Verimli Türkiye

Yıllardır Türkiye üzerine çok söz söylendi, çok yazıldı, çizildi.. Bağımsız Türkiye için yola çıkanlar, çarpışanlar oldu. Binlerce genç, insan ülkesi için mücadele ettiğini, çalıştığını dile getirdi. Ölenler, hapis yatanlar oldu. Türkiye için daha pek çok niteleme yapıldı. Halkçı Türkiye, Büyük Türkiye, Güçlü Türkiye, Çağdaş Türkiye  gibi.. Oysa bu memleketin kuruluş felsefesi sağlamdı. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmak.  Amaç buydu. Hedef  son derece yerindeydi: muasır medeniyet, yani çağdaş uygarlık.. Yıllardır devletin bu nitelikleri üzerinden siyaset yapıldı.Geldiğimiz nokta önemli, ama  yetersiz. Dünya nerede, biz neredeyiz?. Yaşam endeksinde 180 ülke içinde 94.üncü sıradayız. Kaynaklarına, imkânlarına, potansiyellerine göre olması gereken yerde mi ülkemiz? Hayır değil. Peki niçin? Çünkü toplumun, devletin ihtiyacı olan Türkiye’nin adını kimse koymadı. İşte o ihtiyaç şudur: VERİMLİ, ÜRETKEN TÜRKİYE..

Daha üretken Türkiye, daha gelişmiş ülke ve daha mutlu toplum… Bu yazıların bazısında  “Türkiye nasıl daha üretken bir ülke, bir devlet ve bir toplum olabilir,” sorusu incelenmekte ve uygulanabilir, gerçekçi ve geçerli çözümler üzerinde durulmaktadır.  Üretken Türkiye üretken insanla kurulur.

Üretken insan kimdir? İç politikada bir makam sahibi olmaktan çok, evrensel kalitede bir meslek sahibi olan ve işini yapabileceği en iyi seviyede üreten insandır. İnsanlarımız çok meşguldür, ama, her meşgul verimli değildir. Bugüne dek çok kez Çağdaş Türkiye denildi, ama üretim biçimleri değişmeden köylü ağırlıklı bir toplumun nasıl çağdaşlaşacağı ortaya konulamadı. Koymaya çalışanlar suçlandı… Yaşadığın çağı anlamadan üretken Türkiye’yi kuramazsın. Üretken insan hayatın anlamını çalışmakta ve gelişmekte bulur. En başta sevmek gelir. Sevmek yaşamın özüdür. Gelişerek sevmek insanı mutlu kılar.

Siyasetin özü de çağdaş uygarlık düzeyine dayanmalıdır. Hangi sorunu konuşacaksak o konuda önce “Dünya nerede, biz neredeyiz” bunun ortaya konulmasından sonra ülkemize özgü çözümleri tartışabilmeliyiz. Yani kendimizi dünya ile ölçebilmeliyiz. Bunun için gerekli bilgi ve donanıma sahip olduktan sonra memleketimiz için gerçekçi ve güvenilir çözümler üretebiliriz. Ölçme işinde de kuşkusuz rakamlara başvurmalıyız.

Örneğin 1960-70’lerde Güney Kore ile birçok alanda eşit sıralardayız. Bugün Kore her alanda bizi 4-5 kat geçmiş durumda. Biz neredeyse 40 yıldır otomobille uğraştığımız halde dünyaya  bir Türk markası veremedik, oysa Güney Kore dünya devi Hyundai’yi yarattı.

Dünya fındığının yüzde seksenini üret, ama Nestle gibi bir çikolatan olmasın. Tekstil ülkesi olduğumuza göre bir Türk Giyim adını dünya piyasalarında dalgalandırabilmeliyiz. Bunların sırrı AR-GE ortamında.

Aslında bardak tümüyle boş değil.  Çok kıymetli beyinlerimiz batıda önemli yenilikler yapmaktalar.Ama önemlisi ülkemizi tümüyle bir bilim, araştırma toplumu yapabilmekte.Bazı gelişmeler var. Umut veriyor. Görevimiz bunları yaygınlaştırmak ve kalıcılaştırmak. Sizce de öyle değil mi? 

print

Bir cevap yazın