“Bilim adamları insanların yapayalnız kaldıkları iki anı tespit etmişler;
– Ölmeden önce
– Konuşma yapmadan hemen önce” dedi konuşmacı.
Ayrılıklarla yalnızlıklarla baş başa kaldığımız anlar, etrafımızda birilerini arayıp da boşlukta olduğumuzu hissettiğimiz anlar dendiğinde hafızamızda derin izler bırakan dakikaları hatırlarız. O anlarda; düş kırıklığı, umutsuzluk duygularımız hortlarken, terk edilmişliğimiz de yüzümüze vurur. Ağır gelip de kaldıramadığımız yükler altında ezilmemek için birilerinden medet umduğumuzda mücadeleyi tek başımıza vermek zorunda olduğumuzu bilmek acı bir gerçektir. Don Kişot misali yel değirmenlerine karşı savaş verme zamanıdır. Cesaretimizi toplayıp, kılıcımızı havaya kaldırıp “İleri” dediğimizde zafere doğru dörtnala koşmaktayızdır. Yalnızlığa rağmen kazanılmış zaferlerin tadı unutulmazdır.
Acaba hayatta kendimizi kaç defa yalnız hissetmişizdir? Soruyu sorarken bile o kadar çok an aklıma geliyor ki hiç saymadım.
Şimdi anlat deseler ilköğretim birinci sınıfa başladığım günü anlatabilirim;
Annem elimden tutup benim gibi anne kuzularının olduğu bir salona götürmüştü. Masalar vardı ve beni sandalyelerden birine oturtmuştu. Yanımdakiler de sonraki beş yılımda sabahtan akşama kadar ailemden çok birlikte vakit geçireceğim yeni arkadaşlarım olacaklardı. İçerisi kalabalık olmasına rağmen ben yalnızdım, annem elimi fark ettirmeden bırakıp kapıya gitmişti bile. Kapının ağzından bana bakıyordu. Ben ise gözleri ha sulandı ha sulanacak anneme içten içe gitmemesi için yalvarır bir haldeydim. Gitme demeye kalmadan annem gözden kaybolmuş yerine güneş yüzlü, gök gözlü, kibar bir bayan içeriye girmişti. Bize ilk andan itibaren anne şevkatiyle yaklaşmış, tatlı yiyip tatlı konuşmamıza yardımcı olacak şekerlerden dağıtmıştı. Böyle kandırılmıştık. Billur sesiyle kendini bize tanıttıktan sonra sıra bizi tanımaya gelmişti. Sohbet ve heyecandan yalnızlığımı unutmuştum. Tam beş sene bir aile gibi yaşamıştık. Şimdi iyi ki de kanmışız diye düşünüyorum.
Hala ilkokul arkadaşlarımla ve öğretmenimle görüşürüm. Onları unutmama imkan yok. Yeni bir başlangıcı onlarla yaşadığımı düşünmek bile beni hep mutlu etmiştir.
Bilimsel olarak konuya bakınca konuşma yaptığım ilk sunumum aklıma geldi. Hayatımda ilk kez profesyonel bir topluluğa bilgi aktarıyordum, heyecanım hat safhadaydı. Gerçekten yalnızdım, çünkü konunun ayrıntılarını anlatabilecek bir tek ben vardım. Topluluk karşısında konuşmak zordur, hem deneyimsiz olmam hem de iyi sunum yapma isteğim kendimi yalnız hissetmeme sebep olmuştu.
Aslında her daim yalnızız fakat yalnızlığı tanımlamamız, nasıl değerlendirme yaptığımıza bağlı olarak değişiyor. Sadece bedensel bir yalnızlık yaşıyor olabiliriz. Oysa bedenimizin her metrekaresini dolduran bir ruha sahibiz. İçimize sığdıramadığımız sevgiler, duygular, yaşanacaklar var. Kendimizi nasıl yalnız hissedebiliriz ki? Her hissettiğimizi paylaşabileceğimiz çevremizde yığınla değişik insanla bir araya gelebiliyoruz. Bundan da haz alınabiliriz. Durup etrafımıza baktığımızda ne kadar zengin olduğumuzun farkına varmalıyız. “Yalnızlık Allah’a mahsustur” derler. Bence de öyle.
Bilime ters düşse de yaşam boyunca kalabalıklar içinde yalnız kalmamayı ve yalnız kalmamanızı diliyorum.