Halk arasında meşhur bazı rivayetler vardır. Onlardan bazıları yaşlı insanların anlattığı hikâyemsi tarih.. Bazıları milli moral olsun diye yazılmış fakat bu gayeyi aşıp hurafeleşmiş kitaplar ve nutuklardır. Bu hikâyeleri tiyatro ve film yapıp görsel alanda da maalesef insanların bu batıl inanışlarla tanışması sağlanmaktadır. Senelerdir münafık TV’lerin kuluçkadan çıkardığı senaryoları film olarak dindarımsı cahil halka yutturmalarının yanı sıra, şimdilerde ateist TV’ler de bu kitlenin azımsanmayacak bir potansiyel olduğunu fark ettiler ve “sır kapıları”, “kalp gözleri” gibi din dışı hikâyerin filmleri din diye izlenir oldu, hem de en az “itler vadisi” kadar!
Yüzyıllardır ardı arkası kesilmeyen ve sürekli güncellenen delilsiz dayanaksız bu senaryolar halen üretilmektedir. Örneğin Kıbrıs (1974 Türk/Rum) harbinde bir çavuş yeşil sarıklı bir adamın düşman askerleriyle savaştığını görmüş, onunla tanışmış. O adam kendisinin Hakkâri’de falanca mezarda yatan adı soyadı şu, şu olan biri olduğunu söylemiş. Savaştan sonra çavuş Hakkâri’ye gitmiş mezarlığı bulmuş ve o adamın üzerinde adı yazılı mezarını da bulmuş. Hatta mezarı açtırıp bakmış o adammış! Belki savaşta hatıra fotoğrafı da çektirmiş mezardakinin o olduğunu bununla ispat etmiş bile denilebilir. Dinleyen insana inanmamaya çıkış noktası bırakmayacak kadar ustaca uydurulmuş bu hikâyeler, memleketimizde 7 kapıya dağıtılmazsa evin yanar, canın yanar yazılı kâğıtlar kadar ürkütücüdür. Her gün Kur’an’ın hükümlerini mu’tad olarak çiğneyen insanlar, bu tür hikâyeleri kabul etmez de, inkâr edersem kâfir olurum zannederler. Daha önce şehit olmuş birilerinin de tekrar savaşmaya geldiğini anlatan hikâyeler çoktur, Burada onları daha fazla zikredecek değilim.
Balıklar Savaşa Gider mi?
Urfa’daki balıklı gölde yüzen hayvanların Kıbrıs harbine iştirak ettikleri, o günlerde gölde hiç balık kalmadığı, savaş bittikten sonra da göle dönen balıkların yaralı olduğu, hatta o günden sonra balıkların eğri büğrü oldukları gibi safsatalar halen ziyaretçilere anlatılmakta, onlar da duydukları bu sözleri tartacak teraziden yoksun oldukları için kabul ederek başkalarına yaymaktadır.. O balıkların İbrahim aleyhisselamı yakmak için toplanan odunlar olduğuna inanmak gibi ve hatta o balıkların haram olup yenilemeyeceği gibi batıl birçok hikâye mevcuttur. İnansan ne olur inanmasan ne olur türünden basit bir hikâye gibi gözükmesine rağmen Allah’ın kullarına helal kıldığı bir nimeti haram etmeye yol açan bu sapkınlıklar Müslümanların birileri tarafından aptal yerine konmasına ve İslâm dininin böyle acayipliklerden ibaretmiş gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Hatta durum o kadar kritik bir noktaya gelmiştir ki Allah’ın hükümlerini inkâr eden adam bu inkârıyla dinden çıkacağından korkmaz da bu tür hikâyelere inanmazsa dinden çıkacağını zanneder olmuştur.
Bir balık hikâyesi daha geldi aklıma. Kayseri’nin Taçin köyünde bir tepenin köye bakan yamacından bir kaynak suyu çıkmaktadır, Sıvgın’a doğru akar. Bu suyun başında sohbet ettiğim bir köylü kardeşim, dedesinden dinlediğini söyleyerek şunları anlattı. Bu kaynaktaki balıklar ikinci dünya harbinde savaşmaya gitmişler ve suda hiç balık kalmadığı gibi kaynak da kurumuş, sular çekilmiş. Harp bittikten sonra suyun kaynamasıyla birlikte balıklar da kimi şehit kimi gazi memlekete dönmüşler! Bu hikâye ile aptal yerine konmak bana pek ağır geldi ve o kardeşime şunu sordum: “İkinci dünya savaşı Alman Hitler’in Rusya ve diğer Avrupalılarla yaptığı Hrıstiyanlar arası bir savaştı, sizin balıklar Hitler’in safında mı yer aldı Rus’ların yanında mı ?” Adam bozuldu ve hikâyenin çarpıklığını anlamasına rağmen, “ne yani dedem yalan mı söylemiş, koskoca adam?” dedi de, ne hikâyeyi ne de dini savunamamış olmasına rağmen, dedesini savundu.
Hâlbuki insan din adına inanacağı şeyin delilini aramayı bilse böyle uçuk kaçık hikâyeleri din zannetmez. Allah’ın balıkları, culukları asker olarak değil insanlara rızık olarak takdir ettiğini bilir, o kadar. Savaşa çıkarken de bu hikâyelerin dopingi ile kendini avutmaz, kalbini Allah’a yöneltir, imanını kontrol eder, duasını artırır, bu imanla ölürse şehit olur. Allah’ın kullarından istediği de budur ve O kullarına galibiyeti de mağlubiyeti de tattırır.
Asılsız rivayetlerin ağızdan ağıza yaygın olması, anlatanların çokluğu vesaire gibi durumlar, onlara inanmadan önce araştırmayı daha da kaçınılmaz kılmaktadır.
Ölmüş Olan Evliya Savaşlara Katılır mı?
Konu, Allah’ın Müslümanlara savaşta yardım göndermesi olarak kabul gördüğüne göre bunun İslâm diniyle sahih yönden bir alakası var mıdır yok mudur araştırmak gerekir. Bu araştırmanın yapılacağı alan da elbette Kur’an’dır.
Balıklar hakkında sadece zan ifade eden yorumlar evliya, şehitler ve melekler söz konusu olunca bazı ayetlerle hatalı olarak desteklenmeye çalışılmaktadır. Bu hikâyelerin doğru olabileceğini ispata çalışanların en mühim hataları şunlardır.
Evliya kelimesiyle kastettikleri sadece tarikat erbabı olup bu hikâyeleri anlatanlarda tasavvufçulardır. Bu iddiaların onlarla sınırlı kalmasının sebebi sahih kaynakta bulunmayışı ve onların toprağa gömülen velinin ölmediğine kerametin öldükten sonra da devam ettiğine inanmasıdır. Burada mühim bir not düşmemiz yerinde olacaktır.
Falanca kimse evliyadır demek o kimsenin kesin olarak imanına hükmetmek ve onun Allah’ın dostu olduğunu söylemekle kesinlikle cennet ehlinden olduğu söylenmiş olur. Ehl-i Kur’an âlimleri arasında yaygın olmayan, insanlardan bir kısmının kesin imanına hükmetmek, kesin cennet ehli olduğunu söylemek gibi bir cüretkârlığı evliyalık makamını kendi şeyhlerinin tekelinde kabul eden tasavvuf erbabı göstermişlerdir. Bu davranış haddi aşmaktır.
Cennetle müjdelenen(!) sahabeler için bile öldükten sonra savaşmaya geleceğine dair bir delil bulunmamasına rağmen, savaşta ölülerin yardıma geleceğine inanmak Şamanizm inancında olduğu gibi ölülerin ruhlarının öldükten sonra da yakınlarının yardımına geleceği inancı gibi ve Budizm’de inanılan ruhların tenasühü inancı (ölünün yeniden hayata gelmesi ve ruhun bir başka sağlam bedenle) yeniden hayat sürmesi gibi ve Yunan mitolojisinde bulunan kendilerinin insanlardan uzakta Olympos dağında yaşadığına ve insanların yardımına geldiğine inanılan Yunan Tanrıları gibi batıl olan, tasavvufun ĞAVS inancından kaynaklanmaktadır.. ĞAVS yardım istenildiğinde hemen yardıma yetişen demektir ki ölüsü de dirisi de yardıma gelir diye inanılmaktadır. Bu inanç keramet hastası sapkın sufileri şeytanın ulaştırdığı son noktadır. Bu inanç Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in öğrettiği İslâm dininde yoktur. Kendisine İSTİĞASE edilen (yardım istenilerek sığınılan) sadece Allah’tır.
Hâlbuki tasavvuf terimleri sözlüğünden ve evliyanın menakıbı (menkıbeleri) kitaplarından bu sıfatın şeyhlere nispet edilerek Allah’a şirk koşulduğunu fazlaca görebilir ve hatta bunun tasavvufun amentüsü olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. İşte bu şeyhlerin menkıbelerinde anlatılan, ölmüş bir ğavs’ın (hâşâ) çamura çöken eşeği bile çıkarmaya geldiğine inanmak onların savaşa iştirak edeceklerine inanmayı –onlar açısından- kaçınılmaz kılmaktadır. Oysa bu batıl bir inanıştır.
Evliyanın ölüsünün dünyaya yeniden döneceğine bir delil bulamayan bu kimseler meseleyi biraz daha karıştırarak halleder gibi yapıp göz boyamaktadırlar. Ölmüş olan evliya nasıl dünyaya dönebiliyormuş deseniz; Allah “şehitlere ölüler demeyin, çünkü onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar” buyurmuştur, derler ve o halde falanca evliya diri olduğuna göre elbet yardıma gelir demektedirler. Bu kandırmacayı ayet denince hangi mana yüklenirse yüklensin kabul etmek gerekir zanneden batıl manaları da sorgulamayan insanlara belki yutturabilirler. Fakat bu iddialarıyla sorumuzun dünyaya nasıl dönebiliyorlar kısmına cevap vermemiş ve şehitlerin Rableri katında diri olduğu deliliyle de bahsettiği evliyayı şehit etmiştir. Bunlar hem arızalı bir anlayışın tezahürüdür hem de kendi içinde çelişkilerle doludur. Bu çelişkilerini şöyle özetleyebiliriz.
Evliya dedikleri kimseler şehit değildir; onlar, hayattayken bile zorda kalan din kardeşlerine sırt çevirmiş, savaşlara iştirak etmemişlerdir ki öldükten sonra buna yüzleri olsun. Bu gün bile durum bundan ibarettir. Müslümanları katleden kâfirler post düşkünü şeyhlerden ve kılını kıpırdatmadan ölülerden yardım bekleyen hurafecilerden gayet memnundurlar.
Şehitler Savaşmaya Gelir mi?
Şehitlere ölüler demeyin çünkü onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar ayetinin(Âl-i İmrân,169) müracaat edenler görecektir ki; Allah şehit olan kimseyi diriltti ve onu cennet nimetleriyle rızıklandırmaktadır, manasınadır.
Ayrıca şehitler savaşmak için dünyaya geri gönderilmezler; ilgili ayetlerdeki deliller yeniden dünyaya dönme imkânı olmadığını ispatlar.
Yeşil (?) Sarıklı Melekler İnsanlara Görünür mü?
Meleklerin bazı savaşlarda Müslümanlara yardıma geldiği doğrudur. (Âl-i İmrân,123-127) Allah azze ve celle Ahzab suresinde Hendek harbi sırasında yaklaşık 3 ay boyunca düşman karşısında yardımsız bekleyen ve artık tabir caizse homurdanmaya başlayan ve Allah’ın ve peygamberinin vaadi boşmuş diyerek veya biz evlerimizi korumaya gidiyoruz evlerimiz tehlikede diyerek cepheden ayrılan imanı zayıf kimseleri ve münafıkları açığa çıkarıncaya kadar ve onlar müminlerden ayrılıncaya kadar şiddetli bir imtihanla o insanları sınamış ve sonra müminlere yardım olarak meleklerini göndermiştir..
Bu hadise bize mühim ipuçları vermektedir. Allah melekleriyle kime yardım etmektedir sorusuna bu ayetlerden cevap bulabiliyoruz. İmanında sebatlı Allah yolunda neticesi ne olursa olsun peygambere itaatkâr kimselere, meleklerle ve rüzgârla yardım gönderilmiştir. Daha önce de Bedir harbinde yardım etmişti.
Şimdi insanlar öyle hadiseler üzerine meleklerin yardımının geldiğinden bahsediyorlar ki Ahzab suresinde anlatılan imtihan ve peygamberle beraber kalan Ashap gibi bir mümin topluluğu yok. Allah’a kitaba küfredenlerin, namaz kılmanın başarıya engel olduğuna inananların komutasında, ben Müslüman’ım demeyi iman zanneden, para için Müslüman öldüren, abdestsiz namazsız adamların, küfür düzenlerini ayakta tutmak için yapılan savaşlarında melekler yardıma gelmişmiş de sarıkları yeşilmiş sakalları uzunmuş falan. Yani anlatılanlara bakılırsa irticacı melekler (hâşâ) Allah’ın Kitabı’na irtica diyen ve onunla mücadele eden kendi düşmanlarına yardıma gelmişler.
Allah Ahzab (Hendek savaşı) günü müminlere ve peygamberine yardıma gönderdiği meleklerinden bahsederken “…sizin görmediğiniz ordular göndermiştik” (Ahzab Suresi, 9) buyurmaktadır. Allah’ın, yardıma gönderdiği melekleri o topluluğa göstermediğine bu ayetle dikkat çekelim ve yeşil sarıklıların yardım ettiğinin iddia edildiği daha yakın bir örneğe dönersek, 30 sene önce Rum zulmünden kurtardığımız Kıbrıs insanlarının büyük bir kısmı bu gün kendilerine yasaklanan ve çirkin gösterilen İslam’ı istemiyorlar, o memleket gûya kurtarıldıktan sonra Kur’an öğrenebilme yaşı 18’e çıkarıldı..
Fuhuşhanelerle, batakhanelerle, kara paraların aklandığı en büyük kumarhanelerle mamur oldu. Mescitler günahsız hayvanlara ahır olmaktan kurtarıldı ama mescide gidecek kadar dinini bilen Müslüman kalmadığından bir kısmı yıkıldı, bir kısmı da günahkâr hayvanların tepindiği düğün ve eğlence salonlarına çevrildi. Velilerle şehitlerle fethettiğimizi söylediğimiz yavru vatanın bu hale gelmesi için mi Allah meleklerini gönderdi ?!
Hiç Akletmez misiniz?
Siz sanıyor musunuz ki Allah’ın adını yeryüzünden silmeye çalışan Ebu Cehil’ler emredince melekler de başüstüne komutanım diyecek, silahını kılıcını kuşanacak ve yollara düşecek!
Hiç düşünmez misiniz; Allah’ı yeryüzünün işlerine karıştırmayız, O gökleri idare etsin diyen adamlara melekler, yerin dibinden mi, yoksa Allah’ın idare ettiğini söyledikleri gökten mi çıkıp geliyor? Kur’an’ı ve Peygamberini tanımamış ve tanımaya da niyeti olmayan adama, din konusunda kendi aklından büyük düşman yoktur. Din denince aklına gelenler safsata, hurafe, bir yığın eciş bücüş hikâye. Evlerin duvarında asılı Kur’an neye yarıyor bilmem ki? Vesselam…