Maide ÖREN
BİLİNÇ ALTI
İnsanın insana hıncı neden bitmiyor anlamıyorum. Bazan her şey duruluyor… İşte tamam bitti derken durgun geçen sadece, biraz zaman…
Sanki kendilerini toparlamak, yeniden nasıl yıkar-yakarız diye kuvvet toplamak için bir zaman kazanıyorlar.
Ne kadar tuhaf! Birbirini hiç tanımayan insanların birbirlerini vahşice öldürmeleri…
Ne acı!
Aslında hiçbir insan kötü değil. Neden olsun ki? Ancak türlü tutkunun tutsağı olan yöneticiler, çirkin koltuk sevdası politikacılar…
Ya savaşa katılan gönüllü içleri kararmışlar, yalnız karanlıkta uçan yarasalar? İşte bunlar barış güneşinin önüne kara bulutları serip parlamasını yasak edenler, zehir katmışlar yaşamın bin bir çiçekten oluşan balına…
Savaşı çoğu insan gibi ben de insanlık dışı buluyorum. İnsanların çatışmasında kan dökmelerini akıl ve mantıkla, hele de gönül ilkesiyle hiç bağdaştıramıyorum.
İçlerindeki gerçeği göremeyen bir avuç insanın yüzünden bu saçmalıklar.
Bugün hala yeni seçilen ve seçilecek başkanların en önemli sözcükleri olmasına rağmen “BARIŞ” halen topun ağzında tehlikede… Ya gerçekten bir şey yapamayanlar geliyor başa ya da işlerine öyle geliyor.
Yine işkenceler bitmiyor, yine insan kanlarını yerlerde toprak bile geri kusuyor, örtemiyor.
Oysa dostluk ne kadar güzel… Bir kendini dinlese insan, bir hiddetlendiğinde içinin sesini, yüreğini görebilse…
O zaman ne olurdu dersiniz?
İçlerindeki o kuvvetli duyguyu ve düşünceyi; Güzellik için barış için ve sonsuz sevgi yaratmak için kullanırlardı eminim.
Bakın bir tarihte yaşanan güzel bir hikâye var. İkinci Dünya Savaşının sonuna doğru, Almanya teslim oldu olacak… Bir kasabada sokak çatışması yapılmakta… Elde tüfek belde fişek bir Amerikan askeri siperden sipere kan ve barut kokusu içinde koşarken birden bu kasabayı tanır gibi olur.
Burası savaştan önce ziraatçılık eğitimi yaptığı kasabadır. İşte karşıda pastane, kahveler, sokak lambaları, hepsi geçmişteki anılarından bir şey taşımakta…
Kasabayı evi gibi yakın bulurdu o zamanlar. Ve kasabadakileri de kendi ailesi gibi…
Gençliğinin en güzel günleri burada ve bu insanların arasında geçmişti. Derken bir karaltı gördü az ilerde. Bir Alman askeriydi bu.
Hemen silahına sarılır. Bir gözünü kapar nişanını alır. Tek bir iş kalır… Tetiğe basmak. Ama basmaz tetiğe. Biraz önceki duygularının yeri tatlı anılarla yer değiştirir. Yüreğindeki düşmanlık eriri gider.
Burası tanıdık kasabadır. Omuz omuza beraber insanlarla dostça yaşadığı kasaba… Yüreğine dolan iyilikle gayri o kimseyi öldüremez ki. Kendi diliyle seslenir karaltıya. Alman askerde yıkık duvara siper alır başlar konuşmaya.
Birbirini tanımayan bir Amerikan ve bir Alman… Savaşın gereği tanısın tanımasınlar birbirlerini öldüreceklerdir. Amerikalı duvarın ardındakine onun diliyle kasabadaki anılarını anlatmaya başlar.
Ta ki kaldığı pansiyonu ve sevgiyle sahibinden söz edene kadar… O zaman duvarın arkasındaki Alman çıkıp Amerikalının yanına gelir.
Ve “Bayan Gauss benim teyzemdi “der.” Ama geçen sene öldü çok üzüldük”…Sohbet o kadar koyulaşır ki…
Birden tüfeklerini unuttuklarını fark ederler. Düşman olduklarını da… Ama artık çok geçtir bu saçmalık için.
Onlar tüfeklerine sarılacakları yerde birbirlerine sarılırlar. Artık savaş söz konusu değildir onlar için. Ve tabii düşmanlık da… Yine içlerinin sessizliği, içe dönme işe yaramıştır.
Bir kötü düşüncede önce durup sessiz kalmalı. Sakin nefes alıp hiçbir şey düşünmemeli. O zaman gerçekle karşılaşır insan.
İçindeki gerçek sevgiyle… Sevgi yıkmaz, sevgi bize dosttur. Dost kazandırır.