Yanağım Yanağında…

Mavi bir yaz sabahıydı.

Gölün duru  suyuna çamların ferah görüntüsü yansımıştı..

Orta yaşlı garson kahvaltı hazırlığı için masayı düzenliyordu.

Önce sana sordu. “Ne alırsınız hanımefendi? ”Sen gözlerindeki ışıltılı sevinçle söyledin: “Bal, reçel, Ezine peyniri, yeşil zeytin ve ince belli cam bardakta açık çay”

Ben de;” kırmızı domates, kepekli ekmek, Erzurum tulumu ve fincanda sütlü çay” istedim.

Güneş, gölü bir yeşil kuşak gibi kucaklayan ormanı aşmış, artık; yüzümüzü aydınlatmıştı.Çaylar ve yiyeceklerimiz geldi. Garson zarif sunuşuyla masayı donattı.

Böyle bir doğada ilk kez göz göze geldik. O da ne? Bal gözlerinden yanaklarına doğru süzülen iki damlacık..

Sırası mıydı şimdi? Benim “bal gözlüm”e ne oldu? Nemli yanağına eğildim. Sildim sızan damlacıkları.. Bilinmez ki. Belki de geç gelen mutluluk sevincindendir.

Çaylarımızı yudumlarken son yazdığım öyküyü okumak geçti içimden.  “Canım, son öykümü okuyayım mı?”  “Çağdaş Türk Dili’ne göndereceğim”

“Yanındaysa oku canım” dedin, bahar kokulu gülüşünle..“Peki” diyerek çıkardım cebimden yazıyı ve başladım okumaya:

 Bir türkü vardı:“Nefesim nefesinde” ya da “nefesim nefesine”Livaneli okurdu bunu.Herkesin bir öyküsü, bir de türküsü vardır. Bizim de öykülerimiz var. Daha da olacak.. İkimizin türküsü de yazıldı.. Buna ister türkü, istersen öykü de diyebilirsin.“Yanağım yanağında” bizim öykümüz.. sonsuz öykümüz, şiirimiz bu..

Ne güzel bir sıcaklıktır. İnsanın soluğundan gelen bir sıcaklık.. Kişinin özüdür, sözüdür, içinin derinleridir..Seni tanımadan önce de yanağım yanağındaymış aslında. O ince, zarif,gül kokulu, yumuşacık,sıcacık yanaklarında..Orada buldum ben yaşamın vazgeçilmez sıcaklığını.

Zaman zaman iki damlacık akardı bal gözlerinden portakal kokan yanaklarına..Ben, bakardım o nemli gözlere, doyamazdım güzelliğine, az sonra da yanaklarına doğru süzülen o dram yüklü sevinç damlacıklarını silmeye çalışırdım usulca.. 

Niye akardı o yaşlar bilemezdim..Belki de geç yakalanan mutluluğun sevinç gülümseyişlerindendi.

Ben her sabah sana uyanırdım. Yanağım yanağındaydı.İşe gider, çalışır, toplantılara girer-çıkar yanağım yine yanağındaydı.Yanağım bazen Ayrancı’dan Sıhhiye’ye, oradan da şeker fabrikasına uzanır, döner gelir bir akşam oturmasında yine yanağına yaklaşırdı.Söz geçiremezdim yanağıma. Bir sıcaklık dolaşırdı orada, mavi-kırmızı bir alevin ipeksi sıcaklığı..

Yolculuklara çıkardım. Ovaları aşar, denizlere ulaşır,vadilerde dolaşır,üniversitelerde konuşmalar yapardım, bakardım yanağım hep yanağına değmekteydi..

Otel odalarında kalırdım yalnızlığımla selamlaşmak için. Ama olmazdı bu. Yanağım yine yanağını arardı, kulağıma seni fısıldardı Eros’un dilberleri..

Nereye gitsem, nereden dönsem yanağını arardım ben..Bırak sadece ellerim değil, yanağım da hep yanağında kalsın..İçim bir mavi okyanus gibi hep sana aksın..

“Öykü bu kadar” dediğimde bal gözlerinden bir duru ırmak akmaktaydı.Orta boylu, incecik genç garson çaylarımızı tazeledi.Ve sen bana doğru eğilerek yavaşça dedin ki;

“Benim yanağım da hep senin yanağında olacak”        

print

Bir cevap yazın