29 Mart Seçimlerinin ardında büyük umutlarla beklenen kabine değişikliği nihayet gerçekleşti ve daha başarılı olacakları düşünülen yeni bakanlar arz-ı endam etti.
Bu kabine değişikliği bende bir kaç düşünceyi çağrıştırdı. Bugün bunları sizinle paylaşmak istiyorum.
Bir kere bu kabine ne kadar yeni ben emin değilim. Çünkü yeni sıfatı kendi özüne uygun olarak daha önce olmayan birşeyler getirir. Kanımca gelenlerin öncekilerden daha başarılı olabileceklerine dair her hangi bir işaret yok ortada. Sadece pek çoğu henüz bakanlık yapmamış olduğu için o koltukta yeni sayılırlar. Yoksa “yeni“nin özüne uygun “acer” bir yönleri yok. Bu değişiklik olsa olsa “parti içi bölüşüm adaleti” için gerçekleştirilmiş bir değişikliktir.
Ne de olsa iktidar partisinin 338 milletvekili var. Bunlar içinde sadece 30-40 kişinin ilanihayi bakanlık yapması parti içi dengeler bakımından tehlikelidir ve parti içi bölüşüm açısından adil de değildir. Bence bakanlığa getirilenler getirilmeyenlerden çok da vasıflı olmadığı için hep aynı kişilerin bakanlıkta kalması diğerlerine karşı bir haksızlık olmaktaydı.
Bu değişim ile AKP kendi içinde adaleti sağlama konusunda bir girişimde bulunmuştur. Yani AKP’nin A’sı gerçekleştirilmiş oldu bu değişiklikle. Sonuçta AKP bu değişiklik ile hem kendi iç dengeler bakımından günü kurtarmıştır hem de sofranın kenarında ağzı sulanan ötekilerden bir kaçına da nimetten gönlünce faydalanma imkanı verilmiştir.
Bu değişikliğin iki önemli tarafı daha vardır.
Bunlardan birincisi AKP’nin bu değişiklik ile kendi özüne dönmesi diğeri ise her ne kadar muhataplarına siz de aynısını yaptınız dese de kendi ayağına kurşun sıkmasıdır.
Önce kurşun sıkma meselesini kısaca açıklayalım.
AKP, seçimlere (22 Temmuz, Cumhurbaşkanlığı ve 29 Mart Seçimlerinin tamamı) hep “halk iradesini kutsayarak” ve bu yönde çok büyük kaygı ve arzuları olduğunu ima etmek istercesine yerleşik güçlerle çatışarak girdi. Sonuç olarak AKP halk tarafından, halkı temsil etme arzusu yüksek ve kimseye boyun eğmeyen bir parti imajıyla başarılı sonuçlar elde etti. Bu süreçlerde; “27 Nisan Muhtırası gibi abuk, Kapatma Davası gibi sabuk ve Türban Davası gibi hem abuk hem de sabuk olaylar” müthiş bir mağduriyet ortamı yarattı. Bu da AKP’ye hep beklenmedik sonuçlar aldırdı.
Bu netameli süreçler doalyısıyla AKP hep halk tarafından sahiplenildi ve AKP’nin ne zaman nasıl ve hangi ortamda kurulduğu, hangi sakıncalı kararların altına hükümet sıfatıyla imza attığı hiç sorgulanmadı. Ama bütün bunların neticesinde AKP için tek kriterin “halk iradesi” olduğu şeklinde mukaddes bir halet-i ruhiye yaratıldı. Oysa AKP’nin Dışişleri Bakanlığı için yaptığı tercih, bu efsanenin AKP eliyle yıkılmasından başka birşey değildir. Bu konudaki tartışma çok su götürür ancak bu yazıda asıl ele almak istediğim konu bu değil o yüzden burada mim koyup diğer konuya geçelim.
Bu değişikliğin asıl önemli olan tarafı ise AKP’nin özüne dönmüş olmasıdır.
Kimileri bunun bir öze dönüş olamayacağını söyleyebilirler ama şu krizli günlerimizde ekonomideki ve İMF ile yürütülecek görüşmelerdeki iplerin kime teslim edildiğine bakılırsa AKP’nin Kabe’ye mi Kilise’ye mi döndüğü daha iyi görülür.
Seçim bitti, daha önce de dediğimiz gibi hükümetin elini rahatlatacak bol akçeli İMF anlaşması yakın bir zamanda imzalanacak. Bu arada seçimlerden önce İMF’ye kükreyen başbakanın sesinin çıkmıyor olmasına da dikkatiniz çekmek isterim ama korkarım ki bu tiyatro da diğer pek çok numara gibi çabuk unutulacak.
Yeni kabineye dönersek;
Yeni kabinedeki en önemli değişiklik, ekonomideki iplerin çekirdekten yetişme bir maliyeciden alınarak yeni yetme bir İMF memuruna verilmesidir. Hiç kimse gücenmesin alınmasın ama Sayın Mehmet Şimşek; kompozisyon olarak ülkemiz açısından, şu bizi denetlemeye gelen tıfıl İMF memurlarından hiç de farklı birisi değildir.
Hayır canım sen de amma yaptın diyenler o zaman dönsün Merryl Linch’in Türkiye seçimleri üzerine yaptığı açıklamaları okusunlar ve o dönemde Merryl Linch’in Türkiye’den sorumlu memurunun kim olduğuna baksınlar. İMF ile ne alakası mı var?
İMF zenginlerin parasının bekçi köpeği değil mi? Yoksa ben yanılıyor muyum? İMF parasını devletlerin verdiği çok uluslu bir şirketten başka nedir acaba? Farklı bir şey bilen varsa beri gelsin biz de öğrenelim…
Sonuç olarak hükümet kendini var eden uulslararası sermaye ile arasına giren mesafeyi -krizin de zorlayıcı etkisiyle- kapatma ihtiyacını hissetmiş ve kendini vareden öze daha yakın bir yere tekrar konumlanma gereği duymuştur. Son hükümet değişikliği içindeki en anlamlı değişiklik de bu noktada İMF’nin kıdemli Türkiye uzmanı birisinin ekonominin dümeninin başına geçmesidir. İşte bu noktada gidilen değişiklik AKP’nin iki özünden birine belki de önemli olanına rüc’u etmesidir.
AKP’nin diğer özü ise kendi iç ideolojik köklerine ilişkin geçmişidir. Uluslararası Sermaye’den güç alan dış özü nasıl ki AKP’yi küresel bir rüzgarın parçası olarak Türkiye’nin mantık sınırlarını zorlayacak şekilde iktidara taşımış ve orada tutmuşsa ikinci özü de AKP’ye kamuoyunda güçlü bir meşruiyet ve itaat zemini kazandırmıştır.
Milli Görüş geleneğinin tasfiye edilmeye çalışıldığı hastalıklı bir süreçte (28 Şubat Süreci) halkın öfkesi şeklinde kendini kamuoyuna sunan AKP hareketi önemli ölçüde Milli Görüşçü ileri gelenin sürükleyici rol aldığı bir parti olarak kuruldu. Bu kuruluş ile birlikte, tıkanan siyasette kendine yeni bir yol çizmeye çalışan pek çok siyasetçinin de feraset göstererek AKP’ye intisap etmesiyle AKP; Özalvari bir görünümle arz-ı endam etti siyasi sahnemizde.
Yeni kabine ile özellikle Sayın Arınç’ın (dört kurucudan birisi olup, kendileri sıkıştıkça orduya sataşırlar…) bakanlığa getirilmesi önemlidir. Devletin yerleşik kurumları ile dans etme alışkanlığını bir türlü bırakamayan Sayın Arınç’ın bakanlığa getirilmesi; AKP’nin kendini vareden tarihsel sürece selam vermesi olarak kabul edilmelidir. Özellikle bazı bölgelerde Saadet Partisi’nin “Vekile ne gerek var Asıl geldi” dercesine kendini hissettirmesi AKP içinde belli edilmese de rahatsızlık yaratacaktır.
Ayrıca Sayın Kurtulmuş’un, Milli Görüş’ün o çatışmacı kimliğinden sıyrılmış, daha aklı selim ve olgun tavırları da Milli Görüş tabanında bir heyecan yaratmıştır. AKP açısından bu tehlikenin bertaraf edilmesi için hamle yapılmaması düşünülemez. Sonuçta geçmişte Milli Görüş tabanına heyecanlı tartışmalar yaşatan Sayın Arınç’ın bakanlığa getirilmiş olması, Saadet Partisi’ne “Artık sizin devriniz geçti bakın asıl Milli Görüşçü biziz” demek anlamına gelmektedir.
Ayrıca Sayın Arınç’ın dört kurucu’dan birisi olduğu düşünülünce AKP içinde parti dışında kalan Abdullatif Şener dışında ülke siyasetinde söz sahibi olmayan kimse kalmamış oldu. Bu da AKP’nin bir kaç açıdan sağlanmaya çalışılan köklerine dönüşünün tamamlanmasından başka bir şey değildir.
Saygı ve Selamlarla