Dünden devam…
İsrail’in daha önceki eylemleri karşısında sessiz kalan iktidar öncekilerin aksine İsrail devletine karşı sesini oldukça yükseltmiştir. Fakat bu ses yükseltme olayı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin İsrail’e karşı geliştirdiği resmi bir tavır olmaktan ziyade Türkiye’deki bir partinin tavrını andırmaktadır. Yani başbakan bu olay karşısında devletin ve hükümetin temsilcisi konumundan ziyade AKP Genel Başkanı gibi bir tavır sergilemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tavrı söz konusu olsa başbakan zaten devletin başbakanı, cumhurbaşkanı da AKP içinden çıkmış ve başbakanla fikirleri birebir örtüşen bir kişidir ve burada resmi tavır geliştirme konusunda kimse başbakana bir sorun çıkarmazdı. Bu durumda İsrail’e karşı resmi bir tavır geliştirilecek olsa bir çok diplomatik yol vardır dahası gecikmeksizin iki ülke arasındaki ilişkiler masaya yatırılır, İsrail’e usulünce ayağını denk al denirdi. Bu yüzden başbakanın tavrı devlet tavrından ziyade çeşitli partilerin gençlik kollarının ortaya koyduğu sloganik bir tavırdan başka bir şey değildir.
Bu yüzden başbakanın tavrı Batı ile olan bireysel ilişkilerinin bir yansıması olarak kanımca Türkiye’yi yanlış sulara götürmektedir. Çünkü bu davranış ve devamında gelen coşku Türkiye’nin dünyadaki mevcut rolünü önemli ölçüde etkileyecek ve Türkiye’nin uluslar arası kimliğinde önemli değişimlere yol açacaktır.
Açıklamak gerekirse;Türkiye Devleti, felsefe olarak “Yurtta Sulh, Dünyada Sulh” prensibi çerçevesinde hareket eden ve ilişkilerini batılı değerler üzerinden yürüten bir devlettir.Başbakan henüz milletvekili dahi değilken Batı tarafından Türkiye’nin yöneticisi, gerçek muktediri olarak ağırlanmış, kabul görmüş ve kendisi de devlet adına taahhütlerden bulunmaktan çekinmemiştir. Başbakanın Davos çıkışı da bana “devletin tek sahibiymiş gibi ama devletten bağımsız olarak içinden geldiği gibi hareket etmesini” hatırlattı. Başından beri devletin yerleşik düzenini dışlayan bir davranış biçimine sahip olan başbakanımız eş başkan sıfatıyla Türkiye’yi farkında olmadan rayından çıkarmaktadır.
Bilindiği gibi Medeniyetler Çatışması tezi, Batı Medeniyeti ile Sovyetlerin yerine ikame edilen İslam Medeniyeti arasındaki dinsel nitelikli çatışmaya dayanır.Her ne kadar Batı Medeniyeti kapitalizmin karşı karşıya olduğu en büyük kriz dolayısıyla sersemlemiş olsa da bazı gelişmeler bu tezin yürürlüğe konması için batının ne denli istekli olduğunu göstermektedir. Bu konuda özellikle ABD’nin Pakistan siyasetindeki değişmeler ve Hindistan’ın Mumbai kentindeki patlamalar senaryonun devreye sokulduğuna dair önemli işaretler taşımaktadır. İsteyenler bu konu hakkında daha önce kaleme aldığımız “KAPİTALİZMİN KURTULUŞU: YENİ BİR SAVAŞ” başlıklı yazıya tekrar göz atabilirler.
Günümüzde İslam dünyası oldukça parçalı bir görüntü sergilemektedir. Fakat Refah Partisinden bu yana Milli Selamet geleneğinin İslam dünyasının liderliğine heveslenen ve İslam düşmanlarına yönelik söylemleri geçmişten beri Türkiye içindeki bazı kesimlere karşı İslam âleminde belirli bir sempati birikimine yol açmıştır. Hatta Refah Partisi iktidarı olan 54. Hükümet döneminde Müslüman ülkelerden oluşan D-8 oluşumunun fiilen yürürlüğe konması bu noktada oldukça ileri bir adımdır. Günümüzde ise bu birikimin mimarlarının iktidarda olması ve son dönemlerde dış politikada Osmanlı Mirasını gündeme alan girişimlerin artması İslam ülkelerinin kamuoylarında Türkiye’ye karşı birikmiş olan antipatinin azalmasına zamanla bunun sempati lehine gelişmesine yol açmıştır.
Kanımca Türkiye; 1979’lardan beri ABD tarafından yaratılmaya çalışılan Ilımlı İslam projesinin bir ürünü olarak ortaya çıkarılacak yeni yapılanmanın liderliğine hazırlanıyor.
Davos’ta Şimon Peres’in üzerine basa basa söylediği sözler asla ve asla o an için söylenmiş sözler değildir. Peres hazırlıklı ve planlı gelmişti. Karşısındaki insanın duygusal tepkilerine yenik düşen bir yapıda olduğu için tahrik edici vurgular yaptı. Sayın başbakan da Davos’tan bir hafta önceki beyanatında gündemdeki bazı konular için “bunları Sayın Peres’e soracağım” diyordu. Yani orada olanlar o an için ortaya çıkmış bir durum değildir. Taraflar attıkları adımların nelere mal olacağını gayet iyi biliyorlardı ve her iki taraf da olacakların getir ve götürü hesabını mutlak surette çok iyi yapmışlardır. Her ne kadar daha sonra tepkinin moderatöre olduğu vurgusu yapılsa da amaç hasıl olmuştu. Çünkü insanların gözünde Türkiye insanlık adın büyük bir çıkış yapmıştı ve alkışlanmalıydı. Hatta televizyonlardaki yorumculardan başka moderatörü hatırlayan bile olmadı. Hatırlayanlar ise “Zaten o da Yahudi’ymiş” diyorlardı.
ABD ve İsrail söz konusu projenin bir parçası olarak Türkiye’yi adım adım bu bölgede yaratılacak yeni dengelerin liderliğine doğru itilmektedir. Şimon Peres ile başbakan daha Davos’tan önce kişisel restleşmelerine başlamışlardı ve her ikisi de Davos’a önceden süregelen bir tartışmanın aktörleri olarak gittiler.
İsrail, davranışı ile Arap Dünyasındaki Türk sempatisini hiç olmayacak kadar artırmış, bizim başbakanımız da içerde “İsrail’e bile postasını koyan lider” unvanını elde etmiştir.
Yani kısacası şu: Türkiye İslam dünyasının liderliğine doğru evriliyor… Bilerek yada bilmeyerek. Ama çok tehlikeli bir süreç olduğu kesin.
29 Mart Seçimleri mi?
Van Minut Dedim Lan…
Oyumuzu tabii ki kodumu oturtan başbakanımıza vereceğiz. Bize başkası yakışmaz…
Bitti…