Sosyolojide çok iyi bilinen ihtiyaçlar hiyerarşisine (Maslow’un formüle ettiği İhtiyaçlar Hiyerarşisi) göre;
Birincil ve temel yani karşılanmadığında ölümcül sonuçları olan ihtiyaçlarını (yemek, su gibi fizyolojik ve zorunlu ihtiyaçlar) karşılayamayan bireylerin biyolojik gerekliliği daha az olan ikincil yada üçüncül ihtiyaçları ile ilgili planlar yapması mümkün değildir.
2000–2001 yıllarında Türkiye’nin zorla içine sürüklendiği krizin ardından “istikrar” olarak topluma sunulan iktidar ve onları hep desteklemiş olan uluslar arası çevreler ülke içindeki iktidarlarını hep bu yokluk ve çaresizlikle beslediler.
İktidar da bu çerçevede topluma “size istikrar getirdik, bu iktidardan vazgeçerseniz yine krize girersiniz” tehdidini yapmaktan hiçbir zaman çekinmemiştir. Buna bağlı olarak da mevcut iktidar meydanlardaki miting retoriğinin göbeğine her zaman için “istikrar” kelimesini oturtmaya özen göstermiştir. Çünkü istikrar kaygısının arka planındaki tehlikelerin bireyin ve toplumun bilinçaltında ne gibi derin yaralar açtığının bilincinde olan iktidar bu kozu, arkasındaki uluslar arası sermaye desteğine de güvenerek ileri sürmekten asla çekinmemiştir.
Bu endişeyi en derini ile yaşayan bireyler de tercihleri ile ilgili açıklama yaparken bu önermelerin geçerliliğini kanıtlayacak açıklamalar getirmektedir. Açıkçası seçmenin tercihine ilişkin izahatı bu çaresizlik psikolojisinin ne denli etkili olduğunu ispatlamaktadır.
Seçmenin bu davranışının arka planında dağıtılan sadakaların da önemli bir etkisi vardır. Çünkü krizlerle elindeki varlığı gittikçe eriyen insanlar en temel ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun bir şekilde bu “sadakaya sadakat” sınavından geçmektedir.
Aslında Türk seçmeni oldukça rasyonel bir davranış sergilemektedir.
Çünkü bir insanın yaşamak için zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamadıkça erdem gerektiren ve belirli bir derinliği olan davranış ve düşünceleri sergilemesi mümkün değildir. Bu çerçevede Türk seçmeni de –kendince- yaşamasını garanti altına alacak olan güce daha sıkı sarılmakta gittikçe onun fanatiği olmaktadır. Yaşadığı korkular onda o tutunduğu dalın da kopması halinde yaşamanın imkânsızlığı endişesine neden olmaktadır. Bu korku ve korkunun devamı için üretilen politikalar insanların bilinçaltında derin bir bağlılık ve tapınma güdüsü yaratmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla insan psikolojisinde bireyin kimliği silikleştikçe tapınılan kişinin hâkimiyeti belirginleşir ve ortaya bir tapınma süreci çıkar. Bu kişilik kaybolması ve yarattığı tapınma arzusu ile inkarı mümkün olmayan bir kesin inançlılar sürüsü doğar zaman içinde. Bu kesin inançlılığın ürettiği tek değer ise kalın bir çizginin beri tarafında asla sorgulanmayan tapınılacak şeyler ve çizginin öteki tarafında ise asla kabul edilemeyecek olan öteki şeylerdir.
Günümüzde Türk toplumu eğitimli eğitimsiz kusursuz bir kesin inançlılık profili sergilemeye başlamıştır. Ve korkular derinleştikçe bu çizgi daha da kalınlaşmakta ve çizginin öbür tarafına karşı yıkıcı arzular daha da belirginleşmektedir.
Yeni bir seçime giderken yine korkular üzerinden siyaset üretilmekte ve ülkenin yeni gelecekleri de ödünç olarak istenmektedir.Buna yanaşmayanlara ise seçecekleri kişilerin Ankara ile iyi geçinemeyeceği gerekçe gösterilerek onların projelerinin mali destekten yoksun kalacağı ikaz edilmekte ve yiyorsa oyunuzu başka partiye verin denmektedir.
Örnekler:
1-Adalet Bakanının Antalya konuşması (Daha önceki yazılarımdan birinde ele aldığım sözler),
2- Bir milletvekilinin adalet bakanından daha açık ifadelerle aynı şeyleri söylemesi,
3- Devlet Bakanı Murat Başeskioğlu’nun adalet bakanını aratmayan sözleri ve daha başka birçok kişinin kulis çalışmalarında söylediği sözler.
Bütün bunlar seçmen iradesine ipotek koymanın onların iradesini bir vesayet altına almanın anayasal suç teşkil eden örnekleridir.İşte bu yüzden elzemliğine ısrarla vurgu yapılan mevcut demokrasinin aslında bir vesayet demokrasisi olduğunu ileri sürmeyi daha mantıklı ve doğru buluyorum.
Hele bir de manipülasyonlarla teşekkül etmiş bir meclisin “yasama fetişizmine” sırtını dayayarak devleti kökünden değiştirme güç ve yetkisini kendisinden görmesini hesaba katınca halk tarafından seçilen ama halkı aciz düşürmekten başka hüneri olmayan bir meclisin ürettiği demokrasi olsa olsa vesayet demokrasisidir.
Çünkü ortada toplumun doğası ve ruhuna aykırı amaçları olan ama toplumu kendine tapındırmayı becerebilen toplumun iradesi üzerindeki vesayetini kendi özel çıkarları için kullanan ve buna da demokrasi diyen bir yönetim ortada varken bu yönetimin adı ancak bu şekilde konabilir.
Çünkü baştan beri izahına çalıştığımız durum; insan idrak ve iradesini inkar edilemez bir baskı altında tutarak söz konusu kişilerin hür irade denen ve kendi “kendilik değerleri” ile örtüşen gerçek tercihlerini ortaya koymasının önüne geçmektedir. Bu bağlamda kendilik değeri önemli ölçüde kesintiye uğrayan bireyler kendi bireysel kimliklerini ister istemez yeni değerlerle ikame etmekte ve yaşadıkları kendilik kesintisinin yarattığı öfkeyi özellikle “taraf” medyanın işareti ile ve bir linç psikolojisi şeklinde belirli yerleşik değerlere yöneltmektedirler.
Bireylerdeki bu öfke yönelimi ise toplumsal değişim için sabırsızlananlara yeni ufuklar açarken Türk seçmeni yaşadığı yokluğun ve çaresizliğin yarattığı yeni bağlılık yeminleri ve kesin inançla, içindeki boşluğu dolduran yeni mitleriyle yine yeni bir sandığın başına yeni tanrısına sadakatini sunmak için gidiyor.Devlete ve millete ve de BOP’a hayırlı olsun.
Bitti