığını ve İsrailli politikacıların Hamas’ı başka bir yönetime her zaman tercih edeceklerini belirtmek isterim. Çünkü Hamas olmazsa İsrail böylesi bir yapılanmayı sürdüremez ve vahşeti için bir bahanesi kalmaz. Bu yüzden İsrail böylesi bir bahanenin varlığından kanımca çok mutludur.

Sonuç olarak İsrail’in yönetimindeki koalisyonda yer alan şahinler içerdeki oylarını artırmak için “kim daha çok/iyi öldürür” yarışına girmişlerdir. Bu arada seçimler de sonuçlandı ve en çok oyu gerçekten de en çok öldürenler aldı. Seçimi Araplara yaşama şansı dahi vermeyen (hatta bu partilerden birisinin önerisi Arapların üzerine atom bombası atılmasıdır) muhafazakâr partiler önde tamamladı.

Tekrar bize dönersek;

İsrail saldırıları ve devamında Davos’taki tartışmadan sonra iktidar küllerinden yeniden doğdu. Evet, iktidar gerçekten de küllerinden yeniden doğdu. Ben kendi bakış açımla dış dünyada yapılan değerlendirmeler, alkışlamalar ve kınamalarla hiç ilgilenmiyorum. Çünkü dış dünyada var olan aktörler böylesi bir olaya dayanarak karar vermezler. Özellikle büyük devletler daha kompleks bir karar alma ve uygulama süreçlerine ve mekanizmalarına sahiptir. Hatta onlarda kararlar hükümetler üstü bir mekanizma tarafından alınır ve hükümetler kararları uygulayan aktörlerdir. İsrail’in dahi Türkiye’ye bakış açısında zerre değişim söz konusu olmaz. Olsa olsa İsrail yönetimi bu olayı kullanarak zaten göbekten kendisine bağlı olan Türkiye’den biraz daha taviz kopartır. Ki iki gün önce İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı’nın açıklamalarını bu çerçevede atılmış örtülü bir adım olarak görüyorum.

Böylesi olaylar devletlerarası ilişkileri doğrudan etkilemezler. Böylesi bir olay ancak duygusal tepki mekanizması güçlü bizim gibi toplumların kamuoyunu etkilemekte önemli bir politik araçtır. Yoksa bu gibi durumlardan somut bir şey beklemek siyaset bilimi açısından mümkün değildir. Çünkü tarihsel niteliği itibarıyla devletlerarası ilişkiler münferit olaylara bağlı değildir ve uzun müzakere sonuçları ile şekil alır.

Neticede de öyle olmuştur. Somut olgulardan ziyade soyut olgulara odaklanan Türk kamuoyu başbakana gönlünde önemli bir yer açmış, başbakan daha birkaç ay önce kıskacına düştüğü tüm olumsuzlukların yıpratıcı etkilerinden arınmış önemli bir dinçliğe kavuşmuştur. Bu bakımdan iktidarın bu konumu Anka kuşunun yeniden doğuşunu andırmaktadır.

Not: Bu gibi olayların aktif siyasal yaşamda çok önemli bir fonksiyonu daha vardır. O da bu tip olayların çok güçlü bir gündem değiştirme/saptırma yeteneğinin olmasıdır. Ancak yazı yeterince uzun olduğu için bu konuya girmemeyi tercih ediyor değerlendirme yapmayı siz okurlara bırakıyorum.

Ancak bu olayın komplo gibi görünen yönüne de değinmek gerekir.

Devam edecek…

print

Bir cevap yazın