Yaz Günü Temmuzda…

Bu güzel yaz sabahında da dolmuşa binmedim..

Ve… bir saatlik harika bir yürüyüşten sonra odama geldim.

Bu temmuz sabahını yazmazsam, artık hiçbir şeyi yazamam. Dikmen’in yükseklerinden başlayıp, Dikmen Vadisi’nden, Hoşdere-Ayrancı hattından Kavaklıdere’deki işyerine ulaştım. İşe yürüyerek gelmek çok güzel bir duygu..

Yaz sabahında yürümek…spor bir ayakkabı, yazlık pantolon ve ince gömlekliyim, çantasız, ellerim bomboş.. belki ruhum, beynim de öyle.
Bıraktım kendimi doğanın engin kucağına.. öylesine özgür, öylesine hafif..
Esintili bir sabah rüzgarı vuruyor yüzüme..ana caddede arabalar, dükkanını açan esnaflar, iş ve aş telaşında insanlar..
Bir tek cep telefonum kapalı. Onun dışında bütün antenlerim açık, yüreğim, zihnim.. ille de gözlerimi dolaştırıyorum etrafta.. insanlardaki, doğadaki en küçük ayrıntıları resmediyorum beynime, özüme..birazdan kanım, ayaklarım, bacaklarım da açılır. Daha hızlıca yürürüm.

Vadinin başından bakınca önümde bir yeryüzü cenneti uzandığını gördüm. Yeşillikler içinde çimenler, ağaçlar, yürüyen, koşan insanlar, köpekli kadınlar-erkekler, gülümseyen çocuklar, hızlıca koşan gençler…

İşte, “yaşam bu” diyorum; ey sevgili okurum, yeryüzü saadeti bu. Bu anda ne iktisat, ne siyaset, ne ticaret, ne hidayet, ne şehvet ne de şiddet..
Bir tek sen yoksun içlerinde ince bellim, kadife ellim..
Seni arıyor gözlerim, yürüyen insan seli içinde.. Olsan, hemen görürüm zaten o senfonik yürüyüşünle, Mayıs gülleri kokan gülüşünle el sallarsın bana..
Gözlerim ne kadar dışa dönükse yürürken, zihnim de o kadar içime dönük.. Gözden geçiriyorum kendimi, geçmişimle, çocukluğumla merhabalaşarak..
Bizim de böyle yeşil bahçelerimiz, böyle görkemli ağaçlarımız var Karadeniz’de..
Ama onlarda deniz kokuyor, başka bir rüzgâr eser Fatsa’nın kıyıcığındaki fındık bahçelerinde.
“Varmak için o güzel yarınlara/ bizim de dağlarımız var…” diyen şairin özlemi kokar bizim topraklarımızda..
Vadinin ortalarında üzerinde yeşil sarmaşıkların uzandığı taş duvarın önüne geldiğimde bir senfoniyle karşılaştım. Serçeler.. Kuşlar..
Taşların içindeki yuvalarından gelen büyüleyici ötüşlerine, gelin de siz mest olmayın. Kuşlar hepimizi davet ediyorlar, adeta; “gelin bu yaşama katılın, bırakın ucuz siyasetin kör karanlığında kaybolmayı, doğayla buluşun, sevişin, atın üzerinizden günlük hayatın kaoslarını” diye sanki yalvarıyorlar bize o hülyalı ötüşleriyle, sesleriyle..

Ama nafile. Her yeri her şeyi sevgisizlik sarmış, sevgi uzak diyarların ıssız adacıklarına hapsedilmiş sanki..
Önümden gülüşerek gelen çocukları görünce, “ah; ne olacak bu gençlerin geleceği” dedim kendi kendime. Burada şimdi böyle mutluca yürüyorlar ama ileriye doğru, gelecekteki yürüyüşleri ne olabilir diye düşünmekten alamadım kendimi doğrusu.
Aslında bu vadide yürürken ne siyaset, ne toplum, ne şu, ne bu, hani düşünmeyecektim, bırakacaktım kendimi tabiatın yumuşak salıncaklarına. Ama yapamadım, yine de gençleri düşünmekten alıkoyamadım kendimi..
Kendi geleceğimize de bir iki sinyal yolladım bu arada, ileride biz birlikte, Gülperi’mle bir deniz kıyıcığında; “yaşamak eşittir yazmak” diyerek yoğunlaşacağız yazı dünyamıza..ve belki de insanlığın ortak bahçelerine armağan edebileceğimiz bir-iki yazı, öykü yazacağız içimizdeki sıcaklığa yaslanarak…
Derken vadinin sonuna geldim. Hoşdere caddesinden Ayrancı’ya inerken cep telefonumu açtım. Artık şehre geldiğime, kent hayatına karıştığıma göre sessizlik yasak bize..
Yürüyüşe başlarken bomboş olan içim, kalbim, zihnim öylesine düşüncelerle, düşlerle dolmuştu ki, ey sevgili okuyucum, yazmadan, sizlerle paylaşmadan edemedim. Dudaklarımda bir ezgi..”yaz günü temmuzda/sen terle ben sileyim..”
Yazmak da ne anlama geliyorsa.. onu da varın siz düşünün..
Ha, bir de tavsiyem var size sevgili okurum..

Siz siz olun, bol bol yürüyün yaz günlerinde, akşamlarında..

Asla “dolmuşa binmeyin” hem Temmuz sabahlarında, hem de hayatta.

print

Bir cevap yazın